Ne ekonomik sıkıntılar, ne de bunun doğurduğu işsizlik benzeri sorunlar... Son günlerde dünyâ gündemindeki başlıca konu terördür. Özellikle de ABD’de yaşanan terörün gerçekten dev boyutlusu. Arapça tedhiş karşılığı olan terör, dilimize Fransızca’dan geçmiş sözlerden biri olur. Anlamı için; korkutmak, korkutarak sindirip yıldırmak diyebiliriz. Terör sözü, terörün kendisiyle birlikte şu son yıllarda dile düşmüştür. Fakat, terör ortaya yeni çıkmış bir olgu değildir. Çok sık olmasa da, tarih kayıtlarında örneklerine rastlanabilmektedir. Özünde gizli ve sinsi bir niyet yatan sabotaj ve suikastı da, terör dediğimiz eylemlerin birer parçası saymaktayız. Bunlar terörün eylemleri ve uygulama biçimleridirler.
İnsanlar teröre neden ihtiyaç duyup, bunu neden yaparlar? Konuya buradan başlayalım. Anlaşamazlıklar, insanın yeryüzündeki varlığı kadar eskidir. Bu noktada “Habil-Kabil”i hatırlayalım. Terörün de temelinde, daha çok siyasal olmak üzere, aslında bu anlaşamazlıklar yatmaktadırlar. Düşmanları veya rakipleriyle olan münâsebetlerinde anlaşıp uzlaşamayan, kendilerini kabul ettiremeyip, onu alt edecek başka gücü ve imkânı da bulunmayanlar, çareyi; sabotaj gibi, suikast gibi dehşet uyandıran ve haince
eylemlerde görmektedirler. Karşılarında bulunanları böylece korkutup sindirecekler, bıktıracaklar ve amaçlarına ulaşacaklardır. Düşünce ve hesapları budur. Ancak... Savaşlar sırasında görülebilecek baskın gibi, sabotaj gibi eylemleri, yukarıdakilerden ayırt etmek gerekecektir. Çünkü, savaşların felsefesi çok daha başkadır.
ABD’deki son terör olayının piyon eylemcileri kesinlikle belli oldular. İnançları uğrunda, günahsız binlerce insanla birlikte kendilerini de öldüren zavallı yaratıkların kimlikleri açıklandı. Bunların hepsinin İslam’a mensup gençler oldukları anlaşıldı. Günümüz dünyasında, terörün hâlen söz konusu olduğu bölgeleri gözden geçirecek olursak; Afganistan, Cezayir, Endonezya, Filipinler, Filistin, Lübnan, Malezya, Mısır ve ülkemizin teröre sahne olduklarını görürüz ki, bu ülkelerin hepsinde, teröristler İslam’a mensupturlar. Bunlardan başka, Kuzey İrlandalılar, İspanya’da Basklılar, Seylan’da Tamiller, Kolombiya’daki uyuşturucu tacirleri gibi bazı gruplar da arada bir terör estirmektedirler. Şu var ki, bütün teröristler arasında İslamlar veya İslamcılar başı çekmektedirler. Acaba neden böyle olmaktadır? İslam’da terörün yeri var mıdır? Hayır, İslam’ın kitabında ne kendini öldürmek vardır, ne de masumu öldürmek. Üstelik bunlar büyük günahlardan sayılmaktadırlar. Hâl böyleyken, İslam ve İslamcılar ölmekle öldürmekten geri durmamaktadırlar!
Burada İslam’ın başına dönmek istiyoruz. Hz. Peygamber 632 yılında ölmüş, Arap toplumuyla İslam kurumu başsız kalmışlardır. Bunun üzerine; Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali adlarındaki Arap-İslam büyükleri sırasıyla Halife seçilmişlerdir. Ebubekir, değişik kişiler elindeki müsvette ayetleri toplatıp gözden geçirerek, bunları birbirleriyle ve haaafızların ezberleriyle karşılaştıran, doğrusuyla yanlışını ayırıp ayıklayan ve böylece ilk Kur’an’ı ortaya koyan kişidir. Osman ise, yanlış okunmaya çok müsait o zamanki Arap yazısını, hareke denilen işaretler ekleterek ıslah ettirip, Kur’an’ı bugünkü biçimde yeniden ve ikinci defa yazdırmıştır. Ömer ve Ali de sivil ve asker olarak diğerleri kadar iyi yönetim gösterip, İslam dininin yayılıp kök salması konusunda emek ve önemli hizmetler vermişlerdir. Fakat… Dört İslam liderinden ilki dışındakiler, bizzat İslam’ın mensuplarınca öldürülmüşlerdir! İslam tarihinin daha başlarında işte böyle olaylar görülebilmektedir.
Bugün terör deyince, akla, haklı olarak Suudi-Arap Usame bin Lâdin geliyor. Fotoğrafına bakılınca şeytanı andıran, şeytani niyetini de açıkça ortaya koyan bu sefil adam, İslam ülkelerinden derlediği her hâlde âciz, yoksul ve zavallı gençlerin beyinlerini yıkayıp, onları kendine bağlayarak terörist müritler yapıyor. ABD’de yaşanan olaydaki gibi robot olarak yönlendiriyor, ölmeye ve öldürmeye gönderiyor. Bin Ladin, belki de Sabbah’ı örnek almaktadır. Şeytani davranışlar gösteren Usame bin Ladin, geçmişte değindiğimiz başka ve eski bir İslam terörcüsü Hasan Sabbah’a gerçekten son derecede benzemektedir.
Sabbah, XI. yy’ da İran’da Kum şehrinde doğmuştur. Aynı zamanda filozof ve yazar olan bu adam, kendini anlattığı kitabında köklerinin Yemen’den geldiğini yazmaktadır. Yani o da bir Arap’tır. Sabbah, inandırıp sımsıkı kendine bağladığı terörist müritlerini, ayrıca haşhaş içirip uyuşturarak, düşünmek, okumak ve öğrenmekten alıkoymuştur. Ona göre, Allah’ı tanımak için akıl ve düşünce yanlıştır. Akıl, olayları kavramak için yeterli değildir. Şurada hemen belirtelim ki, Sabbah, bütün bir İslam için değil, sayıları yüzlerle ifade edilen İslam mezhep ve tarikatlarından Batıniler adına ortaya çıkmıştır. Sünniler, Sabbah’ı esasen sapkın saymışlardır. Sabbah, yıllar yılı terör tasarladığı Alamut kalesinde 1124’te öldükten sonra, kurduğu tarikat bir süre daha yaşamıştır. 1256’da, Cengiz Han'ın göktanrıcı torunu Hülagu, Alamut kalesini alıp, Sabbah’ın halifesiyle, ardıl ve müritlerini öldürterek, onlarla birlikte Sabbah’ın felsefesini ortadan kaldırmıştır.
Dünya coğrafyasına dikkat edersek, İslam ülkelerinin dünyanın en fakirleri arasında yer almakta olduklarını görürüz. Ülkemiz ve üç beş petrol ülkesi dışındaki Müslümanlar sefalet içinde yaşamaktadırlar. Okumak yazmak yok, bilgi ve beceri yoktur. İş yok aş yoktur. Bu ülkeler arasında Afganistan baş sıralardadır. Diğer yandan, Orta Doğu’da, Filistin ve İsrail arasında amansız bir mücadeleye tanık olmaktayız. Bilim ve teknolojiyi sonuna kadar kullanan zengin İsrail, sefil ve perişan Filistin’le dalga geçmekte, kedi fareyle oynarcasına oynamaktadır. İslam’ın kutsal bazı yapılarının da bulunduğu bölgede, Filistin’in yenilgisini kendi yenilgisi sayanlar, İsrail ile onun destekçisi gördükleri, başta ABD olmak üzere Batı dünyasına öfkelenmektedirler. Doğrusu şudur ki, Batı’nın refahına da haset etmektedirler. İşte bu öfke ve hasetle kalkıp, cinayetler işlemekte, bu uğurda kendilerini bile feda etmektedirler. Cenneti umarak, inandıkları İslam’ın kendi akideleri uyarınca onulmaz günahlar işlemektedirler! Ahiret’te kavuşacaklarına inandıkları huriler uğrunda, insanlığın bazı değerlerini yok edip kaybetmektedirler.
İnsanlar teröre neden ihtiyaç duyup, bunu neden yaparlar? Konuya buradan başlayalım. Anlaşamazlıklar, insanın yeryüzündeki varlığı kadar eskidir. Bu noktada “Habil-Kabil”i hatırlayalım. Terörün de temelinde, daha çok siyasal olmak üzere, aslında bu anlaşamazlıklar yatmaktadırlar. Düşmanları veya rakipleriyle olan münâsebetlerinde anlaşıp uzlaşamayan, kendilerini kabul ettiremeyip, onu alt edecek başka gücü ve imkânı da bulunmayanlar, çareyi; sabotaj gibi, suikast gibi dehşet uyandıran ve haince
eylemlerde görmektedirler. Karşılarında bulunanları böylece korkutup sindirecekler, bıktıracaklar ve amaçlarına ulaşacaklardır. Düşünce ve hesapları budur. Ancak... Savaşlar sırasında görülebilecek baskın gibi, sabotaj gibi eylemleri, yukarıdakilerden ayırt etmek gerekecektir. Çünkü, savaşların felsefesi çok daha başkadır.
ABD’deki son terör olayının piyon eylemcileri kesinlikle belli oldular. İnançları uğrunda, günahsız binlerce insanla birlikte kendilerini de öldüren zavallı yaratıkların kimlikleri açıklandı. Bunların hepsinin İslam’a mensup gençler oldukları anlaşıldı. Günümüz dünyasında, terörün hâlen söz konusu olduğu bölgeleri gözden geçirecek olursak; Afganistan, Cezayir, Endonezya, Filipinler, Filistin, Lübnan, Malezya, Mısır ve ülkemizin teröre sahne olduklarını görürüz ki, bu ülkelerin hepsinde, teröristler İslam’a mensupturlar. Bunlardan başka, Kuzey İrlandalılar, İspanya’da Basklılar, Seylan’da Tamiller, Kolombiya’daki uyuşturucu tacirleri gibi bazı gruplar da arada bir terör estirmektedirler. Şu var ki, bütün teröristler arasında İslamlar veya İslamcılar başı çekmektedirler. Acaba neden böyle olmaktadır? İslam’da terörün yeri var mıdır? Hayır, İslam’ın kitabında ne kendini öldürmek vardır, ne de masumu öldürmek. Üstelik bunlar büyük günahlardan sayılmaktadırlar. Hâl böyleyken, İslam ve İslamcılar ölmekle öldürmekten geri durmamaktadırlar!
Burada İslam’ın başına dönmek istiyoruz. Hz. Peygamber 632 yılında ölmüş, Arap toplumuyla İslam kurumu başsız kalmışlardır. Bunun üzerine; Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali adlarındaki Arap-İslam büyükleri sırasıyla Halife seçilmişlerdir. Ebubekir, değişik kişiler elindeki müsvette ayetleri toplatıp gözden geçirerek, bunları birbirleriyle ve haaafızların ezberleriyle karşılaştıran, doğrusuyla yanlışını ayırıp ayıklayan ve böylece ilk Kur’an’ı ortaya koyan kişidir. Osman ise, yanlış okunmaya çok müsait o zamanki Arap yazısını, hareke denilen işaretler ekleterek ıslah ettirip, Kur’an’ı bugünkü biçimde yeniden ve ikinci defa yazdırmıştır. Ömer ve Ali de sivil ve asker olarak diğerleri kadar iyi yönetim gösterip, İslam dininin yayılıp kök salması konusunda emek ve önemli hizmetler vermişlerdir. Fakat… Dört İslam liderinden ilki dışındakiler, bizzat İslam’ın mensuplarınca öldürülmüşlerdir! İslam tarihinin daha başlarında işte böyle olaylar görülebilmektedir.
Bugün terör deyince, akla, haklı olarak Suudi-Arap Usame bin Lâdin geliyor. Fotoğrafına bakılınca şeytanı andıran, şeytani niyetini de açıkça ortaya koyan bu sefil adam, İslam ülkelerinden derlediği her hâlde âciz, yoksul ve zavallı gençlerin beyinlerini yıkayıp, onları kendine bağlayarak terörist müritler yapıyor. ABD’de yaşanan olaydaki gibi robot olarak yönlendiriyor, ölmeye ve öldürmeye gönderiyor. Bin Ladin, belki de Sabbah’ı örnek almaktadır. Şeytani davranışlar gösteren Usame bin Ladin, geçmişte değindiğimiz başka ve eski bir İslam terörcüsü Hasan Sabbah’a gerçekten son derecede benzemektedir.
Sabbah, XI. yy’ da İran’da Kum şehrinde doğmuştur. Aynı zamanda filozof ve yazar olan bu adam, kendini anlattığı kitabında köklerinin Yemen’den geldiğini yazmaktadır. Yani o da bir Arap’tır. Sabbah, inandırıp sımsıkı kendine bağladığı terörist müritlerini, ayrıca haşhaş içirip uyuşturarak, düşünmek, okumak ve öğrenmekten alıkoymuştur. Ona göre, Allah’ı tanımak için akıl ve düşünce yanlıştır. Akıl, olayları kavramak için yeterli değildir. Şurada hemen belirtelim ki, Sabbah, bütün bir İslam için değil, sayıları yüzlerle ifade edilen İslam mezhep ve tarikatlarından Batıniler adına ortaya çıkmıştır. Sünniler, Sabbah’ı esasen sapkın saymışlardır. Sabbah, yıllar yılı terör tasarladığı Alamut kalesinde 1124’te öldükten sonra, kurduğu tarikat bir süre daha yaşamıştır. 1256’da, Cengiz Han'ın göktanrıcı torunu Hülagu, Alamut kalesini alıp, Sabbah’ın halifesiyle, ardıl ve müritlerini öldürterek, onlarla birlikte Sabbah’ın felsefesini ortadan kaldırmıştır.
Dünya coğrafyasına dikkat edersek, İslam ülkelerinin dünyanın en fakirleri arasında yer almakta olduklarını görürüz. Ülkemiz ve üç beş petrol ülkesi dışındaki Müslümanlar sefalet içinde yaşamaktadırlar. Okumak yazmak yok, bilgi ve beceri yoktur. İş yok aş yoktur. Bu ülkeler arasında Afganistan baş sıralardadır. Diğer yandan, Orta Doğu’da, Filistin ve İsrail arasında amansız bir mücadeleye tanık olmaktayız. Bilim ve teknolojiyi sonuna kadar kullanan zengin İsrail, sefil ve perişan Filistin’le dalga geçmekte, kedi fareyle oynarcasına oynamaktadır. İslam’ın kutsal bazı yapılarının da bulunduğu bölgede, Filistin’in yenilgisini kendi yenilgisi sayanlar, İsrail ile onun destekçisi gördükleri, başta ABD olmak üzere Batı dünyasına öfkelenmektedirler. Doğrusu şudur ki, Batı’nın refahına da haset etmektedirler. İşte bu öfke ve hasetle kalkıp, cinayetler işlemekte, bu uğurda kendilerini bile feda etmektedirler. Cenneti umarak, inandıkları İslam’ın kendi akideleri uyarınca onulmaz günahlar işlemektedirler! Ahiret’te kavuşacaklarına inandıkları huriler uğrunda, insanlığın bazı değerlerini yok edip kaybetmektedirler.
Mete Esin