Türkiye’nin iç ve dış sorunlarına, köşe yazılarımda elimden geldiğince özen göstererek yer vermeye çalışıyorum. Son günlerde Somali Çıkarması (!), Suriye ve Libya’daki gelişmeler ile şehitlerimizi yazmayı düşünüyordum. Ne var ki, pek az kişinin ilgilendiği tarih bölümlerini bitiren öğretmen adaylarının feryadı hepsini bir anda geriye itti. Bu nedenle Tarih Eğitimi Almak Suç mu? başlıklı yazımın devamı niteliğindeki bu yazımı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Kanayan yaraya bir nebze merhem olursa ne mutlu
bana.
Üniversitelerimizin tarih bölümlerinde okuyan öğrencilerin ne umutlarla o bölümlere girdiklerini, sorunlarını, keplerini havaya atarak görkemli törenlerle diplomalarını aldıktan sonra düştükleri hazin durumlara çoğu kez tanık olmuştum.
Üniversitelerimizden birisinde arkeoloji ve sanat tarihi bölümünde öğretim görevlisi olmama rağmen, tarih bölümünde de “Mezopotamya Tarihi”, “Bizans Tarihi”, “Roma Tarihi”,”Orta Asya Tarihi” derslerine girmiş, birçok değerli öğrencime diploma verme onuruna erişmiştim. Çoğu öğrencim ile aradan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ, telefon veya mail yoluyla iletişim içerisinde olmaktan da mutluluk duyarım.
Tarih bölümünü bitiren öğretmen adaylarının sıkıntılarını dile getirmeden önce, memleketimizin kültürel yönden ne durumda olduğunu gösteren, hazin bir duruma işaret etmekte yarar var sanıyorum.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Bülent Yılmaz, Ankara’daki sekiz merkez ilçede okuyan ilköğretim 5.sınıf öğrencilerinin okuma ve kütüphane kullanma alışkanlıklarında ebeveynlerinin duyarlılıklarını araştırmış. Araştırmasının sonucu son derece üzücü ve o derece de vahim… Öğrencilerinin % 71,7’si ya hiç kitap okumuyor ya da iki ayda bir veya daha az kitap okuyor. Okuma alışkanlıklarına sahip öğrencilerinin sayısı % 6,8… Öğrencilerin % 70,3’ünün evinde ders dışında başka kitaplar bulunmuyor. Annelerinin % 49,7’si, babaların % 39,5’i kitap okumuyor… Annelerin % 78.8’i, babaların ise % 70.9’u şimdiye kadar çocuklarını kitapçıya götürmemiş!..
Bu da gösteriyor ki; aydınlanma yönünden bazılarının işine gelmese de öğretmelerimize büyük işler düşüyor. Ne var ki, çoğu öğretmenler müfredat programlarının içerisine sıkışıp kalmış, kendiliğinden öğrencilerini aydınlatabilme olanağına sahip değiller. Geçtiğimiz günlerde Antalya’da bir anaokulu öğretmeni, öğrencilerini bilinçlendirmek amacıyla CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun açılışını yaptığı Atıksu Arıtma Tesislerine götürmüş, bu nedenle de kendisine soruşturma açılarak kınama cezası verilmiş!..
Kısacası öğretmenler müfredat programları dışına çıkarlarsa suç!..
Tarih bölümü öğretmen adayları yıllardır, haklılığına inandıkları mücadelenin örneklerini sergiliyorlar. Onların bu çabaları saygıyla karşılanmalı ve desteklenmeli…
Yalnız tarih değil atanamayan diğer branş öğretmenleri de İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere protesto yürüyüşleri düzenlediler. İstanbul’daki yürüyüşte atılan slogan ve taşınan dövizler kanayan yarayı gösteriyordu: “300 bin öğretmen işsiz”, “Öğretmenler atansın Türkiye kalkınsın”, “Tayyip bizi okula gönder”, “Adaletli atama istiyoruz”, “Ücretli köleniz olmayacağız”, “Sadaka değil atama istiyoruz”.
Hepimizin bildiği meşhur bir söz vardır; hak verilmez alınır…
İstatistik verilerine göre tarih bölümü mezunlarından kadroya alınanların sayısı ortalama 100–200 arasında değişiyormuş... Kısacası okullarda tarih öğretmeni açığı çok ama boşluğu dolduracak çalışma yok gibi… Çeşitli üniversitelerden her yıl ortalama 3000–4000 öğrencinin mezun olduğu düşünülecek olursa ortada büyük bir sorun olduğu açıkça kendini gösteriyor.
Ne garip ki, Açık Öğretim Fakültelerine de tarih bölümü konulmuş… Bir başka garabet de burada ortaya çıkıyor… Açık Öğretim Fakültelerinin hiçbir zaman öğretmen yetiştirecek nitelikte bir kurum olmadığı da açık. Öncelikle öğretmen olabilmek için örgün eğitim şarttır.
Üniversitelerimizin diğer dallarda olduğu gibi, tarih bölümü mezunlarının bir başka sorunu da sözleşmeli öğretmen veya dershane öğretmenliğidir. Sözleşmeli ve kadrolu öğretmenler aynı eğitimi almışlar ve öğrencilerine aynı dersi veriyorlar. Aldıkları ücretler arasında uçurum olması bir yana, okulların kapanmasından sonra ücretli olanlar maaş alamıyorlar. İçlerinde işportacılık, garsonluk yapanları bile tanıyorum… Geçen yıllarda okullar kapandığından maaş alma olanağı olmayan bir öğretmen hamallık yaparken yaşamını yitirmemiş miydi? Balık hafızamız ne de çabuk unuttu…
Milli Eğitim Bakanlığında 77.000 ücretli öğretmen olduğu söyleniyor. Dershane öğretmenleri ise dershane sahibinin emrinde, çok az ücret karşılığında âdeta kölelik yaşıyorlar… Göreve devam edip edemeyecekleri patronun iki dudağının arasında…
2000 yılından sonra Türkiye’de öğretmen atamalarında büyük sıkıntılar yaşanıyor ve çözüm bir türlü üretilemiyor. Bu sıkıntının ortaya çıkışının ana nedeni de “her ilde üniversite açalım” düşüncesinin plansız temeli yatıyor. Öğretmen formasyonunu tamamlayanların çoğu aldıkları eğitimden ötürü özel sektörde iş bulamıyor. Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen açığına çare bulamayınca topu Maliye Bakanlığı'na atarak kadro alamıyoruz diyor. Oysa Maliye Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ve Diyanet İşleri'ne pekâlâ kadro bulabiliyor… Kaldı ki, bazı okullarda ihtiyaç dışı Ahlak ve Din Eğitimi öğretmenlerinin olduğu söyleniyor.
Resmî rakamlara göre bugün; 300.000 civarında atama bekleyen öğretmen adayımız bulunuyor. Bunun 25.000'i de tarih bölümü mezunları…
Merak ediyorum; Büyük Atatürk’ün şu sözlerinden ders çıkaracağımız günler gelecek mi?
- "Eğitim işlerinde ne olursa olsun başarı kazanılmalıdır. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yolla olur."
- "Öğretmenden, eğitimciden yoksun bir ulus, henüz ulus adını alma yeteneğini kazanmamıştır."
- "Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir."
Günümüzden binlerce yıl önce tarihin babası sayılan Homeros da “Eğitim öğrencilere saygı ile başlar” demişti…
erdemyucel2002@hotmail.com