Mart ayı yıl dönümleriyle geçiyor. Bunların arasına bir de "Kurban Bayramı" girdi. Yazmak istediklerimiz sıraya dizildiler. Millî marşımız da bunlardan biriydi. Geciksek de konuyu yazalım, dedik.
Marş sözü Fransızca olup yürümek anlamındadır. Müzik terimi olarak ise bir kimse veya topluluğun yürüyüşü demektir. Ülkelerin, bayrakları yanında simge olarak bir de marşları ve paraları vardır. İki ülkenin durumlarıysa marş konusunda istisna olurlar: Zimbabve'nin millî marşı yoktur. Yeni Zelanda'nın da bir millî marşı yoktur; çünkü iki marşı vardır! Millî marşlara ilişkin, ilgi çekici diğer tespitlerimiz şunlar olmuşlardır: Şu bildiğimiz İran'ın millî marşı, baskı ve zulmün yıkıldığını söylemektedir! Evet, günümüz İran’ında baskı ve zulüm yıkılmışmış! Kanada marşında beste bir, güfte ise İngilizce ve Fransızca olmak üzere, ayrı anlam da ikidir! Şimdiki Rusya'nın da, biri güftesiz iki millî marşı vardır. Gine, Senegal ve Tanzanya'nın marşları millî değil âdeta Afrika marşıdırlar! Afganistan, Birleşik Arap Emirlikleri, artık Kuzey'le birleşik olan Güney Yemen, İspanya, Katar, Moritanya'yla Somali'nin marşlarındaysa söz, yani güfte bulunmamaktadır. Peki, ülkeler, eğer klasik müziğin dünya devleri iseler millî marşları nasıl olur?.. Bakalım ne
olurmuş!?. Almanya'nın millî marşı Über Alles, ünlü müzik dâhisi Joseph Haydn'ın bestesi iken, Avusturya'nınki de en az onun kadar ünlü Wolfgang Amadeus Mozart’a aittir!
Ülkelerin millî marşlarını zaman zaman dinlemek imkânı bulmuşuzdur. Bu konudaki ortak düşünce şu olacaktır ki, bunların her biri derece derece dinlenebilir melodilerdir. Ancak bir de sözler yani güfteler vardır. Biz bunları da görüp okumak imkânı bulduk. Gayri ihtiyari birbirleriyle karşı karşıya getirdik. İçlerinde çocukça olanları ve hatta abuk subukları bile gördük!
Ülkemize gelince… Eğer millî kaygılarımız bizi yanıltmadıysa millî marşımızın şiiri olağan üstü olup, tam bir duygu selidir!
Şimdi de marşımızın hikâyesi… Zamanın Maarif Vekâleti 1921'de millî marş adına bir yarışma açmıştır. 724 katılımın görüldüğü yarışmaya Mehmet Âkif ise iltifat etmemiştir. Çünkü... O, kazanana verilecek (500 liralık) ödülü, böyle kutsal bir yarışta uygunsuz ve yakışıksız bulmakta, yarışa katılmayarak bunu protesto etmektedir. Onun katılmadığı yarışmadaki hiçbir şiir, marş için layık görülememiştir. Maarif Vekili olup, daha sonra Tanrıöver soyadını alacak Hamdullah Suphi, tam bu noktada ortaya çıkıp devreye girmiş, bizzat M.Âkif'le görüşüp (ödülü kaldırarak) onu ikna etmiştir. M.Âkif'in aday şiiri de Meclis kürsüsünden gene kendisi eliyle okunmuştur. Şiir, öylesine bir coşku uyandırmıştır ki, Meclis coşarak âdeta ayaklanmıştır! Büyük ve uzun bir alkış tufanı kopmuştur. l2 Mart 921'in bu olayı, M. Âkif'in şiirinin millî marş olarak kabulüyle sonuçlanacaktır. Onun ününe ün katan olay budur.
Millî marşımızın güftesinden sonra bestesi için de yarışılacaktır. 24 kişinin yarıştığı bestenin seçimi, o sırada yoğunlaşan Kurtuluş Savaşı sebebiyle süresiz ertelenmiştir. İmkân bulup da 1924'te toplanabilen seçiciler kurulu, Ali Rifat Çağatay'ın bestesini diğerlerine tercih edecektir. Ancak, bu beste de yeterli bulunmamış olacaktır ki, Cumhurbaşkanlığı Orkestra Şefi Osman Zeki Üngör'ün yeni bestesiyle, 1930'da yer değiştirecektir. Bugün hâlen seslendirdiğimiz beste işte bu sonuncusudur.
Millî Marşımız aruz vezniyle yazılmıştır. Feilâtün (fâilâtün), feilâtün, feilâtün, feilün (fâ'lün) kalıbındaki dörtlüklerden, onlu bir dizidir. Din, iman, hak ve de vatan gibi konuları millî bir görüşle anlatmaktadır. M. Âkif, milliyetçi kimlikte olmakla birlikte, bundan daha fazla da İslamcıdır. Ülkesinin mutlu ve parlak geleceğini İslam ülkeleriyle ortaklıkta görmektedir. Cumhuriyet'in Ulu Önderi’yse, her şeyden önce bir Türk milliyetçisidir. Cumhuriyet'i, ülkenin millî temelleri üstüne oturtmak istemiştir. İşte bu noktada, Cumhuriyet kadrolarıyla M.Âkif'in yolları ayrılacaktır. M. Âkif, bundan sonraki bir zaman, dargın ve mutsuz biçimde Mısır'da yaşamıştır. Artık dayanamayıp 1936'da döndüğü İstanbul'daysa, beş ay kadar sonra hayata veda etmiştir. Şu da vardır ki, dargın olduğu Cumhuriyet, onu, adına yaraşır bir devlet töreniyle toprağa vererek doğru olanı yapacaktır.
M. Âkif, l873'te İstanbul'da doğmuştur. Babası, Kosova'nın Türklerce İpek denilen Pec (Pek) kasabasından göçtüğü için, İpekli Hoca diye tanınan bir müderristir. M. Âkif; ilkokul, orta ve liseden sonra "Mülkiye Mektebi"ne devam ettiyse de burayı bırakıp "Yüksek Baytar Mektebi"ne gitmiştir. Mezun olduktan sonra da, baytar (veteriner) olarak göreve başlamıştır. Öte yandan da nazım ve nesir olarak yazmayı sürdürmektedir. Özellikle şiir alanında yıldızı parlayan bir yazar olmuştur. M. Âkif öncelikle asil, dürüst ve samimi bir kişiliktir. Bu sıfatlarına, yazarlığını da ekleyip "Millî Mücadele"ye katılmıştır. Kendi çapında yararlı da olmuştur. Cumhuriyet'e dargınlığı, bizim de ona darılmamız için gerekçe olmamalıdır. ona saygı duymamıza engel de olmamalıdır. M. Âkif, yanılmış da olsa ülkeye zarar vermemiştir. O, asla bir vatan haini düzeyine inmemiştir. Bir kusur etmişse eğer, bağışlanmalı; ruhu incitilmemelidir.
M. Âkif ve H.Suphi... Millî marşımızı yazan ve kabulünde etkin olan iki kimlik. Kısaca ve basit bir tanımla, sağcı ve solcu diyebileceğimiz bu iki değer, bizi şöyle bir noktaya götürmüşlerdir: Her ikisi de Arnavut kökenlidirler. Birinin ülkesini ne kadar sevdiğini, millî marşın güftesinde görmek yeteri kadar mümkündür. Diğeriyse,Türkçülüğün bayraktarlığını yaparken, alt kimliğini herhâlde hatırlamamıştır bile. H. Suphi, öylesine bir Türk milliyetçisidir ki, bunu vurgulamak için ya da başka amaçla olsun, onun adına faşist damgasını vuranlar bile olmuştur! Kendisi, Bükreş elçisiyken, neredeyse kaybolmakta olan Gagavuz Türklerini bulmuş, onlara kimliklerini hatırlatmış, bir takım yardımlar yaparak bugünlere gelebilmelerini temin etmiştir.
Irkçılıktan arınıp, mensup olduğu ülkenin çıkarlarına hizmet etmek...
Yaşadığı kültürü içine sindirebilmek...
İşte gerçek milliyetçilik budur!..
Bugün vatandaşımız olan bazılarının bundan öğrenecekleri çok şey olmalıdır.
Marş sözü Fransızca olup yürümek anlamındadır. Müzik terimi olarak ise bir kimse veya topluluğun yürüyüşü demektir. Ülkelerin, bayrakları yanında simge olarak bir de marşları ve paraları vardır. İki ülkenin durumlarıysa marş konusunda istisna olurlar: Zimbabve'nin millî marşı yoktur. Yeni Zelanda'nın da bir millî marşı yoktur; çünkü iki marşı vardır! Millî marşlara ilişkin, ilgi çekici diğer tespitlerimiz şunlar olmuşlardır: Şu bildiğimiz İran'ın millî marşı, baskı ve zulmün yıkıldığını söylemektedir! Evet, günümüz İran’ında baskı ve zulüm yıkılmışmış! Kanada marşında beste bir, güfte ise İngilizce ve Fransızca olmak üzere, ayrı anlam da ikidir! Şimdiki Rusya'nın da, biri güftesiz iki millî marşı vardır. Gine, Senegal ve Tanzanya'nın marşları millî değil âdeta Afrika marşıdırlar! Afganistan, Birleşik Arap Emirlikleri, artık Kuzey'le birleşik olan Güney Yemen, İspanya, Katar, Moritanya'yla Somali'nin marşlarındaysa söz, yani güfte bulunmamaktadır. Peki, ülkeler, eğer klasik müziğin dünya devleri iseler millî marşları nasıl olur?.. Bakalım ne
olurmuş!?. Almanya'nın millî marşı Über Alles, ünlü müzik dâhisi Joseph Haydn'ın bestesi iken, Avusturya'nınki de en az onun kadar ünlü Wolfgang Amadeus Mozart’a aittir!
Ülkelerin millî marşlarını zaman zaman dinlemek imkânı bulmuşuzdur. Bu konudaki ortak düşünce şu olacaktır ki, bunların her biri derece derece dinlenebilir melodilerdir. Ancak bir de sözler yani güfteler vardır. Biz bunları da görüp okumak imkânı bulduk. Gayri ihtiyari birbirleriyle karşı karşıya getirdik. İçlerinde çocukça olanları ve hatta abuk subukları bile gördük!
Ülkemize gelince… Eğer millî kaygılarımız bizi yanıltmadıysa millî marşımızın şiiri olağan üstü olup, tam bir duygu selidir!
Şimdi de marşımızın hikâyesi… Zamanın Maarif Vekâleti 1921'de millî marş adına bir yarışma açmıştır. 724 katılımın görüldüğü yarışmaya Mehmet Âkif ise iltifat etmemiştir. Çünkü... O, kazanana verilecek (500 liralık) ödülü, böyle kutsal bir yarışta uygunsuz ve yakışıksız bulmakta, yarışa katılmayarak bunu protesto etmektedir. Onun katılmadığı yarışmadaki hiçbir şiir, marş için layık görülememiştir. Maarif Vekili olup, daha sonra Tanrıöver soyadını alacak Hamdullah Suphi, tam bu noktada ortaya çıkıp devreye girmiş, bizzat M.Âkif'le görüşüp (ödülü kaldırarak) onu ikna etmiştir. M.Âkif'in aday şiiri de Meclis kürsüsünden gene kendisi eliyle okunmuştur. Şiir, öylesine bir coşku uyandırmıştır ki, Meclis coşarak âdeta ayaklanmıştır! Büyük ve uzun bir alkış tufanı kopmuştur. l2 Mart 921'in bu olayı, M. Âkif'in şiirinin millî marş olarak kabulüyle sonuçlanacaktır. Onun ününe ün katan olay budur.
Millî marşımızın güftesinden sonra bestesi için de yarışılacaktır. 24 kişinin yarıştığı bestenin seçimi, o sırada yoğunlaşan Kurtuluş Savaşı sebebiyle süresiz ertelenmiştir. İmkân bulup da 1924'te toplanabilen seçiciler kurulu, Ali Rifat Çağatay'ın bestesini diğerlerine tercih edecektir. Ancak, bu beste de yeterli bulunmamış olacaktır ki, Cumhurbaşkanlığı Orkestra Şefi Osman Zeki Üngör'ün yeni bestesiyle, 1930'da yer değiştirecektir. Bugün hâlen seslendirdiğimiz beste işte bu sonuncusudur.
Millî Marşımız aruz vezniyle yazılmıştır. Feilâtün (fâilâtün), feilâtün, feilâtün, feilün (fâ'lün) kalıbındaki dörtlüklerden, onlu bir dizidir. Din, iman, hak ve de vatan gibi konuları millî bir görüşle anlatmaktadır. M. Âkif, milliyetçi kimlikte olmakla birlikte, bundan daha fazla da İslamcıdır. Ülkesinin mutlu ve parlak geleceğini İslam ülkeleriyle ortaklıkta görmektedir. Cumhuriyet'in Ulu Önderi’yse, her şeyden önce bir Türk milliyetçisidir. Cumhuriyet'i, ülkenin millî temelleri üstüne oturtmak istemiştir. İşte bu noktada, Cumhuriyet kadrolarıyla M.Âkif'in yolları ayrılacaktır. M. Âkif, bundan sonraki bir zaman, dargın ve mutsuz biçimde Mısır'da yaşamıştır. Artık dayanamayıp 1936'da döndüğü İstanbul'daysa, beş ay kadar sonra hayata veda etmiştir. Şu da vardır ki, dargın olduğu Cumhuriyet, onu, adına yaraşır bir devlet töreniyle toprağa vererek doğru olanı yapacaktır.
M. Âkif, l873'te İstanbul'da doğmuştur. Babası, Kosova'nın Türklerce İpek denilen Pec (Pek) kasabasından göçtüğü için, İpekli Hoca diye tanınan bir müderristir. M. Âkif; ilkokul, orta ve liseden sonra "Mülkiye Mektebi"ne devam ettiyse de burayı bırakıp "Yüksek Baytar Mektebi"ne gitmiştir. Mezun olduktan sonra da, baytar (veteriner) olarak göreve başlamıştır. Öte yandan da nazım ve nesir olarak yazmayı sürdürmektedir. Özellikle şiir alanında yıldızı parlayan bir yazar olmuştur. M. Âkif öncelikle asil, dürüst ve samimi bir kişiliktir. Bu sıfatlarına, yazarlığını da ekleyip "Millî Mücadele"ye katılmıştır. Kendi çapında yararlı da olmuştur. Cumhuriyet'e dargınlığı, bizim de ona darılmamız için gerekçe olmamalıdır. ona saygı duymamıza engel de olmamalıdır. M. Âkif, yanılmış da olsa ülkeye zarar vermemiştir. O, asla bir vatan haini düzeyine inmemiştir. Bir kusur etmişse eğer, bağışlanmalı; ruhu incitilmemelidir.
M. Âkif ve H.Suphi... Millî marşımızı yazan ve kabulünde etkin olan iki kimlik. Kısaca ve basit bir tanımla, sağcı ve solcu diyebileceğimiz bu iki değer, bizi şöyle bir noktaya götürmüşlerdir: Her ikisi de Arnavut kökenlidirler. Birinin ülkesini ne kadar sevdiğini, millî marşın güftesinde görmek yeteri kadar mümkündür. Diğeriyse,Türkçülüğün bayraktarlığını yaparken, alt kimliğini herhâlde hatırlamamıştır bile. H. Suphi, öylesine bir Türk milliyetçisidir ki, bunu vurgulamak için ya da başka amaçla olsun, onun adına faşist damgasını vuranlar bile olmuştur! Kendisi, Bükreş elçisiyken, neredeyse kaybolmakta olan Gagavuz Türklerini bulmuş, onlara kimliklerini hatırlatmış, bir takım yardımlar yaparak bugünlere gelebilmelerini temin etmiştir.
Irkçılıktan arınıp, mensup olduğu ülkenin çıkarlarına hizmet etmek...
Yaşadığı kültürü içine sindirebilmek...
İşte gerçek milliyetçilik budur!..
Bugün vatandaşımız olan bazılarının bundan öğrenecekleri çok şey olmalıdır.
Mete Esin