CHP’yi dizayn etmek maksadıyla Deniz Baykal’a komplo düzenleyenler, çok fena şapa oturmuş durumdalar! Onlar, muhtemelen, Deniz Baykal’ın yerine, statükoya sıkı sıkıya bağlı ve karizması da Deniz Baykal’dan daha düşük birisinin geleceğini hesap ediyorlardı. Ancak bu komplocuların hesapları tutmamış gözüküyor. Sanırım şu anda kara kara ne yapacaklarını düşünüyorlardır. Çünkü yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş durumdalar. Zira CHP’nin liderlik koltuğuna oturan Sayın Kılıçdaroğlu, ortalığı hallaç pamuğu gibi atmaya başlamıştır. Hâlbuki Deniz Baykal, tam da komplocuların dişine göre bir liderdi; etliye, sütlüye karışmaz, proje üretmez, bütün mesaisini ve enerjisini Tayyip Erdoğan’a cevap yetiştirmek, bir de parti içi meseleler ve kurultay yapmak için harcardı.
Oysa Sayın Kılıçdaroğlu öyle mi?.. Tam tersine, şimdi Başbakan ona cevap yetiştirmekle meşgul. Üst üste patlatmış olduğu projeler, muhtemelen bütün Türkiye gibi Tayyip Bey’in de başını döndürmüş bulunuyor. Döndürmüş bulunuyor ki; Sayın
Başbakan bu baş dönmesinin etkisiyle bazen ne dediğini bile bilmiyor. Hele hele Başbakan'ın, partisinin seçimlerde birinci parti çıkacağından emin olduğu için “Seçimlerden birinci parti olarak çıkmazsam siyaseti bırakırım, Bay Kemal ve Sayın Bahçeli de aynısını yapabilir mi?” şeklindeki peşrevine karşılık Kılıçdaroğlu’nun “Seçimlerde oyu azalan partinin lideri siyaseti bıraksın!” şeklindeki son derece haklı çıkışı, Başbakan'ı dönüşler yapmaya zorlamıştır.
Başbakan bu baş dönmesinin etkisiyle bazen ne dediğini bile bilmiyor. Hele hele Başbakan'ın, partisinin seçimlerde birinci parti çıkacağından emin olduğu için “Seçimlerden birinci parti olarak çıkmazsam siyaseti bırakırım, Bay Kemal ve Sayın Bahçeli de aynısını yapabilir mi?” şeklindeki peşrevine karşılık Kılıçdaroğlu’nun “Seçimlerde oyu azalan partinin lideri siyaseti bıraksın!” şeklindeki son derece haklı çıkışı, Başbakan'ı dönüşler yapmaya zorlamıştır.
İşte bu baş dönmelerinin ve kıvrak dönüşlerin etkisiyle olacak Sayın Başbakan, bazen ne dediğini bilmeden konuşmaktadır. Örneğin ve elbette farkında olmadan, yolsuzluk yapan bazı bakanları ve milletvekillerini aday yapmadığını söyleyerek, tam da “Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler” misali birçok bakanını ve milletvekilini şaibe altında bırakmıştır. Kılıçdaroğlu, haklı olarak buradan yükleniyor kendisine.
25 Mayıs günü Kırıkkale mitinginde yapmış olduğu konuşmada hem de açık açık;
“… Bir Başbakan olarak 18 Mart kutlamalarında Çanakkale’de Şehitler Anıtı’nın olduğu bölgeye geliyorum, orada maalesef edebe mugayir, itaat, saygı -ki askerin en iyi bildiği konu budur- herkes ayağa kalkmış ülkenin Başbakan'ını karşılarken, bu zat ayağa kalkmayacak kadar edepten uzak birisidir. Şimdi bu MHP’nin adayı. MHP’nin Genel Başkanı ’Onurlu bir generaldir’ diyor. Sevsinler böyle onurlu generali. O da payını aldı. Beklentisi çok büyüktü orgeneral olmayı bekliyordu ama olamadı. Niye? Çünkü ödemesi gereken bir ceza vardı.” (1)
Diyerek hem siyaset anlayışının hangi temele oturduğunu (yani akıl ve mantıktan öte, duygularıyla hareket ettiğini) ortaya koyuyor, hem de Silivri’deki yargılamalara gölge düşürüyor ve adil yargılamaya müdahale ettiğini izhar ediyor. “Ödemesi gereken ceza vardı” diyerek, tutukluluğun bir tedbirden öte adeta ceza olarak uygulandığını ifşa ediyor ve bu ifşaatıyla Silivri’deki yargılamaları tenkit edenlerin çizgisine geliyor. Daha doğrusu onların iddialarını doğrulamış oluyor.
Eğer böyle bir harekette bulunmuşsa Sayın Engin Alan’ın söz konusu hareketini elbette tasvip edemeyiz. Geçmişte, dönemin başbakanı merhum Erbakan’a hakaret eden General Osman Özbek’i nasıl tenkit ettiysek ve hakkında işlem yapılmamasını nasıl yadırgadıysak, Engin Alan’ın, sırf Başbakan için ayağa kalkmadığı gerekçe gösterilerek terfi ettirilmemesi bir yana Sayın Başbakan'ın tabiriyle ceza çekmek üzere kodesi boylamasını da asla tasvip edemeyiz. Hele hele Başbakan'ın, bu konuyu seçim meydanlarında bir övünç ve TSK mensuplarını hizaya getirme vesilesi olarak lanse etmesini asla kabul edemeyiz.
Sayın Başbakan, aynı ruh haliyle olacak; Ankara’ya Orta Doğu ve Balkanların en büyük hayvanat bahçesini kuracaklarını söyleyerek bunun AKP’nin çılgın projelerinden birisi olduğunu ifade ederken, aynı zamanda mevcut hayvanat bahçesinin son derece kıymetli arazisinin talan edilmekle karşı karşıya olduğunun işaretini verdiğinin farkında mıdır emin değilim! Anlaşılıyor ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hatıralarından Orman Çiftliği arazisi de hokis TOKİ’s yapılmak üzeredir. Silivri Cezaevi'nin faaliyete geçirilmesiyle “Avrupa’nın ve Orta Doğu'nun en büyük cezaevini yaptık” diye övünen Başbakan, şimdi de orta doğunun en büyük hayvanat bahçesiyle övünüyor, iyi mi?
Gandy Doğuyu Sallıyor Recep Bey Afallıyor
Bundan yaklaşık bir yıl önce 23 Şubat 2010 tarihinde yazmış olduğumuz “Şanlıurfa Sivas’ın Doğusunda mıdır?” başlıklı yazımızda şöyle demiştik;
“…Aslına bakarsanız, AKP’nin ‘Kürt Açılımı’ adı altında başlattığı ve kısa sürede geçirmiş olduğu evrimle ‘Barış ve Kardeşlik Açılımı’na dönüşen açılımın başarısı, aynı zamanda MHP ve CHP’nin gidip gönül rahatlığı ile doğu ve güneydoğu illerinde siyasi miting yapmasına bağlıdır. Bu partiler, gidip o bölgede rahat rahat siyasi faaliyetlerde bulunabilsinler ki; AKP bunu açılımın başarısı olarak topluma sunabilsin. Yani kısaca, MHP ve CHP’nin doğu ve güneydoğu illerinde serbestçe ve güvenlik içinde mitingler yapması, aslında AKP’nin başarı hanesine yazılacak bir puandır ve AKP, bu ortamı sırf kendi siyasi menfaatleri için de olsa sağlamak zorundadır…”(2)
Sevinerek müşahede ediyoruz ve Allah’a sonsuz hamdüsenada bulunuyoruz ki; muhalefet, en azından Sayın Kılıçdaroğlu sayesinde Sivas’ın doğusuna geçmiş bulunuyor. Geçmek de ne kelime? Kılıçdaroğlu, doğuyu, kelimenin tam anlamıyla silkeleyip sallıyor! Gandy, tıpkı atom karınca gibi, hop orada hop şurada. Durmak dinlenmek yok. Uçak, helikopter, otobüs, minibüs, kamyon ne bulursa binip düşüyor yollara. Tutmazsanız sanki yürüyerek gidecek gibi bir hâli var Kemal Bey’in. Aynı günde Bayburt, Rize, Gümüşhane ve Sivas gibi dört ayrı ilde miting yapmayı Gandy Kemal göze alıyor ama bindiği dandik helikopter göze alamıyor! Gümüşhane’den öteye, Sivas’a gitmem diyor, diretiyor. Kemal Bey bu; hiç durur mu, biniyor minibüse “Sivas’ın yollarına, çıkayım dağlarına” deyip düşüyor Sivas yollarına. Gecenin karanlığında da olsa varıyor Sivas’a.
Anlaşılıyor ki; onun yönetimindeki Yeni CHP iktidara müthiş kenetlenmiş durumda. Yeni CHP, bu anlayışla 12 Haziran seçimlerinde belki iktidar olamayabilir. Ancak, bana göre aynı anlayışı devam ettirdikleri takdirde bir sonraki seçimlerin kesin favorisi "Yeni CHP"dir. Üstelik o seçimlerde karşılarında en azından Recep Bey diye bir politikacı da olmayacaktır. Ayrıca 2015 genel seçimlerinde karşılarında muhtemelen lider sıkıntısı çeken, parçalanmış ve küçülmüş bir AKP olacaktır. Malum; yapmış olduğu plana göre Başbakan, o tarihlerde Çankaya’da olacaktır!
CHP’den Sonra MHP de Sivas’ın Doğusuna Geçmeye Karar Vermiş Durumda
Yukarıda bahsetmiş olduğum yazımda yine demiştim ki;
“…MHP, Sayın Başbakan’ın işte bu türlü çıkışları üzerine Sivas’ın doğusuna geçmeye karar vermiş bulunuyor. Zira medyadan öğreniyoruz ki; MHP 13 Aralık 2009 günü Ankara’da gerçekleştirmiş olduğu ‘Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat’ mitinglerinin aynısını Erzurum ve Şanlıurfa’da da yapacakmış… Ancak burada gözden kaçırılan önemli bir ayrıntı vardır. Başbakan’ın ‘Sivas’ın doğusu’ tabirinden maksadı, kesinlikle Erzurum ve Şanlıurfa değildir. Onun maksadı doğrudan Diyarbakır’dır, Batman’dır, Siirt’tir, Bitlis’tir ve Van’dır. Ancak ille de Diyarbakır. Çünkü her ne kadar doğu denilince Erzurum akla geliyor ise de Güneydoğu denilence akla kesinlikle Şanlıurfa gelmez, Diyarbakır gelir.
Yani MHP, eğer Sivas’ın Doğusu’na geçmek istiyorsa, yürüyüşünü 38 derece doğu boylamında bırakmamalı, en azından 40 derece doğu boylamında bulunan Diyarbakır’a kadar sürdürmelidir. Sivas’tan sadece 4 dakika uzağa değil, en azından 12 dakikalık bir mesafeye gitmelidir… Bize göre de MHP, ‘Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat’ mitinglerinden birisini Diyarbakır’da yapmadıkça, Sivas’ın doğusuna geçmiş olmaz. Böyle yapmadığı sürece MHP’nin, Türkiye’yi tek başına yönetme azmiyle iktidara talip olması da mantıklı ve akılcı değildir. Ve bize göre MHP, ilk yapacağı mitingini mutlaka Diyarbakır’da yapmalıdır. Arkasından Batman, Mardin ve Siirt’te.
MHP, bu mitingleri, ‘Eğer bu illerde miting yaparsanız yöre insanını tahrik edersiniz. Provokasyonlara sebebiyet verirsiniz…’ türü ikazlara bakmaksızın yapmak durumundadır. Bu konuda çıkması muhtemel olaylardan MHP değil, iktidar partisi AKP sorumludur. Zira bu ülkenin güvenliğini sağlayan yetkili kurumlar, onun emrindedir ve AKP iktidarı, Diyarbakır ve diğer Doğu ve Güneydoğu illerinde muhalefet partileri tarafından yapılacak mitinglerin ve diğer siyasi faaliyetlerin güvenliğini sağlamak zorundadır.”(3)
CHP’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde oldukça başarılı mitingler yapması, MHP yönetimine de ilham vermiş gözüküyor. MHP’nin, önümüzdeki günlerde Diyarbakır’da miting yapacak olması, simgesel bazda da olsa son derece önemlidir. Zira “Kürtçülük” üzerine siyaset yaptığı ayan beyan olan BDP nasıl ki; MHP’nin kalelerinden birisi olan Mersin’de miting ve siyasal amaçlı gösteriler yapıyorsa MHP’de Diyarbakır’da, Batman’da ve diğer Doğu ve Güneydoğu illerinde aynı amaçla faaliyetlerde bulunabilmelidir. Devlet bu konuda gerekli tedbirleri mutlaka almalıdır. MHP’nin Diyarbakır’da yapacağı bir miting, en azından bölgede görevli asker ve sivil bürokratlara moral olacaktır. Bu bile önemlidir. Ve bana göre; Diyarbakır’da miting yapacak bir MHP, gerçekten de Sivas’ın doğusuna geçmiş olacaktır.
Silkele Kemal Dökülecekler!
CHP’nin mitinglerinde sıkça görülen pankartlardan birisi yanılmıyorsam “Silkele Kemal Dökülecekler” şeklindeki pankarttır. Kemal Bey’in silkelemeleri karşısında iktidar partisinin dökülüp dökülmeyeceğini 12 Haziran’da göreceğiz. Ancak bu silkelemeler karşısında iktidar partisinin dökülmekten çok öfkeden köpürdüğü kesindir. Özellikle CHP’nin Doğu ve Güneydoğuya gidip takır takır başarılı mitingler yapması ve bu mitinglerde iktidar partisinden daha çok dinleyici toplaması, iktidar partisinin yöneticilerini ve Başbakan'ı da hayrete düşürmüş bulunuyor.
İşte bu sebepledir ki; daha düne kadar muhalefeti Sivas’ın doğusuna geçememekle eleştiren ve bu yüzden kendilerini “Türkiye partisi” olarak lanse eden AKP yönetimi ve Başbakan, muhalefetin Sivas’ın doğusuna geçmesine sevinecekleri yerde müthiş bir öfke seline kapılmış gözüküyorlar. Sanki bir karabasan görmüş gibiler. Hele hele Kılıçdaroğlu’nun Doğu ve Güneydoğu çıkarması karşısında tam bir afallama içindeler.
Kılıçdaroğlu’nun Hakkâri’de gerçekleştirmiş olduğu mitingi, haksız yere ve acımasızca tenkit etmeleri; Kılıçdaroğlu’nun Hakkâri’de BDP’lilere hitap etiğini ve kalabalığın içinde PKK militanlarının da bulunduğunu söyleyecek kadar ileri gitmeleri, Kılıçdaroğlu’nun Kürtlere özerklik (muhtariyet) vaadinde bulunduğunu iddia etmeleri, duydukları öfke ve şaşkınlığın eseridir. Oysa Başbakan'ın görevi, CHP’nin Hakkâri mitinginde BDP’lilere hitap ettiğini ve kalabalıkların içinde PKK militanlarının da bulunduğunu söylemek değil, güvenlik güçlerini harekete geçirerek kalabalıkların içinde var olduğunu söylediği o militanları yakalatmak olmalıydı.
Ayrıca Sayın Başbakan, başta BDP’liler olmak üzere; Hakkâri mitinginde Kılıçdaroğlu’nu dinlemeye gelenleri genelleme yaparak itham edip, suçlamıştır. CHP’nin Hakkâri mitingini yorumlarken Kandil ile Silivri arasında ittifak olduğunu söylemek suretiyle hem binlerce Hakkâriliye, hem de Silivri’de yargılanmakta olan ve geçmişte PKK ile mücadelede önemli görevler üstlenmiş generallere haksızlık etmiştir. İmralı’da meskûn terörist başı ile resmen görüş alışverişinde bulunulduğu gerçeğini göz ardı ederek yapmıştır bütün bunları.
Oysa demokrasinin güzelliği buradadır. Halk, herkesi dinleyecek ve kıyaslama yaptıktan sonra kararını ona göre verecektir. Ancak Başbakan’ın CHP’nin Hakkâri mitinginden duymuş olduğu öfke, bu türlü haksız ve çelişkili değerlendirmeler yapmasına sebep olmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun Kürtlere özerklik vaadinde bulunduğunu iddia etmesi ise, tam anlamıyla halkı kandırmaya yöneliktir ve tam bir aldatmacadan ibarettir. Kılıçdaroğlu’nun, geçtiğimiz akşam Habertürk TV’de katılmış olduğu “Türkiye’nin Nabzı” isimli programda ayrıntılı bir şekilde açıkladığı üzere; Hakkâri’de denilen şey, “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” hükümlerinin uygulamaya konulacağından başka bir şey değildir. Üstelik aynı husus, AKP’nin 2002 ve sonraki seçim beyannamelerinde de bulunuyor. Ayrıca AB’ye girmek için her yolu deneyen AKP, AB’ye girince “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” nın yürürlüğe girmesinin zorunlu olduğunu bile bile yükleniyor CHP liderine...
Dicle Kenarında Bir Koyunu Kurt Kapsa
Hakkâri ve Şırnak, Başbakan için gerçekten de kapı duvar olmuştur. Tıpkı geçmişte Diyarbakır’da olduğu gibi; protesto maksadıyla kepenkler kapatılmış, yollar ve caddeler boşaltılmış, çöpler toplanmamış ve halk evlerine kapanmıştır. Ülkemiz adına gerçekten de üzücü bir tablodur bu. Başbakan, Hakkâri ve Şırnak’ta karşılaşmış olduğu bu manzarayı PKK terör örgütünün tehdidiyle açıklamıştır. Hazine’den Hakkâri’ye gönderdikleri şu kadar milyon TL’ye mukabil, BDP’li Belediye’nin bu paraları çarçur ettiğini söylemiştir. Oysa bu laflar, Başbakan’a yakışan laflar değildir. Çünkü Başbakan, bütün bunlardan kendisinin ve Hükûmet'inin sorumlu olduğunu unutarak, bu sözleriyle Hakkâri ve Şırnak’ta devlet otoritesinin kalmadığını ve bu bölgenin fiilen PKK terör örgütünün yönetiminde olduğunu kabul ve ikrar etmiş bulunuyor.
Sayın Başbakan, sık sık Hz. Ömer’in adaletine atıfta bulunuyor. Kendisine hatırlatmak gerekir ki; Hz. Ömer, “Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa sorumlusu Halife Ömer’dir” diyecek kadar sorumluluk hisseden bir devlet adamıdır. Eğer bugün Hakkâri’de, ülkenin başbakanını protesto amacıyla kepenkler kapatılıyor, yollar boşaltılıyor ve halk evlerine kapanıyorsa en önemlisi de Hakkâri meydanında Türkiye Cumhuriyeti Bayrağı özgürce dalgalanamıyorsa, bunun sorumlusu Başbakan’ın ta kendisidir. Başbakanlık koltuğu, sızlanmak ve şikâyet etmek makamı değil, ülkeyi adamakıllı yönetme ve ülkenin sorunlarını çözme yeridir.
Büyük ve güçlü devlet odur ki; genel bütçeden göndermiş olduğu paraların hesabını yöneticilerinden sorabilsin ve bütün yöneticileri yaptıklarından hesap vermek zorunda olsun. Anlaşılıyor ki; iktidar, kendisinde, Hakkâri Belediyesi’ne aktarmış olduğu kaynakların hesabını soracak cesareti dahi bulamıyor. Bulamadığı için de Belediye Başkanı Osman Baydemir Diyarbakır’dan Ankara’ya zeytin dalı yerine meşe ağacının dallarını uzatmakta hiçbir beis görmüyor!
İktidar Partisi Sivas’ın Ne Kadar Doğusundadır?
25 Mayıs günü gündüz kuşağında aracımın radyosundan TRT Haber kanalını dinliyorum. Yeni Şafak gazetesinin Ankara Temsilcisi Aldulkadir Selvi’nin anlattığına göre; Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Batman’daki seçim bürosu ve özel aracı sık sık saldırıya uğruyormuş. PKK sempatizanları ve BDP’liler sık sık bakanın aracının ve seçim bürosunun camlarını kırıyorlarmış. 13-14 yaşındaki çocuklar sokağa dikilip “Kepenkler kapatılacak” deyince sokaktaki bütün dükkânlar kepenklerini kapatıyorlarmış. Şırnak mitinginde dükkânlarının kepenklerini kapatarak evlerine çekilen ve evlerinin balkon veya pencerelerinden Başbakan'ın mitingini seyreden vatandaşlar, Başbakan'ın kendilerine el sallayarak vermiş olduğu selamı bile almamışlar. Daha doğrusu terör örgütünün tehdidi yüzünden Başbakanın selamını bile alamamışlar!
Evet, yandaş medyanın sancak gemisi durumundaki Yeni Şafak gazetesinin Ankara temsilcisi Aldulkadir Selvi anlattı bütün bunları. Hem de devletin resmî radyosunda, yani TRT Haber’de. Peki, bu durumda duyarlı bir vatandaş olarak şu soruları sormak bizim de hakkımız değil midir: AKP, Sivas’ın ne kadar doğusundadır? AKP, doğuda ne kadar vardır? Sivas’ın doğusunda olmak bu mudur? Yandaş medya, Ergun Babahan ve Hüseyin Gülerce önderliğinde, iktidar yalakalığı, CHP ve MHP düşmanlığı, kaset komplosu bezirgânlığı yapacağına biraz da bu konulara eğilirse sanırım çok daha haysiyetli, çok daha şerefli ve ülkemiz için çok daha faydalı bir iş yapmış olacaktır.
Bunları yapmasa bile hiç değilse meslek ahlakına uygun hareket etmiş olacaktır…
Ömer Sağlam
____________
3-Aynı yazı.