Anadolu toprakları, Halide Edip Adıvar’ın deyimiyle bir zamanlar “Türk’ün Ateşle İmtihanı”na sahne olmuştur. Şimdi de bir partinin, MHP’nin ateşle imtihanına sahne olmaktadır. Bir zamanlar büsbütün Türkiye’yi ortadan kaldırmak isteyen karanlık güçler, şimdi de şu veya bu şekilde Türk Milliyetçiliği’ni kendisine ilke edinmiş MHP’yi ortadan kaldırma azim ve kararlılığında gözüküyorlar. Bütün maksatları, parti tabanının başka partilere kaymasını sağlayarak MHP’yi barajın altında bırakmak ve böylece partiyi büsbütün ortadan kaldırmaktır. Barajın altında kalır mı bilinmez, ancak MHP’nin bu imtihandan hasarla çıkacağı ortadadır. Umarız, çok büyük hasar görmeden atlatır MHP
bu süreci.
bu süreci.
Gizli ve kirli güçlerce, bugünler hesap edilerek önceden hazırlanıp bir şekilde medyaya servis edilerek, hedefteki siyasilerin bitirilişine ilişkin kanaatlerimizi “Kaset Cumhuriyeti Türkiye” başlıklı yazımızda enine boyuna açıkladık.(1) Anlaşılıyor ki; kaset komplosunun hedefinde MHP var. MHP yönetimi ise Fethullah Gülen cemaatini hedef almış durumda. Bu sürtüşmenin sonu nereye varır bilinmez ama bu sürtüşmeden her iki tarafın da büyük yara alacağı muhakkaktır.
Devlet Bahçeli, partisini hedef alan komploların kaynağını “Okyanus Ötesi” kavramıyla açıkladı. Fethullah Gülen ise Bahçeli’nin açıklamalarına “Biz yumruğa yumrukla karşılık vermeyiz. Gerekirse dava açma ve tekzip yayınlama yoluna gideriz…” şeklinde cevap vermek suretiyle “Okyanus Ötesi” kavramının aslında kendisini ve cemaatini anlatmak için kullanıldığını kabul etti ve bu kavramı sahiplendi. F.Gülen, Bahçeli’ye cevap vermek suretiyle cemaatinin, aynı zamanda bir siyasi güç olduğunu da kabul etmiş bulunmaktadır.
Başbakan Erdoğan, Devlet Bahçeli’nin “Okyanus Ötesi” kavramıyla neyi kastettiğini pek merak etmiş olmalı ki; Bahçeli’ye “Kalk o zaman okyanus ötesi neyse bunun adını söyleyiver. Okyanus ötesinde ne var? Bunu kalkarsın çok açıkça ortaya koyarsın. Asıl bu yaklaşım rahatsız edici…”(2) şeklinde yükleniyor. Oysa bir zamanlar aynı şeyi kendisi yapmıştır Başbakan. 12 Eylül 2010’da yapılan referandum sonucunu değerlendirirken aynen şöyle demiştir:
"Okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum. Buradan okyanus ötesine mesajlar olduğuna göre bizim de bu mesajı verenlere bir cevabımız olması lazım".(3)
Dolayısıyla; Başbakan'ın bu türlü ikircikli davranışlarını yorumlamak gerçekten de çok zor! Zorluk, Başbakan'ın davranışlarının anlaşılmaz ve komplike olmasından değil, bir başbakana yakışmayacak derecede sıradan ve basit davranışlar olmasındandır.
Ancak şunu da hemen ilave edelim ki; komplo eylemi, büyük ölçüde hedefteki kişinin istemi ve iradesi dışında başkaları tarafından gerçekleştirilen bir eylemdir. Dolayısıyla, MHP’nin imtihana tabi tutulduğu kaset olayı, bu türden bir komplo değildir. Burada bazı MHP’lilerin iradesi ve istemi doğrultusunda gerçekleşmiş bazı olaylar söz konusudur.
Bülent Didinmez
Yeri gelmişken bir hatıramı okuyucularımla paylaşmak isterim. Yanlış hatırlamıyorsam 2001 yılı idi. Hiç üstüme vazife değilken, kalktım koalisyon ortağı MHP’nin lideri Sayın Bahçeli’ye tam 18 sayfalık bir mektup yazdım. Bu konuda, belki de Milliyetçi tabandan gelişimin etkisi vardı. Doğrusu ya; o sırada Türkiye’nin iyi yönetilmediğine ve koalisyonun ikinci büyük ortağı olmakla birlikte MHP’nin iktidara yeterince ağırlığını koyamadığına inanıyordum. İşte bu konulardaki düşüncelerimi ve MHP’nin, 28 Şubat sürecine iyiden iyiye angaje olmakla hata yaptığını, özellikle dinî eğitim kurumlarına yönelik kısıtlamalara karşı durmamakla seçmenin gözünde puan kaybettiğini, ayrıca kitle particiliğine özenmekle kendi tabanını bile kaybetmekte olduğunu, hatta yapılacak ilk seçimde baraj problemi bile yaşayacağını aktardım. Bu tür görüşlerimi içeren mektubu bir zarf içinde parti genel merkezine teslim ettim.
O sırada oturduğum apartmanda bulunan bir komşumla problem yaşıyordum. Hatta yumruk yumruğa kavga bile etmiş, birbirimize karşılıklı hakaret etmiştik. Ayrıca, o tarihlerde çalıştığım kurumda gerçekleştirilen şirket birleştirilmesi çalışmalarını organize etmekle görevlendirilmiştim ve şirket birleşmeleri sebebiyle pek çok kişi işsiz kalmıştı. Tabiatıyla bu kişilerin düşmanlıklarını kazanmıştım! Bu işten para kazanmamış, aksine bol bol düşmanlık kazanmıştım! Gün gelecek bu süreç, benim de büsbütün işsiz kalmama sebep olacaktı.
İşte o günlerde, otoparkta duran aracıma bir saldırı olmuş, henüz yeni almış olduğum otomobilimin üzerine boydan boya bir boya sökücü madde dökülerek boyası harap olmuştu. Bu saldırıyı kimin yaptığını bir türlü bulamadık. Ancak büyük ihtimalle kendisiyle kavga yaptığım komşumun marifetiydi bütün bu melanet. Adam, tam da itin kopuğun birisi olduğu için üzerinde daha fazla durmadım. Olayı polise intikal ettirdim ama üzerine fazla gitmedim. Aksi takdirde daha kötü şeyler olabilirdi çünkü.
İşte bu şok içinde “Acaba yazmış olduğum mektup sebebiyle, MHP yönetimini öfkelendirmiş olabilir miyim? Acaba bu saldırı onlardan birisinin yönlendirmesi ile gerçekleştirilmiş olabilir mi” diye düşündüm. Bu şekilde düşünmeme bir sebep de o aynı tarihlerde MHP’li bir bakanın danışmanı ile aramızda geçen sert tartışma ve polemik idi. Bu düşüncelerle kalktım, MHP Genel Merkezi’ne gittim. Sayın Bülent Didinmez ile görüştüm. O sırada galiba Genel Sekreter veya Genel Sekreter Yardımcısı idi. Hazırlamış olduğum dosyayı ve dilekçeyi kendisine vererek olayın aydınlatılması konusunda kendisinden yardım istedim.
Konuşmamız sırasında, Sayın Didinmez, “Ömer bey, hiç öyle şey olur mu? Elbette yazacaksınız. Ola ki bizim görmediğimiz şeyleri siz görürsünüz. Partimizin ve ülkemizin geleceğini düşündüğünüz için teşekkür ederim…” gibisinde gönül alıcı ve teselli edici laflar edeceği yerde bana ne dese beğenirsiniz? Elbette harfi harfine ve kelimesi kelimesine aynısı değildir ama söyledikleri aşağı yukarı şöyleydi Sayın Didinmez’in:
“Partimize karşı yapılan saygısızlıkları ve terbiyesizlikleri asla karşılıksız bırakmayız! Geçenlerde serserinin birisi, ileri geri laflar etti. Derhal gereğini yaptık!..”
Gerçekten de ürkmüştüm Bülent Didinmez’in bu tavrından. Ancak zaman beni haklı çıkarmıştı. Sayın Bahçeli’ye yazmış olduğum dilekçe mektupta işaret ettiğim üzere MHP 3 Kasım 2002 seçimlerinde baraj altında kalmış, partinin tabanı, başta AKP olmak üzere başka partilere kaymıştı. Tıpkı 12 Eylül 2010 referandumunda olduğu gibi.
Sayın Bülent Didinmez’e gelince; Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla başına gelenlere ve bunun MHP’ye vermiş olduğu zarara kesinlikle üzüldüm. MHP, Bülent Didinmez ve kasetleri yayınlanan diğerleri yüzünden oy ve imaj kaybeder mi ve partiden istifa ettirilmeleri bu imajı kurtarmak için yeterli midir emin değilim.
Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan, bu konuda bizim diyeceklerimizi bir güzel özetlemiş 9 Mayıs tarihli yazısında.(4) Evet, bize göre de Devlet Bey, esaslı bir adım atmak zorundadır. Hem de çok esaslı. Tıpkı 2001 yılında, belki de partisinin seçim barajına takılacağını bile bile “Haydi seçime” diyerek attığı esaslı adım gibi. Hatta bu esaslı adımın içine, 2002 genel seçimleri sonunda vermiş olduğu sözün gereğini yapmak da dâhildir.
Çünkü Türk Milliyetçileri, özellikle de ülkücüler, tarihin hiçbir döneminde bu derece bölük, pörçük, bu derece dağınık ve bu derece sahipsiz olmamışlardı. En kötüsü de ülkücüler tarihin hiçbir döneminde, diğer partiler tarafından bu derece potansiyel oy deposu olarak algılanmamış, üzerlerinde bu derece siyasi oyunlar tezgâhlanmamıştı. MHP’lileşmeyi en büyük zül ve hakaret olarak algılayan Tayyip Erdoğan bile Merhum Türkeş’in oğlunu MV adayı göstermek suretiyle ülkücülerin oylarına göz diktikten ve bir zamanların anlı şanlı ülkü ocakları başkanlarının isimleri AKP ile birlikte anıldıktan sonra, gerisini ne siz sorun, ne ben söyleyeyim…
Ömer Sağlam
______________
2- Milliyet, “Söyle! Okyanus ötesinde ne var” başlıklı birinci sayfa haberi, 11.5.2011,
4- Ahmet Hakan, “Kemal Bey’in selamına nasıl karşılık verdiler” başlıklı yazısında bulunan “Devlet bey’e açık mektup” ara başlıklı bölüm, Hürriyet, 9.5.2011.