15 Temmuz'daki darbe girişimine, daha doğrusu silahlı tedhiş eylemine karıştıkları gerekçesiyle göz altına alınan, tutuklanan ve ordudan ihraç edilen subayların genelde yarbay, albay ve tuğgeneral gibi daha alt rütbelerde olan insanlardan oluşması, orduda değişim fikrini savunanların görüşlerinin yıllar önce hayata geçirildiğini göstermektedir. Eski Askeri Savcı Albay Ahmet Zeki Üçok'un birkaç gündür yapmış olduğu açıklamalara göre; bu gerçek dikkate alındığında, darbe girişimi olmasaydı bile en fazla 6 yıl sonra TSK tamamıyla FETÖCÜ subayların eline zaten geçiyormuş!
Allah bu milleti gerçekten çok seviyor. Eğer bu adamlar hırslarına yenik düşüp darbe yapmaya kalkışmasalardı, daha doğrusu Allah bunların devleti ele geçirme isteklerine ivme kazandırmak, bu konudaki iştahlarını arttırarak onları darbe yapmaya kalkıştırmak suretiyle kendilerine tuzak kurmasaydı, çok değil 5-6 yıl sonra Türkiye başka bir siyasi rejimle yönetilir hale gelecekmiş! Okyanus ötesindeki imam ise İkinci Humeyni!
Birkaç gündür kumpas davalarını mağduru olan emekli subayları izliyorum ekranlarda. Ortak kanaatleri, "Kendilerine kumpas kurularak kodese tıkıldıkları günlerde hiç kimsenin kendilerini savunmadığı ve kendilerine birer suçlu nazarıyla bakıldığı..." istikametinde. Oysa yanılıyor bu askerler. Toplumun büyük çoğunluğu kendilerine sahip çıktı o günlerde ve onların darbe hazırlığında olduklarına asla inanmadı. Gelin örün ki; onların aleyhinde olanlar örgütlüydü, koordineliydi, basın yayın organları ellerindeydi ve üstelik onlar, hükümetle uyum içindeydiler o günlerde. Bu sebeple onların sesleri daha gür çıktı sağda solda. Onlara sahip çıkmaya çalışanların sesi ise çok cılız çıktı ve kubbede bir hoş sâdâ olmaktan öteye gidemedi.
Galiba onlardan birisi de bu acizdi. 2010 yılında yazmış olduğumuz bir yazıda bakınız kumpasa kurban gidenlere nasıl sahip çıkmışız ve 15 Temmuz darbe girişimini 6 yıl öncesinden nasıl haber vermişiz:
Nizamı Cedit Ordusu Kuruluyor mu Yoksa?
Çalıytayların gediklisi ve açılımların müdavimi olmakla AKP hükümetinin akıl hocalarından birisi olduğu anlaşılan Zaman Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne “Bize Nizamı Cedit Ordusu Lâzım” başlıklı yazısında Padişah III. Selim tarafından kurulan Nizamı Cedit Ordusu’nun başarılarını öve öve bitiremiyordu. Türköne’ye göre Akka Kalesi önlerinde Napolyon Bonapart’ı hezimete uğratan da Nizamı Cedit Ordusu’ydu. Ona göre; Nizamı Cedit Ordusu’nun bu başarıları, Yeniçerilerin gadrine uğradı ve Kabakçı Mustafa nam bir başı bozuk ve düzenbazın başını çektiği bir ayaklanma ile dağıtıldı. M. Türköne bahse konu yazısını şöyle bağlıyordu:
“Türk askerinin şerefini, ülkemizin güvenliğini, Türkiye'nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu ‘kurumsal yapı’ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım. Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var.”(1)
Prof. Türköne aynı konuyu, “Yeni bir ordu kurmak” başlıklı yazısında da işliyor ve şöyle diyordu: "Yeni bir ordu kurmak, çağın ihtiyaçlarına ve ülkenin çıkarlarına uygun köklü bir dış güvenlik reformuna girişmek demek. Komutanların siyaset hırsına bu ülkenin birliğini, dirliğini ve refahını neden feda edelim? Evet neden? Mevcut komuta kademesini tasfiye edince, yeni orduyu kiminle kuracağız? diye soranlara cevabı yine tarihten verelim. Ankara'da yeni orduyu kuran komutanların -Atatürk dahil- rütbesi neydi?”(2)
Anlaşılacağı üzere; Mümtaz’er Türköne “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” çerçevesinde yazmış olduğu bu yazılarda siyasete müdahale etmeyi gelenek haline getirmiş TSK’nin toptan lağvedilmesini, yaşlı generallerin ordudan temizlenmesini ve genç subaylarla yeni bir ordu teşkilini savunuyordu. Daha önce de yazmış olduğumuz gibi; M.Türköne’nin unuttuğu bir şey vardı: Enver Paşa da tıpkı Mümtaz’er Türköne gibi düşünerek “yaşlı” ve “siyasete karıştıkları” gerekçesiyle tecrübeli generalleri bir bir emekliye sevk ederek yerlerine genç subayları atamış, ancak bu genç subayların yönetimindeki Osmanlı Ordusu hemen her cephede yenilmiştir.
Sarıkamış yenilgisinin sebebi nedir biliyor musunuz? Harekâta karşı çıkan yaşlı ve tecrübeli Hasan İzzet Paşa’nın 3. Ordu kumandanlığından alınarak yerine yarbaylıktan albaylığa terfi ettirilen genç ve tecrübesiz Hafız Hakkı Paşa’nın atanmış olmasıdır. Görünürde 3. Ordu kumandanlığına Enver Paşa’nin vekalet etmesine karşılık, harekât, büyük oranda genç ve tecrübesiz Hafız Hakkı Paşa’nın yanlış planları üzerine kurgulanmış, sonunda da yenilgi kaçınılmaz olmuştur.
Akka Kalesi önlerinde Napolyon’un ordularını yenilgiye uğratan ise III. Selim’in Nizam-ı Cedit Ordusu’nun mahareti değil, büyük oranda, yaşı yetmişleri çoktan geçmiş durumdaki Alaylı Osmanlı Paşası Cezzar Ahmet Paşa’nın üstün dirayeti, askeri sevk ve idaredeki üstün kabiliyeti ile Osmanlı Donanması’nın denizden yapmış olduğu kuşatmadır Dolayısıyla M.Türköne’nin vermiş olduğu örnekler yanlıştır ve birer saptırmadan ibarettir. Mümtaz’er Türköne gibi sözde bir bilim adamının bu yanlış örneklerden hareketle haddinden büyük tekliflerde bulunması ve bu tekliflerin ne yazık ki hükümet kanadında kabul görmesi ise ülkemiz adına büyük talihsizliktir.
Öte yandan M. Türköne’yi, TSK’nin toptan lağvedecek düşüncelere iten “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” , “Kafes Eylem Planı” ve “Bülent Arınç’a yönelik suikast planı” gibi sözde plan ve eylemlerin de en azından şimdilik birer komplo teorisinden ibaret olduğu da ortadadır. Çünkü sözde “İrtica ile mücadele eylem planı” nı hazırladığı ileri sürülen Dnz. Kur. Albay Dursun Çiçek halen muvazzaf subay olarak görevinin başındadır. Adı geçen, önceki günkü TV. haberlerinde hakkındaki söylenenlerin tamamının, “Yalan ve palavra” olduğunu söylemiştir. Öte yandan, “Bülent Arınç’a yönelik suikast planı” nı ihbar eden telefonun da yurtdışında ve okyanus ötesinde bulunduğuna ilişkin haberler var medyada. Emniyetin ele geçirdiği krokinin ise bozulan bir bilgisayarı tamir ettirmek için bir astsubay tarafından bilgisayar tamircisini tarif etmek için gelişigüzel çizilerek görevli askere verildiğine ilişkin bilgiler var gazetelerde. Bütün bunlar, TSK’nin planlı olarak yıpratıldığına, milletin de boş yere oyalandığına ilişkin ciddi ip uçları vermektedir aslında.
Öte yandan her nedense darbe ve suikast planları çerçevesinde tutuklanan ya da sorgulanan askerler genelde genç subaylardan oluşmaktadır. Söz konusu planların içinde hiçbir generalin adı geçmemektedir. Oysa bugüne kadar Türkiye’de genç subaylarca planlanıp gerçekleştirilmiş hiçbir darbe yoktur. Buna belki de bütün Türk Tarihi boyunca cüret eden tek kişi 1962 ve 1963 yıllarında üst üste iki kez ayaklanan Albay Talat Aydemir olmuştur. O da başarılı olamayıp 1964 yılında yağlı ilmekte canını vermek durumunda kalmıştır. Ergenekon kapsamında sorgulanan ve yargılanan generallerin ise tamamı emekli subaylardan oluşmaktadır. Türk tarihinde emekli olduktan sonra darbe yapmış bir generale de rastlanmaz. Çünkü hem darbe ciddi bir iştir, hem de Türkiye başçavuşların bile darbe yapabildiği bir Afrika ülkesi değil, köklü bir devlettir.
Öte yandan artık TSK’da en azından silaha başvurarak darbe yapma dönemi 12 Eylül 1980 darbesiyle, yazılı muhtıra verme dönemi 12 Mart 1971 muhtırasıyla çoktan kapanmış bulunmaktadır. 28 Şubat 1997 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Sayın Necmettin Erbakan, eğer Sayın Erdoğan’ın 27 Nisan 2007 E-Muhtırası karşısında göstermiş olduğu dirayeti gösterebilmiş olsaydı inanıyorum ki 28 Şubat Post Modern Darbesi diye bir darbe de yaşanmazdı bu ülkede. Böylece General Çevik Bir’ler ve General Erol Özkasnak’lar “Post Modern darbe yapmakla” ve “Demokrasiye balans ayarı yapmakla” övünemezler, böylece General İlker Başbuğ’un tabiriyle bugün TSK’ne karşı yöneltilen asimetrik savaş da bazı kesimlerce “28 Şubat’ın intikamı alınmak isteniyor” şeklinde yorumlanma durumunda kalmazdı.
Kamuoyuna yansıyan ve medyada yerini bulan haberlere göre; hükümet Emniyet ve Mit’e de ağır silah ithal izni vermek için kanuni düzenleme yapmak üzeredir. Ayrıca ülke sınırlarının, AB uyum yasaları çerçevesinde çıkarılacak bir kanunla yeni oluşturulacak ve İç İşleri Bakanlığı’na bağlı olacak 50.000 kişilik sivil bir güçle korunacağı belirtilmektedir. Yine İç İşleri Bakanlığı’na bağlı olarak Kamu Güvenliği Müsteşarlığı adı altında yeni bir güvenlik biriminin oluşturulacağı söylenmektedir. Bütün bunların üzerine bir de Sivil Hakim tarafından TSK’nin en gizli birimi olan Kozmik Odalarda yapılan aramaları ekleyince, insanın aklına Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’nin yapmış olduğu önerilerin hükümet çevrelerinde kabul görmekte olduğu gibi bir izlenim doğmaktadır. Yani hükümet galiba şu Nizamı Cedit Ordusu’nu ciddi ciddi düşünüyor gibi.
Polis ve jandarma marifetiyle iç güvenlik zaten kendi yetkisinde olan İç İşleri Bakanlığı, sınır güvenliğini sağlayacak 50.000 kişilik sivil güç ve kamu Güvenliği Müsteşarlığı da kendisine bağlanınca TSK’den çok daha güçlü hale gelecektir. Üstelik İç İşleri Bakanlığı’na ağır silah ithal etme yetkisi de verilecektir. Hakkari’de sokak göstericilerine teslim olarak, Diyarbakır’da göstericiler tarafından linç edilmekten yine göstericiler tarafından kurtarılarak yüreklerimizi dağlayan polis, ithal edilecek bu ağır silahları sokak göstericilerine karşı kullanamayacağına göre acaba kime karşı kullanacaktır?
Hükümet “komşularla sıfır sorun” anlayışıyla hareket ettiğine ve yakın gelecekte ufukta Türkiye’nin girmek zorunda kalacağı geniş çaplı bir savaş da görünmediğine göre, bu durumda hükümet iç ve dış güvenlik (sınır güvenliği) hizmetlerinden yalıtılmış TSK’ni acaba hangi hizmette değerlendirecektir? Bu şartlarda bizim aklımıza TSK’nin yetki ve görev alanına giren iki alan geliyor: Birisi Afganistan, diğeri de Kuzey Irak! Hadi bilemediniz bir üçüncüsü de Lübnan ve Filistin olsun. Peki, sizce bundan sonra TSK hangi görev ve hizmetleri yerine getirecektir? Türk Milleti’nin bağrından çıkmış ve onun çelikleşmiş iradesi olan TSK’ni sıradan bir lejyoner ordusu durumuna getirmeye kimin ne hakkı vardır???
Yazının ilk yayınlandığı tarih: 11 Ocak 2010
Ömer Sağlam
1- Zaman Gazetesi, 29 Ekim 2009
2- Zaman Gazetesi, 1 Kasım 2009
Kaynak:http://ceyhanhaber01.blogspot.com.tr/2010/01/nizam-cedit-ordusu-kuruluyor-mu-yoksa.html