Umum Müslümanların Hz. Peygamber’i rüyalarında görmek için can attığı bu mübarek "Ramazan Ayı"nda, böyle bir rüyayı anlatmak akıllıca bir iş midir bilmiyorum. Ne yapalım ki; biz de diğer Müslümanlar gibi rüyamızda Hz. Peygamber’i görmeyi umarken, kısmetimize Mustafa Kemal Atatürk çıktı. Neyse buna da şükür. Her ikisinin adı da Mustafa olduğuna göre bizim için fark etmez. Bu sene Türklüğümüzü esas alarak en büyük Türk Atatürk’ü rüyamızda bize gösteren Allah, umarım seneye de Müslümanlığımızı esas alarak Müslümanların şefaat penahı olan Muhammed Mustafa’yı (s.a.s) gösterir, inşallah…
Efendim uzatmayalım; 09.08.2011 günü ailecek sahurumuzu yaptıktan sonra sabah namazımızı da kılarak uykuya dalmıştık. Rüyamda, köyümüzün mezarlığına yakın bir yerde, "Büyüktarla" denilen bir mevkide bulunuyorum. Mevsim kış. Sahipleri akrabamız olan bir tarlada kara ve çamura dala bata köye doğru güç bela yürümeye çalışıyorum. Gidiş yönümde, yani bulunduğum nokta ile köy arasında bir yerde köyün mezarlığı
bulunuyor. Tarlada 5-10 metre henüz yürümüştüm ki; tarlanın sahipleri olan akrabalarımızdan evin büyük erkeği olan Rıfat Efendi’nin kar küremekle meşgul olduğunu, başta eşi Gülen Hanım olmak üzere evin kadınlarının da açık araziye ve karın üstüne kurmuş olduğu büyük tencere ve kazanlarda yemek pişirmekte olduklarını görüyorum. Ortada ev filan gözükmüyor. Etli yemekler harika görünüyorlar. Selam verip bir müddet lafladıktan sonra yoluma devam ediyorum.
Yanlarından ayrılır ayrılmaz, yani üzerinde yürüdüğüm tarla henüz bitmeden yaz görüntülerinin hâkim olduğu bir alana geçiyorum. Tarlanın yol tarafında yüksekçe bir taş duvar mevcut ve tarlanın bitim noktasından yola inmem gerekiyor. Her nedense, ağaçtan yapılmış bir kafesin içinden geçerek yola inmem icap ediyor. Kafesin üst kapağını kaldırıp, yola bakan yan tarafındaki kapaktan yola geçmek için kafesin içine giriyorum. Ancak yan taraf olduğu gibi parmaklıklarla kapalı, yani kapı bulunmuyor. Bir müddet kafese sıkışıp kalıyorum. Neden sonra üst kapağı güç bela açıp dışarı çıkıyorum, o da nesi? Dışarıda köy halkından oluşan kadınlı erkekli 15-20 civarında bir grup insan duruyor.
Bir müddet sonra, alttaki yolda tamamı asker elbisesi giymiş, tabur ya da alay büyüklüğünde bir grup beliriyor. Askerlerin tamamı, koyu yeşil renkte ve kamuflajlı eğitim elbisesi giymiş vaziyetteler. Bunlar, bildiğimiz Mehmetçik türü asker değiller. Hepsi olgun yaşta kişiler. Sanki tamamı subaylardan oluşan büyük bir grubu andırıyorlar. Rahat adımlarla, ancak sessiz ve vakur biçimde bize doğru ilerliyorlar. Alayın ortasında askerlerin omuzlarında taşınan bir tabut göze çarpıyor. Tabutun kapağı bulunmuyor. Kapak yerine gelişigüzel yeşil bir örtü örtülmüş. Örtü, tabutun kenarından sarkmıyor, içeridekinin üstüne öylesine örtülmüş gibi duruyor.
Alayın ön tarafı tam önümüzden geçerken, içlerinden zıpkın gibi ve hafif esmer bir subay, bize doğru yöneliyor ve önümüzdeki duvarın yıkık tarafından zıplayıp yukarı çıkıyor ve tam önümüzde duruyor. Tanıdık sloganlara benzer bazı laflar ederek bize "Bu cümleleri her tarafa yazacaksınız. Size emrediyorum!" şeklinde bir emir veriyor. Emri verdikten sonra, yan tarafta bulunan maki boyutlarındaki meşe ağaçlarının üzerinden sıçrayarak yola hopluyor ve karşı yolda köyün mezarlığına doğru ilerlemekte olan alayın arkasından koşmaya başlıyor.
Ancak bu sırada beklenmedik bir şey daha oluyor: Bize emir veren subay, tam meşe ağaçlarının üzerinden zıplayıp yola hoplarken birden sivil giyimli birisine dönüşüyor. Üzerinde dikine lacivert çizgili beyaz bir gömlek, altında koyu renkli kumaş bir pantolon var. Oldukça sarışın saçları ve kanlı canlı beyaz bir teni bulunuyor. Hatta burnu, kulakları, yanakları ve boğaz kısmı hafif kırmızıya çalar tarzda pembe pembe. Burnu biraz sivrice. Saçları, alın kısmı açık olacak şekilde dökülmüş. Hafif kır düşmüş saçları özenle geriye doğru taranmış. Gömleğinin yaka kısmındaki iki düğmesi açık olduğu için bağrı hafifçe açılmış.
Diyeceksiniz ki; "Sen düpedüz Atatürk’ü tarif ediyorsun". Hayır, ben Atatürk’ü filan tarif etmiyorum. Sadece gördüğüm kişiyi tarif ediyorum. Üstelik benim müşerref olduğum kişiyle Atatürk arasında hiçbir benzerlik bulunmuyor. Çünkü fotoğraflarda ve filmlerde gördüğüm Atatürk ile rüyada gördüğüm kişi arasında sarışınlık ve boy dışında hiçbir ortak yan yok. İtiraf edeyim ki; Atatürk benim gördüğüm adamdan çok daha yakışıklı birisi. Hele de Mustafa Kemal olduğu yıllarda! Yani gençken demek istiyorum.
Bununla birlikte beklenmedik bir şey daha oluyor. Bize emir veren subay sivilleşip yola atlarken ben, köylülerimden oluşan grubun önünde dağı taşı inletircesine slogan atmaya başlıyorum; "EN BÜYÜK TÜRK ATATÜRK" Yanımda bulunan grup hep bir ağızdan tekrarlıyor: "EN BÜYÜK TÜRK ATATÜRK". Bu sloganı üç kere tekrar ettikten sonra ikincisine geçiyorum ve askerlerin uygun adımda söyledikleri gibi "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" diye slogan atıyorum. Bizim bir grup köylü aynı şeyi tekrarlıyor: "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE". Bu sloganı da üç kere tekrarladıktan sonra bir üçüncüsüne geçiyorum...
Yukarıda bize "Bunları dağa taşa, her yere yazacaksınız" şeklinde emir veren subayın ne söylediğini tam olarak hatırlamadığımı söylemiştim. Galiba bu sloganlara benzer şeylerdi. Türklük ve Türk Milliyetçiliği üzerine olduğunu hayal meyal hatırlar gibiyim. Ancak sözlerini unutmuşum.
Biz köylülerimizle bir olup "EN BÜYÜK TÜRK ATATÜRK" ve "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" sloganlarını atarken, bize emir veren ve askerken sivil olup köyün mezarlığına doğru giden asker grubunun arkasından koşan subay bize doğru geri dönüyor, yumruk yaptığı iki elinin baş parmaklarını Erbakan selamı gibi yaptıktan sonra iki kolunu havaya kaldırıp "HAH İŞTE BÖYLE" dercesine bize doğru sallıyor ve gülümseyerek o da bize iştirak ediyor: "EN BÜYÜK TÜRK ATATÜRK", "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"... Derken uyanıyorum.
Şimdi bazı şom ağızlılar çıkacak ve beni ırkçılık, milliyetçilik ve elbette Atatürkçülük adına hayal kurmakla ve kıçımdan bir şeyler uydurmakla itham edeceklerdir. Hayır, asla. Oruç ağzımla, abdestli hâlimle ve Allah adına yemin ederek söylüyorum ki; bunların hiçbirisi hayal ve uydurulmuş bir senaryo değildir. Tamamı rüyada gördüklerimden ibarettir. Ben sadece gördüklerimi anlattım. Siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın artık.
Siz nasıl yorumlarsınız bilmem. Ancak ben bu rüyayı aile veya ulus olarak yolumuzun bir şekilde mezarlığa düşeceği ve büyük bir üzüntü yaşayacağımız şeklinde yorumladım. Her nefis ölümü tadacağına ve ölüm hak olduğuna göre; ailemden birisinin vefat etmesi belki bir dereceye kadar katlanılabilecek türden bir acıdır. Ancak dua ediyorum ki; Allah bu milleti altından kalkamayacağı bir acıdan korusun ve uzak tutsun. PKK’nın eylemlerini ve Sayın Başbakan’ın hiç gereği yokken Suriye’ye dönük olarak "Sabrımız taştı" şeklindeki yersiz diklenmelerini düşününce aklıma kötü şeyler gelmiyor da değil hani.
Doğrusu subaylardan kurulu alayın omzunda kapaksız tabutla taşınan şeyin kim veya ne olduğunu sizler gibi ben de merak ediyorum. Umarım, subayların omzunda mezarlığa doğru, yani gömülmek üzere götürülen şey, laik cumhuriyetimiz, demokrasimiz, üniter yapıdaki ulus devletimiz, büyük önderimiz Atatürk veya Türk Ordusu değildir. Hele hele Türklüğümüz hiç değildir. Allah’a dua ve niyazda bulunuyorum ki; beni son nefesimde bile "ŞEHADET" ve "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!" demekten alıkoymasın.
ÂMİN!..
ÂMİN!..
Ömer Sağlam