Merhaba akan dere! Merhaba dalgalı deniz! Merhaba dumanlı dağlar! Merhaba serçe kuşu! Merhaba kirpi kardeş! Merhaba salkım söğüdü! Merhaba salyangozlar! Merhaba kurbağalar! Merhaba cırcır böcekleri!
Hey kaplumbağalar sizlere de merhaba!
Bakın ben geldim!
Hey kaplumbağalar sizlere de merhaba!
Bakın ben geldim!
* * *
Sevgili Dostlar!
Fahri ve resmî olarak yaklaşık bir aydır devam eden söz konusu işi bıraktım dostlar. Çünkü çalıştığım bu bir aylık süre içinde, yarım asırlık ömrümde hiç yapmadığım bazı şeyleri yapmak zorunda bırakıldım. Resmen danışman sıfatıyla girdiğim kilerden, tam anlamıyla ne idüğü belirsiz bir yaratık olarak ayrıldım.
Ve bu bir aylık sürede gördüm ve anladım ki; ömrünün 50 yılını kır faresi olarak yaşayan bir farenin, kilere tıkılıp kalması, kolay bir şey değilmiş. Bu bir aylık sürede yine gördüm ve anladım ki; tıpkı benim gibi ruhunda sürekli özgürlük ateşi yanan ve hürriyet aşkı ile dolu olan, minnetsiz ve müdanasız yaşamaya alışmış kır fareleri, kiler faresi olmayı, bırakın denemeyi, aklından bile geçirmemelidirler. Bunların yapacağı en güzel şey, “azıcık aşım, ağrısız başım” deyip yaşadıkları kadar yaşamaya bakmalarıdır. Şu kavanoz dipli fani dünyada, en güzel şey, kimseye minnet ve müdana etmeden yaşamak ve ölmektir.
Öteden beri zaten bildiğim ve ilke edindiğim bu yaşam felsefesini, bir kez daha ve üstelik çok acı bir tecrübe ile tekrar test etme imkânı bularak döndüm kırlara. Kilerdeki kebapları, türlü türlü tatlıları bırakıp kırlara döndüğüm gün, deliğimizde hazır bulduğum ve eşimin otlardan yapmış olduğu yemeği yediğimde duyduğum hazzı kelimelerle anlatamam. Meğer bizim hanım bu ot yemeğini ne güzel yapıyormuş!
Oysa ben, eşimin aynı yemeği belki yüzlerce kez önüme koyduğunu hatırlıyorum. Ancak o gün yediğim yemek, belki de dünyanın en güzel yemeği idi. Düşündüm; daha önce belki yüzlerce kez yediğim bu yemek acaba neden bu kadar lezzetli diye? Sonra cevabını şıp diye buluverdim.
Çünkü bu yemek özgür bir ortamda ve sevgi ile pişirilmişti. Ve ben, artık özgür bir fareydim. Başkalarının yiyecek dolu kilerini elimin tersiyle itmiş, eşimle birlikte kendi tırnaklarımızla oyduğumuz deliğimize geri dönmüştüm. Artık karışanım, görüşenim, gecenin bir yarısında uykudan hop diye uyartan hiç kimsecikler yoktu.
Anladım ki; bu dünyada özgürlük ve hürriyet gibi mukaddes, muhterem ve övgüye değer başka hiçbir duygu ve hak yoktur.
Bütün esir ve haksız yere ceza çekenlerle, haksız yere tutuklananların ve ekmek parası için özgürlüklerini geçici de olsa birilerine rehin bırakanların bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları dileğiyle.
Ömer Sağlam