Yaklaşan seçimler, piyasadaki hareketler, döviz kurları, vücudu sıkılaştıran spor aletlerinin insanı spor aşkına getiren komik reklamları ve bir türlü final yapamayan reyting kurbanı olmuş dizilerin tekrarları epey canımı sıktı.
Ben de n'apayım, demledim bir çay, attım kendimi balkona.
Ayaklarımı uzatıp yıldızlara baktım.
Ayaklarımı uzatıp yıldızlara baktım.
Hani derler ya, kuzey yarım kürede sular saat yönünün tersine, güney yarım kürede ise saat yönünde akarmış diye…
Benim düşünceler de başladı mı tersine tersine akmaya…
Bazı şeyleri hiç anlamıyorum.
Bazı şeyleri hiç anlamıyorum.
Örneğin, insanların birbirlerini görmeden nasıl anlaşabildiklerini...
Tuhaf geliyor. Bir insanın suratını görmeden, sadece yazdıklarından anlam çıkarmaya çalışmak çok zor ve saçma değil mi?
Bu durum nesnel fikirler ya da hislerde geçerli değil tabii.
Öznel olanlardan bahsediyorum.
Neden bunu anlattım, konuyu şuraya bağlayacağım.
Velhasılıkelam, uyuyamadım ya ben, açtım not defterimi, başladım çizmeye. Tam 20 saniye sürdü. Ortaya çıkan sonuç şu:
Neden bunu anlattım, konuyu şuraya bağlayacağım.
Velhasılıkelam, uyuyamadım ya ben, açtım not defterimi, başladım çizmeye. Tam 20 saniye sürdü. Ortaya çıkan sonuç şu:
Çivileri pas tutmaya yakın samimi çitlerle örülü, arkasındaki devasa büyüklükteki ceviz ağaçlarının gölgesinde saklanmış kırmızı çatılı minicik bir ev. Çitlerin bittiği yerden nehir akıyor. İçindeki balıklar zıplayıp tekrar suya dalıyorlar. Koca koca sıradağlar var ileride, eteklerinde de kuzular, keçiler ve mor Milka inekleri dolaşıyor... (Çikolata krizimin etkisinden kaynaklı Milka inekleri.) Koca ayaklı kuşlar süzülüyor gökyüzünde. Bulutların arasından sıyrılıp güneşe doğru uçuyorlar. Dağın eteklerinde bir köy var, tamam biliyorum, o da bizim köyümüz...
Ama ıssız ve korkutucu görünüyor.
Sonra tuttum kâğıdı, baktım.
Ama ıssız ve korkutucu görünüyor.
Sonra tuttum kâğıdı, baktım.
Neden böyle bir şey çizdiğimi düşündüm ve bir sonuca vardım kendimce. Mor inekler beni anlatıyordu aslında, canım çikolata istediği için.
Ceviz ağaçları, bana onların efsanesini anlatan kadını simgeliyordu.
Nehir, ablamı anlatıyordu; geçen gün gördüğü bir rüyada nehirde yüzüyormuş.
Balıklar ve kuşlar, bazı şeyleri sıyırıp atmak ve aydınlığa erişmek isteyen insanları…
Sıradağlar ailemizi, ıssız köy yarınları, güneş ise annemi anlatıyordu.
Çok sürreal bir çalışma olduğunu kabul edebilirim, ama fark ettim ki, çizmeye çalıştığım her şey, aslında "herkes"i anlatıyordu.
Farkında olmadan hayatıma giren insanları...
Sonra sabah anneme gösterdim resmi.
Farkında olmadan hayatıma giren insanları...
Sonra sabah anneme gösterdim resmi.
Baktı uzun uzun, güldü.
"Bi’ şeye benzemiyor annecim.’’ dedi.
Ama bilmiyordu ki güneşi çizerken onu düşündüğümü...
Başta bozuldum anlamadı diye, ama sonra hak verdim.
Başta bozuldum anlamadı diye, ama sonra hak verdim.
Kim benim duyduğum gibi duyabilir kuşların sesini kim benim baktığım gibi bakabilir gökyüzüne kim benim içimi bilebilir?
Kalkıp da düş kapanı kurabilirler mi düşlerimin önüne?
Herkes farklı bakıyor yani, annem de öyle…
Gerçi mor ineği anlamaması biraz garipti ama olsun.
Diyeceğim o ki, kalem bizim elimizde olabilir ama yaşadığımız şeylere hep başkaları şekil veriyor. Ya renklendiriyorlar ya karalıyorlar.
Diyeceğim o ki, kalem bizim elimizde olabilir ama yaşadığımız şeylere hep başkaları şekil veriyor. Ya renklendiriyorlar ya karalıyorlar.
Bizim Abidin de mutluluğun resmini çizemediğiyle kalıyor.
Ben de tüm bunları yazarken kalkıp bi’ çay daha koyuyorum.
Görüşürüz.
Merve Çiçek Vatan
Ben de tüm bunları yazarken kalkıp bi’ çay daha koyuyorum.
Görüşürüz.
Merve Çiçek Vatan