"O, sizin cibilliyetinizde var, sizin geçmişinizde olanların ABD’deki liderler karşısında nasıl el pençe divan durduğunu biz çok iyi biliriz. Biz bugüne kadar hiç kimseden emir almadık, masada oturduk ve konuştuk. Hiçbir zaman da ecdadımızdan nasıl öğrendiysek, bundan sonra da yolumuza öyle devam ederiz. Bunun önemli adımlarından birisi de S-400’dür, Doğu Akdeniz’dir, Kuzey Suriye’dir. Emir alıyor muyuz? Almıyoruz. Ama sen alırsın, senin cibilliyetinde o var. Senin o güvendiğin teröristler, seni kurtaramayacaktır. Onlarla el ele, kol kola Ankara’dan, İstanbul’a yürümen seni kurtarmayacaktır. Onları şimdi inlerinde vuruyoruz, vurmaya devam edeceğiz. Ama sen onlarla beraber yürüyorsun. Senin adamların
onların tabutlarını taşıyadursun, bir şerefli ecdadımızın şerefli insanlarının tabutuna omuz veririz, başka kimsenin değil. Senin dünyada ne itibarın var? Sosyalist Enternasyonal filan var ya, oralara bunları çağırıyorlar, orada bunlar itibar gördük zannediyorlar. Bizim derdimiz o değil. Çünkü bu benim BM Genel Kurulu’ndaki konuşmaları saptıracak kadar buralarda da her türlü yalana başvuruyor. Bak izle, bu sene de orada nasıl bir konuşma yapacağım onu da bir izle.."(1)
Cumhurbaşkanının, Merhum Ecevit'in 27 Eylül-22 Ekim 1999 tarihlerinde yapmış olduğu bir ABD ziyareti sırasında Clinton'la ayak üstü yaptıkları bir konuşma sırasında Clinton'un belki de anlık bir refleksle yanında duran kanepenin kenarına oturduğuna ilişkin görüntüyü kastettiği anlaşılıyor.
Kardeşim adamlar bir kere rahat, bizimkiler gibi fazla protokoler değiller.
Bizim gibi 5000 yıllık millet geçmişleri 3000 yıllık devlet geçmişleri yok.
Bu sebeple oluşan bir devlet gelenekleri de bulunmuyor.
Kültürleri ve edep anlayışları farklı, bu tür hareketleri bir saygısızlık olarak algılamıyorlar.
Clinton'un bu hareketi özellikle yaptığını hiç sanmıyorum ben.
Anlık bir hareket diye düşünüyorum.
Belki de o sırada çok yorgundu Clinton.
Olamaz mı?
Bakın son günlerde Almanya başbakanı Angela Merkel de yapıyor aynısını
Konuklarını oturarak karşılıyor.
Çünkü sağlık problemi yaşıyor Merkel.
Ecevit'in 16 Ocak 2002'de gerçekleştirmiş olduğu ABD seyahatinde Bush da Ecevit'in karşısında adeta rükûa varacak kadar eğilmişti nitekim(2).
Şimdi bu hareketi nasıl yorumlamak gerekiyor?
Yoksa "Dost başa düşman ayağa bakar" atasözünden hareketle, "John Walker Bush, Ecevit'in ayaklarına bakarak Türkiye'ye olan düşmanlığını mı belirtti" mi diyeceğiz?
Bugün yandaşlıkta zirve yapmış Sabah'ın o zamanki genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu, Ecevit-Bush görüşmesini anlatmış olduğu "Yorgun ama etkileyici" başlıklı yazısında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:
"Ecevit'in o küçük adımlarla Beyaz Saray'a gelişi ABD'li yetkilileri şok etti ama masaya oturunca hava değişti. Amerikalı bir yetkili 'Başbakanınızın konulara hakimiyeti ve olağanüstü İngilizcesi bizi çok etkiledi' dedi. Başbakan Bülent Ecevit'in Beyaz Saray'a ilk gelişi Başkan Yardımcısı Dick Cheney'le yapılacak görüşme için oldu. Ecevit'in küçük küçük adımlarla, artık bizim kamuoyunun alıştığı yürüyüş şekli, Amerikalı yetkililer için tam bir şok etkisi yaratırken, görüşme başladıktan sonra Ecevit'in yüksek performansı havayı hızla değiştirdi. Bu bilgiler bize geziyi 'başarılı' göstermeye çalışan Türk diplomatlar tarafından değil, oldukça önemli bir ABD'li yetkili tarafından aktarıldı. Amerikalı yetkili Başbakan Ecevit'i 'Yaşlı, yorgun, fakat etkileyici' olarak tarif ettikten sonra şöyle değerlendirdi: 'Doğrusu müzakerenin sağlığı açısından önce tereddüde düştük. Ancak Başbakanınızın konulara hakimiyeti, her türlü detay hakkındaki bilgisi ve çok az yabancı devlet adamında gördüğümüz olağanüstü etkili İngilizcesi bizi çok etkiledi.'"(3)
Unutmayın, Ecevit'le yapmış olduğu görüşme sırasında poposunu kanepeye iliştirdiği için bu hareketini Ecevit'e ve CHP'ye yüklenme vesilesi yaptığınız aynı Clinton, ağabeylerinizden Merhum Özal'a ısrarla randevu vermemiş ve Özal, sırf Clinton'la görüşebilmek için ABD'de tam iki hafta beklemişti!
Uzun yıllar ABD'de gazetecilik yapmakla, bu ülkeye gelip giden Türk politikacılarının görüşmelerini ve kendilerine gösterilen itibarı yakından gözlemleme şansı bulan Gazeteci Yılmaz Polat Turgut Özal'ın maruz kaldığı bu kötü muameleyi şöyle aktarmıştır "Türk Siyasetçisinin ABD itibarı" başlıklı yazısında: "Sağlık kontrolü için Şubat 1993'te Houston'a giden Cumhurbaşkanı Özal, Clinton randevu vermeyince ABD içinde 2 hafta tur atıp sonunda Beyaz Saray'dan yarım saatlik randevu koparmayı başardı."
Yılmaz Polat aynı yazısında Erdoğan'la ilgili olarak da şu ifadeleri kullanmış:
Başbakan Erdoğan, Başkan Bush'un Beyaz Saray'ın kapılarını kapattığı 2005 yılında kızının mezuniyetini bahane ederek Washington’a geçip Bush’la görüşmek istedi. Taktik işe yaramadı. Amerikalılar Erdoğan’ın kızının mezun olacak kadar kredisi olmadığını biliyordu. Uzun süre randevu vermedi. Erdoğan vazgeçmedi sonunda Bush randevu vermek zorunda kaldı. Hudson olayının kahramanı Zeyno Baran'ın eşi Büyükelçi Matt Bryza Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'le Washington Willard Otel'de yaptığı resmi görüşmeye şort ve spor ayakkabısıyla katılıp diplomatik görüşmeye ilk kez şortu soktu. En vahim olanı ise Başbakan Erdoğan'ın Danışmanı Cüneyt Zapsu'nun 2006 yılında Washington'da American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşunda sarf ettiği şu sözler. "Başbakan Erdoğan'ı delikten aşağı süpürmeyin, kullanın"(4)
Ecevit'in karşısında neredeyse Tanrı'nın karşısında rükûa varırcasına eğilen J.W.Bush, 2003 yılındaki tezkere krizi sürecinde "Bizim Texas'taki at tüccarları gibi pazarlık yapıyorsunuz" diyerek dalga geçmişti dönemin başbakanı Abdullah Gül'ün ABD'ye gönderdiği heyetle.
Elbette Bush'un dalga geçtiği, hükümet ve Türkiye idi!
Uzun yıllar Washington'da gazetecilik yapan ve olayların yakından tanığı olan Savaş Süzal, şöyle aktarıyor hadiseyi: "Bizim gazeteden, genç arkadaşım Ahmet Takan, yıllar önce çok güzel yazmış. Ben de o günleri, Washington’da yaşayan bir gazeteci olarak aktarayım. Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Ali Babacan, Washington’a gelerek, Beyaz Saray’da, Kuzey Irak’tan Amerikan askerlerinin geçişi için, 100 milyar dolar istemiş, ancak, 20 milyar dolara da razı olacakları sinyali vermişlerdi. ABD Başkanı Bush, onlara bu at pazarlığı lafı ile cevap vermiş, yıllar sonra meblağ, bir milyar dolara indirilmiş, ancak onu da bizimkiler alamamıştı. Bu olay sonrası ABD, Abdullah Gül’den hazzetmemeye başlamıştı. Anlayacağınız AKP’liler, at pazarlığını iyi bilir. Koalisyonu, varın siz tahmin edin şimdi."(5)
Trump ise geçenlerde Osaka'da yapılan heyetler arası görüşmede bizim heyette bulunan bakan ve bürokratları Hollywood figüranlarına benzeterek dalgasını geçmişti!
Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki Kılıçdaroğlu'nu kasıtla "Bu benim BM Genel Kurulu’ndaki konuşmaları saptıracak kadar buralarda da her türlü yalana başvuruyor. Bak izle, bu sene de orada nasıl bir konuşma yapacağım onu da bir izle.."
Evet, BM'de konuşabilirsiniz.
Yapmadığınız şey değil bu; geçmişte de konuşmuştunuz birçok kereler.
Bunları zaten biliyoruz.
Hatta o kürsüde "Dünya beşten büyüktür" bile demiştiniz de biz de alkışlamıştık sizi.
Çünkü BM Genel Kurulu düşüncelerin özgürce dile getirildiği bir ortam; orada demokrasi var.
Diktatörlerden tutun da, en kıytırık ülkenin liderleri bile konuşabiliyor orada.
Düşünsenize; ABD'nin ve İsrail'in can düşmanı İran'ın liderleri bile o kürsüde ABD'ye saldırı ve hakaret niteliğinde laflar edebiliyorlar o kürsüde!
Geçen sene Venezuela Devlet Başkanı Maduro bile konuştu BM Genel Kurulu'nda.
Çünkü o kürsü dokunulmazdır!
Peki bu konuşmalarınızın etkinliği ve geri dönüşü var mı?
Dünya siyasetine yansıma oranı nedir, hiç düşündünüz mü?
Önemli olan da bu değil mi zaten?
Unutmayın, Kıbrıs Barış Harekatı'nı yaparken Rahmetli Ecevit de kimseden izin almamıştı.
Haşhaş ekimini serbest bırakırken de öyle.
Osaka görüşmeleri sırasında Trump bizzat açıkladı; "Erdoğan sert adam, ancak biz kendisiyle iyi anlaşıyoruz. Bir telefon ettim, Pastörü (Rahip Brunson) bıraktı. Bir telefon ettim DAEŞ'le mücadelede müttefikimiz olan Kürtlere yönelik askeri harekatı durdurdu.." dedi.
Şimdi ABD tarafı ısrarla diyor ki; "S-400'leri aktif hale getirmeyin!"
Siz de diyorsunuz ki; "S-400'ler Nisan-2020'de aktif hale gelecek!"
E Kılıçdaroğlu da herkes gibi bunları görüyor ve duyuyor.
Bunları besbelli "Emir alma" şeklinde yorumluyor kendisi.
Madem Nisan 2020'de ancak aktif hale gelecek, şu halde bugünden satın almaya ve bugünden onca milyar dolarları ödemeye ne gerek vardı?
Eğer emir değilse buyurun o zaman bütün bu olayların sebebini siz açıklayın!
Millet sizden makul ve mantıklı açıklamalar bekliyor.
Öte yandan "Bağımsız mahkemeler karar verdi" açıklamaları, pek makul gelmiyor artık millete.
Hele de bu zamanda...
Ömer Sağlam 28.07.2019
1-https://www.dha.com.tr/politika/cumhurbaskani-erdogandan-faiz-mesaji-bu-bile-yeterli-degil/haber-1690276,
2-http://arsiv.sabah.com.tr/2002/01/17/p02.html,
3-http://arsiv.sabah.com.tr/arsiv/2002/01/17/p01.html,
4-http://www.guncelmeydan.com/pano/turk-siyasetcinin-abd-itibari-yilmaz-polat-t34423.html,
5-https://www.yenicaggazetesi.com.tr/at-pazarligi-34990yy.htm