Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez, giymiş olduğu sırmalı kaftanın hakkını gerçekten de hakkıyla veren bir Diyanet İşleri Başkanı’dır! Kaftanın vermiş olduğu havayla olacak, Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı gibi değil de sanki imparatorluk Türkiye’sinin şeyhülislamı gibi hareket etmektedir Sayın Başkan. Bu manzarayı en son 28 Temmuz 2011 günü Ankara’da Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda gördük. Zira Sayın Görmez, sıradan bir basın toplantısıyla duyurması gereken ve kendisinden önceki başkanlar döneminde de benzerleri düzenlenen bir kampanyayı, binlerce kişinin katılımıyla ve tamamen bir şov ortamında gerçekleşen kapalı salon toplantısıyla dünya âleme duyurmayı tercih etmiştir. Neymiş efendim,
5601’e üç SMS gönder Afrika’ya bir fitre bir iftar göndermiş ol.
5601’e üç SMS gönder Afrika’ya bir fitre bir iftar göndermiş ol.
Sayın Başkan'ın, tamamen bir şov havasında tanıttığı kampanya çerçevesinde yapmış olduğu konuşmada sarf etmiş olduğu bazı sözler şöyledir:
"Doğu Afrika son 60 yılın en büyük kuraklığını yaşıyor. Özellikle Somali, Etiyopya, Kenya, Eritre, Tanzanya, Uganda ve Burundi'de kuraklık, başta çocuklar olmak üzere binlerce insanın yaşamını tehdit ediyor… Bu kampanya ile Ramazan'ın bereketini kardeşlerimiz ile paylaşmış, fitrelerimizin en azından bir tanesini, bir kişilik iftarın masrafını göndermek suretiyle Afrika'da açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalan kardeşlerimize bir lokma ekmek, bir yudum su ikram etmiş olacağız… Bütün operatörlerden AFRIKA yazıp 5601'e gönderilecek olan SMS'ler 5 TL karşılığında olacak. 3 SMS gönderildiğinde bir fitre bir iftar parası verilmiş olacaktır… Ümit ediyoruz ki, fitrelerimiz ve iftarlarımız uzaklarda hayata tutunmaya çalışan çocuklarımıza, onların canlarına ab-ı hayat* olacaktır."(1)
Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinde ulusal olmaktan öte emperyal bir hususiyet vardır. Demek oluyor ki; Diyanet İşleri Başkanlığı, yurt içindeki açlık ve fakirlik sorununu çoktan çözmüş bulunuyor. Demek ki; ülke içinde aç ve açık kimsecikler kalmamış ve Sayın Başkan, Diyanet’in elindeki çözüm imkânlarını yurt dışına taşımaya ve taşırmaya karar vermiş bulunuyor. Anlaşılan, bu milletin kurban etlerini yurtdışına taşımak Sayın Başkanı kesmemiş olacak ki; şimdi de bu milletin fitre ve zekâtlarına gözünü dikmiş bulunuyor. Sayın Başkan, bu ülkede açlıktan ölen ve bakıma muhtaç çocukları görmezden gelme uğruna uzak diyarlardaki insanlara abıhayat sunma hayaline kaptırmış kendisini.
Sayın Diyanet İşleri Başkanı’na hatırlatmak isteriz ki; en son yapılan hesaplamalara göre Türkiye’de dört kişilik bir ailenin fakirlik sınırı 2.843 TL, açlık sınırı 873 TL (2), büyükler için asgari ücret net 658.95 TL, işsizlik oranı ise son hesaplamalara göre %10 civarındadır. Bu oranların anlamı şudur: Bu ülkede nüfusunun en az 5-6 milyonu işsizdir. Yani sıfır geliri vardır ve tamamen açtır. Bu insanlar başkalarının ianeleriyle ayakta durmaktadırlar. Bu ülkede asgari ücret alan milyonlarca vatandaş, örneğin ellerinde paspas, temizlik bezi ve çay tepsileriyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın koridorlarında sabahtan akşama kadar fır dönen taşeron işçileri açlık sınırının altında yaşamaktadırlar. Sayın Başkan'ın kendi memurları da dâhil olmak üzere; bu ülkenin memurları bile fakirlik sınırının altında yaşam mücadelesi vermekte olup fitre ve sadakaya muhtaç durumdadırlar ki; devlet memurlarına fitre verilebileceği konusunda verilmiş fetvalar mevcuttur. İşte böyle bir ülkenin Diyanet İşleri Başkanı kalkmış, rahatlıkla ve hiç çekinmeden bu ülke insanının fitre ve zekâtlarını Afrika ülkelerine aktarmaktan bahsediyor iyi mi? Bu noktada ayran ve fayton konulu atasözümüzü zikretmeyi abesle iştigal ve ar kabul ediyoruz.
Evet, başkalarına yardımcı olmak elbette güzel bir davranıştır. Çünkü bizler de biliriz ki; veren el alan elden elbette üstündür. Ancak uygun olan “İnnemel mü’minûne ihvetün” (3) ayetinin kapsamını öncelikle kendi yurttaşlarımızdan başlatmaktır. Zaten Kur’an da öyle diyor ve öncelikle akrabalara, yani yakınlara bakmayı emrediyor (4) değil mi Sayın Başkan?
Sayın Mehmet Görmez’in aynı konuşmada din görevlilerine yönelik olarak kullanmış olduğu; "Sadece zenginlerin davet edilip fakirlerin unutulduğu, bu yüzden de Sevgili Peygamberimiz tarafından en kötü yemek olarak nitelendirilen sofralar kurmaktan ısrarla kaçınmalıyız. Kardeşlikleri pekiştirmek, komşulukları canlandırmak, akrabalık ilişkilerini ayağa kaldırmak için verilecek tüm iftar davetlerine evet ama sadece reklam, gösteriş ve tanıtım amaçlı iftar sofralarına hayır diyorum." şeklindeki sözlerini elbette yerinde buluyoruz. Ancak Sayın Başkan'ın, “Lütfen öncelikle siz birbirinizi iftar sofralarına davet ediniz. Beni davet edin, ben de geleyim." şeklindeki sözlerinde buram buram bencillik ve menfaatçilik yatmaktadır. Çünkü Başkan bu sözleriyle açık açık bencillik çağrısı yapmaktadır görevlilerine. Hatta kendisi başkalarını davet etmeyi düşünmüyor, din adamlarının ortak beklentisi olan başkaları tarafından davet edilmeyi istiyor. Sözüm ona Diyanet İşleri Başkanlığı asrımıza “Komşuluk Aşısı” yapacakmış. Bu bencil düşüncelerle hiç komşuluk aşısı mı yapılırmış.
Sözde çağımıza komşuluk aşısı yapma ve din kardeşliği adına, gerçekte ise Hükûmetin dış politikasına paralel olarak Afrika ülkelerine doğru açılma manevraları yapan Sayın Diyanet İşleri Başkanı’na, en üst yöneticisi olması hasebiyle Türkiye Diyanet Vakfı ile ilgili olarak sormak isteriz ki;
Sayın Başkan,
1-Tasarruf tedbirleri ve küçülme adına Genel Merkez kadrolarında çalışmakta iken, “ya işten atın ya da maaşlarını kendiniz vermek suretiyle çalıştırın” demek suretiyle müftülerin insafına terk ettiğiniz ve adeta müftülerin elinde birer oyuncak, kapılarında uşak pozisyonuna soktuğunuz "TDV Şube Memurları" hakkında (elbette iyileştirme yönünde) herhangi bir düşünceniz var mıdır?
2-Bu yönetim anlayışı ile işini kaybederek bir kısmı kafayı sıyıran "TDV Vakıf Şube Memurları" hakkında en azından bir özür ve helalleşme toplantısı yapmayı düşünüyor musunuz? Geçirmiş oldukları psikolojik travma sebebiyle kafayı sıyırarak yuvası yıkılıp, ailesi dağılan vakıf çalışanlarını tedavi ettirme gibi bir düşünceniz var mıdır?
3-Emeklilikleri gelen TDV çalışanlarından, korumasız durumda oldukları için gözünüze kestirip apar topar emekli ettiğiniz memurların gönüllerini almayı ve en azından onlara yönelik bir iftar düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
4-Haksız yere ve kanunlara aykırı olarak, yani hukuksuz bir işlemle sözleşmelerini feshettiğiniz ve bu haksızlığınız, yargı tarafından da tescil edilen Vakıf personelinden en azından bir özür dilemeyi düşünüyor musunuz?
5-Emekliliklerinin üzerinden yıllar geçtiği hâlde bazı Vakıf çalışanlarını ısrarla görevde tutmaya devam etmenizin, bazılarını ise emekli edip kıdem tazminatlarını ödedikten sonra ve yüksek maaşla aynı görevde tutmaya devam etmenizin gerçek sebebi nedir? Bu insanların sahip oldukları bilgi ve tecrübenin vazgeçilmez derecede olmadığı herkesçe bilinmekte iken bu konuda sizi engelleyen etken nedir? Aynı cemaate aynı tarikata veya aynı siyasi düşünceye sahip olmak olabilir mi? Ya da bunların arkaları çok mu kavidir?
6-Sözüm ona “personel giderlerinden tasarruf etmek” maksadıyla işten çıkarmalar yaptığınız Türkiye Diyanet Vakfı’ndaki bazı görevlerde, mevcut personelden yararlanmak varken bu görevlere yeni personel almanızın sebebi nedir? Vakıf Genel Müdürü, Vakıf Genel Müdür Yardımcısı ve Dış İlişkiler Müdürü olarak işe aldığınız insanların uzmanlık derecesi nedir? Vakıf Genel Müdür Yardımcısı ve Dış İlişkiler Müdürü olarak işe aldığınız insanların yakın arkadaşlarınız/tanıdıklarınız olduğu iddiaları doğru mudur?
7-“Lütfen öncelikle siz birbirinizi iftar sofralarına davet ediniz. Beni davet edin, ben de geleyim." şeklindeki çağrınız iyi güzel de bu iftarların maliyetlerini kimler karşılayacaktır? Personelinizin, cami kapılarından toplanan yardım paralarıyla ya da Kur’an Kurslarının mutfaklarını kullanarak birbirlerine iftar yemekleri vermeyeceklerinden emin misiz?
8-Camiler için toplanan yardım paralarını makam araçlarının benzin giderlerinin karşılanmasında, Kur’an Kursları ya da öğrenci bursları için toplanan bağışları müftülüğün sair ihtiyaçlarında kullanan müftü efendilerin (ki; bunlar bizce de malumdur), Afrika ülkeleri diyerek halktan topladıkları fitre ve zekâtları tam olarak merkez hesaplarına göndereceklerinden emin misiniz?
9- Toplanacak fitre ve zekâtların ilgili ülkelerde açlık çeken insanlara ulaşacağından ne kadar eminsiniz? Bu konuda hangi tedbirleri aldınız?
Sayın Başkan,
Benzerlerini çoğaltmak elbette mümkün olan yukarıdaki sorulara adam akıllı ve mantıklı cevaplar vermediğiz sürece, sizin “çağa komşuluk aşısı yapma” iddianız ve sözüm ona“Mü’minler ancak kardeştir…” ilahî hükmü çerçevesinde başlattığınız Afrika’ya fitre ve iftar parası gönderme kampanyanız kesinlikle afaki iddia ve kampanyalardır. Her iki kampanyanın da ayakları tam olarak yere basmamaktadır.
Bu kampanyalar çerçevesinde belki bir miktar fitre ve zekâtı Somali’ye, Etiyopya’ya, Eritre’ye, Gazze’ye ve Kenya’daki mülteci kamplarına aşırabilirsiniz. Belki “Çağa komşuluk aşısı yapma” adına müftülükler kanalıyla ve korkarım ki; yönetiminizdeki "Kur’an Kursları"nın imkânları ya da yardım paraları kullanılarak geniş katılımlı iftarlar düzenleyebilirsiniz. Ancak şunu bilin ki; bu tür çalışmalarınızın hiçbirisi (elbette doğrusunu ancak Allah bilir) Allah’ın rızasını kazanmaya matuf çalışmalar değildir. Çünkü siz, en başta haksız ve hukuksuz birçok işlemin altına imza atabilmiş bir başkansınız. Bu haksız işlemler sebebiyle üzdüğünüz, hatırını yıktığınız, gönlünü kırdığınız çalışanlarınızdan en azından kurumsal bazda özür dileyip helallik almadıkça yapmış olduğunuz hiçbir çalışma, Allah katında makbul olmayacaktır.
Bana kalırsa siz, bırakın Afrika’yı filan öncelikle Yunus’un “Yunus miskin der, Hoca:/ İster bin kez var hacca/ Hepisinden iyice/ Bir gönüle girmektir.” sözü gereğince, yıkmış olduğunuz gönülleri tamir etmeye bakın. Cenneti, Somali ve Habeşistan sahralarında aramayın, sizin cennetiniz kesinlikle buradadır. Siz cenneti Afrika çöllerinde değil, Türkiye’de aramalısınız. Bana kalırsa siz, haksız işlemlerle hayatlarını cehenneme çevirdiğiniz çalışanlarınızın gönüllerini yaparak cennetin yolunu bulmaya bakın. Ha, bir de çalışanlarınızdan sizi iftara davet etmelerini beklemeyin. Öncelikle siz onları davet edin…
HAYIRLI RAMAZANLAR!..
Ömer Sağlam
______________
3-Hucurat 49/10
4- Nahl 16/90