Gece yarısını geçeli bir hayli oldu. Yeni günde ilerliyoruz.
Artık dün gece diyebileceğimiz bir zaman diliminde kalan kanlı ihtilal oyununda rol alan tanklar, uğultular çıkartarak kışlalarına dönmekteler. Televizyonlardaysa saçma sapan, komik mi komik yorumlar yapılıyor. Devran değişti ya, bir süre önce söyledikleri her şeyin tam aksini söylemekteler. Ekranların altında saatlerdir aynı cümleler yazılı ve hepsi “Son dakika” haberi. Hani bayat balığı, solungaçlarını boyayıp satarlar ya, bunlar ona da gerek görmüyor. Yeni güne girmemize rağmen hiçbir değişiklik yapmadan aynı şeyleri ekrana yansıtıyor ve bunu da “Son Dakika” ayıbıyla yayınlıyorlar.
Tam bunları yazarken bir değişiklik oluyor. Ekranın altında yer alan “78 milyon tek yürek oldu, darbeye geçit vermedi” yazısı, aniden 79 milyona çıkıyor. İşte, al sana değişiklik! Sanırım 78 milyon gözlerine az geldi.
TUTUKLAMALAR HER YERDE
78 milyon onlara ne kadar az geldiyse bu darbe girişimi de bana o denli ilginç geldi. Haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Daha şimdiden tutuklamalar var. Neredeyse her ilde tüm üst düzey komutanlar tutuklanıyor. Az buz değil, hepsi; ordu, kolordu, garnizon, il jandarma komutanları… İnsanın aklına ister istemez; "Türk ordusunun tasfiye programı bitmedi mi? Şimdi de cumhuriyetimize sahip çıkanlar mı hedefte?" soruları geliyor.
Bu işin pek yakında fırıldak gibi dönüp, Atatürkçülerle muhaliflere de erişeceğine eminim. Ayrıca polis, bürokrat, iş adamı, bilim adamı denen bazı insanlar da sıradadır ama biz yine günün konusu olan orduya dönelim.
Gelin, hep birlikte tespit yapalım. İnsan ve silah kaynaklarının başını tutan bu kadar çok sayıda üst kademeyle bu kadar çok il söz konusuysa o ihtilal başarısız olabilir mi? Kime sorduysam aşağı yukarı şu cevabı aldım: "Hayır, bu ihtimal sıfırdan öte gitmez!".
Peki, darbe deneyimi bir hayli yüksek olan "Türk Ordusu"nun, bu kadar acemice bu kadar akıl dışı ve kendisini küçük düşürüp alay konusu ettirici bir organizasyonla darbe yapmaya kalkması olası mıdır?
"Hayır, girişim ordunun küçük bir kısmından bile gelse değildir."
E, o hâlde?..
İhtilal komedyenlerinin hiç kimseyi tutuklamamasından tutun da bir darbenin nasıl yapılacağını bilmemesine dek, ortada rezil bir durum var. Bu ihtilalciler, rütbelerini ordudan değil de terzilik okulundan almış gibiler. "Küçükken Tom Miks, Teksas okumuş olanlar bile bu işi daha iyi becerirdi." demiştim ya, yalancı çıkmadım. Bakın, planlamayla ilgili söylemiyorum. Çünkü planlamanın nasıl yapıldığını bilmiyorum. Aslında bir planın olduğunu da sanmıyorum ya neyse!
Neden mi sanmıyorum?
Uygulamanın dıştan görünüşü aynen şöyle: Sanki birileri "Yallah!" demiş, bu sesi duyan herkes koşturmaya başlamış. Akılsızca, hatta rezilce... Askerciklere, "Gidin ve aklınıza gelen tüm saçmalıkları yapın!" şeklinde bir emir verilmiş ve onlar da bu emre çocukça bir iştahla uymuşlar gibi... İşin içinde başka işlerin olduğu ayan beyan belli!..
Önce kendime şu soruyu sordum:
“Bu girişim kime ya da kimlere yaradı?”
Siz de kendinize sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin.
İlk saatlerde yazdıklarımı biliyorsunuz. Tekrarlayıp kimseyi sıkmak istemiyorum. Başka anlatacaklarım da var. Konumuz tarihî tespitler içerdiğinden, bunun üstüne bir ya da birkaç yazı daha yayınlayabilirim. Lütfen sabır gösterin.
O SORUYA CEVABIMDIR
Sizlere “Cevabı kendinizden başkasına vermeyin.” dedim ama kendi cevabımı yazmak istiyorum. Kanlı ihtilal oyununu duyduğum ilk anda zaten bu cevabı sosyal medyada yayınlamıştım. Aynen aktarıyorum:
"... FETÖ’ye gelince; bugüne dek yaptıklarıyla bugün "isteyerek ya da itilerek" yapmaya kalktığı ihtilalin ülkemize verdiği zararlarla olayda yaşanan ölümlerin hesabı hemen sorulmalıdır. Gerek FETÖ gerekse benzer örgüt ve cemaatleri devlet çarklarına yerleştirenlerse kim olursa olsun bu hesabı ortaklarıyla birlikte vermek zorundadır.
"... İhtilal planlayıcısı ülke ve uluslararası örgütlere gelince… Onlarla ilişkiler yeniden ve dikkatle düzenlenmeli, yaptıkları unutturulmamalı, uluslararası ilişkilerin özü olan karşılıklı denge politikasına uygun şekilde onların adisyonları da önlerine konmalıdır.”
Bu komedya hakkındaki ilk fikrim, adamların ihtilal yapmaya zorlanmış olmaları. "Zorlayıcılar" komedya başlamadan saatler önce "ya iş çığırından çıkar da ters bir şeyler olursa" düşüncesindeki padişahlarını, onun işaret ettiği güvenli bir yere götürdüler. Sonra ihtilalcilerin içindeki kendi adamlarıyla ihtilali özellikle hiç başarılı olamayacağı saçma sapan bir saatte ve yerde başlattılar. Eğer gelen haberler doğruysa olan, emir kulu askercikler, çocuk yaştaki askerî öğrenciler ve "kendisi güvenli bir yerde hiç heyecanlanmadan çayını, kahvesini içen" padişahın talimatıyla sokağa dökülen garibanlara olur. Ya ölürler ya sakatlanırlar ya da hayat boyu "Darbeci!" olarak lekelenirler.
Dikkatimi çeken bir başka şey daha var.
Bana kalırsa hem padişah hem reis hem de başkomutan olan şahıstan emir gelir gelmez insanları sokağa dökmek için görevlendirilmiş kışkırtıcı ve yönetici gruplar da vardı.
Yine bana kalırsa telefonla ulusa sesleniş her yanıyla düzmecelik kokuyordu. Ya da başka bir şekilde yapılacakken araya adı muhalif olmakla damgalanmış bir medya grubunun çalışanı girerek, “Zorlayıcılar”ın ekmeğine yağ sürdü. Şimdi, egemenlerce istenmeyen herkes ihtilalcilerle aynı kefeye konulup tasfiye edilecek.
Özetlersem; İlk yazımda ve sosyal medyadaki ilk paylaşımlarımda, yani baştan beri söyleyip anlatmak istediğim şu: “Haber verildiği için beklenen, beklendiği için bilinen, bilindiği hâlde önlenmeyen; insanlar ölecekmiş, sakat kalacakmış diye umursanmadan bir an önce gerçekleşmesi için zorlanan ve tek kişinin arzusuna uygun olarak sonuçlandırılan bir lhtilal oyunuyla karşı karşıyayız.” Akıl sahiplerinin yazıp söyleyeceği özet bundan başka bir şey olamaz. Akılsızlarsa beni ilgilendirmiyor. Tabii ki bunlar bence bence ve de bence…
HADİ GELİN, BUGÜNÜ KOLAY ANLAYABİLECEĞİMİZ ÖRNEĞE GİDELİM
1933 yılının dünyasına gidelim. Gözlerinizi yumun…
Şu an o günlerin Almanya’sındayız.
Weimar Cumhuriyeti birtakım seçim oyunlarının da oynandığı bir seçimle alaşağı edilmiş, yerine Nasyonal Sosyalist dediğimiz Naziler gelmiş. Ardından da “Üçüncü Reich” ilan edilmiş; Hitler, Üçüncü Reich’in bin yıl süreceği konusunda nutuklar atıp durmakta… Yani bin Yıllık İmparatorluktan, aslına bakarsak, bin yıllık iktidardan söz edip durmakta… Ha bire hayali düşmanlar yaratılıyor. Komünistler, Yahudiler derken; insanlar kökenlerine göre parçalara ayrıltılarak, bir arada yaşayamayacak kadar derin çizgilerle birbirlerine düşman edilmekte…
ÜÇÜNCÜ REICH
“Üçüncü Reich”; aslında tek adam rejimi, sistemin adıysa “Führer Devleti”…
Devlet ve halk adına her türlü kararı tek başına alan Führer, tüm ülkenin önderi… Bölgesel ve yerel yönetimlerle ne kadar siyasal kuruluş varsa hepsi onun, yani Führer’in partisi olan “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi”ne bağlı.
Führer Devleti; Parlamenter sistemin yavaş işlediği iddiasıyla muhalefeti sistemden silen, tek parti ve tek adamlığı kabul eden diktatoryal bir sistemdir. Birçok konu referanduma götürülerek, halkın egemenliği esas alınıyormuş havası oluşturulurdu. Referandum sonuçları, konulardan habersiz halkın oylarıyla daima Führer’in istediği yönde sonuçlanırdı. İsterse sonuçlanmasın, referandum oyunları devreye girmek için daima alestaydı.
FÜHRER HİTLER ve SUÇ ORTAĞI ALMANLAR
Niyetim Hitler’i anlatmak değil. Bir iki cümleyle ne mal olduğunu ve Almanların bu işteki payını hatırlatmak. Hepsi bu!
Hitler, bugünlerde sıkça kullanılan “karizma” sözcüğüyle tanımlanacak bir tipti. En büyük meziyetleri; vücut dilini iyi kullanması, yalanla hayali gerçek gibi sunabilmesi ve hitabetteki gücüydü. O güç sayesinde, kitleleri hemen ve derinden etkilerdi. Bunu bildiğinden, tüm konuşmalarını kalabalık kitleler karşısında ve şaşaalı ortamlarda, bayraklar ve sancaklar altında yapardı. Bu ortamların oluşması için tüm kamu kurum ve kuruluşları, öğrenciler, askerler ve halk; biraz mecburiyetten fazlasıyla da Hitler’e olan ve sonu gelmeyecekmiş gibi görünen hayranlıktan yollara düşer, onun tekrarlanmasını istediği yerlerde sözlerini tekrarlar ve büyük bir coşkuyla adını haykırırlardı. Hitler’in, gerek hitabet gücü gerekse dekoratif etkileme metotlarını çok iyi kullanması, o döneme ait filmleri izleyenleri bugün bile etkiler.
Hitler’in adını coşkuyla haykırarak dünyaya kan kusturan Almanlara gelince… Alman halkı, ülkeleri perişan bir şekilde teslim olduktan sonra “Onlar Nazi’ydi, bizse mis kokulu tertemiz Almanlarız” havasıyla işin içinden sıyrılmaya çalıştı. Çalıştı ama bu uyduruk sav, bazı çıkarcı ve idare-i maslahatçı çevreler tarafından kabul görse de doğru değildi. Hitler’in her yaptığını sonuna dek onaylamış, Hitler’in her yaptığına konumları elverdiğince katılmışlardır. Ta ki her şey bitip, Almanların “Dünyaya hâkim olamayacaklarını anladıkları o son gün gelinceye dek!". Gerisi laf-ı güzaf!
“Onlar Nazi’ydi, bizse mis kokulu tertemiz Almanlarız” sahtekârlığına sığınan soykırım suçlusu Almanlar; bugün yepyeni bir devlet olan Türkiye’yi, faili değil tam tersine kurbanı olduğu bir soykırımla suçlamaktadır.
İşte, “Men dakka dukka” denen şey tam da budur.
SA, SS ve GESTAPO
Ordu içinde üç buçuk milyon kişiden oluşan, çekirdekleri kıyaslandığındaysa Alman ordusundan kat be kat kalabalık olan; görünüşte partiye, aslındaysa Almanya’nın tüm kurumları gibi Führer’e bağlı SA, yani “Taarruz Bölüğü” adlı özel bir ordu vardı. Bu SA’lar, Nazilerin politik rakiplerini yok etmeleriyle de ünlüydü.
Hitler, SS yani “Koruma Timi” olarak bilinen bir başka özel orduya da sahipti.
Zamanla değişik işlerle de görevlendirilen SA ve SS’ler; zırhlı araç, tank, top ve benzeri ağır silahlarla da donatıldı, hatta tümenler hâline getirildi.
Gestapo’ysa başlarda askerî inzibatken, sonradan başka görevler de üstlendi. Almanya karşıtı casusların yok edilmesi, savaş sırasında propagandayla halkı yönlendirmek, toplama kamplarında disiplin sağlamak bu görevlerden birkaçıdır. SS’lerle yaptıkları çalışmalar, kendi orduları içindeki generallere bile korku salmaları, yarattıkları terör hareketleri ve yaptıkları işkenceler hâlâ anlatılır. Gestapo’yu, gizli devlet polisi olarak da tanımlayabiliriz.
BİRAHANE DARBESİ
Hitler’in, Weimar Cumhuriyeti’ne karşı olan herkesi bir araya toplayarak, önce Bavyera Hükûmeti’ni sonra da Weimar Cumhuriyeti’ni devirip, yönetimi ele geçirmeyi amaçladığı başarısız bir darbe girişimidir. Olaylar, 8 Kasım 1923 akşamı Münih’teki ticari örgütlerin bir birahanede düzenlediği geceyi Nazilerin basması sonucu çıkmış, 3’ü polis, 16’sı Nazi olmak üzere 19 kişi ölmüş, birçok insan yaralanmıştır. Hitler kaçmış. İki gün sonra yakalanıp tutuklanmıştır. Olay başarısızlıkla sonuçlanmıştır ama Nazilerle Hitler’in adı tüm Almanya’da bilinir olmuştur.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu girişim kime yaradı?”
REICHSTAG YANGINI
Hitler, başbakan olunca beklenmedik bir iş yapıp, “Genel seçim kararı” alır. Tüm partiler yoğun çalışmaya girişir. Tam bu sırada meclis binası yakılır. Suç ihalesi, bunalımlı kişiliğe sahip bir komünistin üstüne kalır. Dengesinin hayli bozuk olduğu söylenen bu adamcağız, olayı itiraf da eder. Eder ama bu itirafnamenin nasıl alınmış olacağı hepimizce malum. Bu bahaneyle sanıkla birlikte tüm komünist yetkililer yargılanır. Oysa, yangının kundak olduğu ve Naziler tarafından çıkarıldığı yolunda da hem iddia hem de üstü örtülmeye çalışılan deliller vardır.
Hitler; yangının hemen ertesi günü, kişisel hak ve özgürlükleri yok eden bir kararnamenin Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından imzalanmasını sağlar.
Böylece, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin yükselişinden önce Weimar Cumhuriyeti’nin en büyük milliyetçi partisi olan Almanya Ulusal Halk Partisi’yle Naziler dışında kalan tüm partilerin seçim çalışmaları durdurulur. Komünist Partisi’nin tüm yetkilileriyle hâlen parlamenter olan 181 milletvekili tutuklanır.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu yangın kime yaradı?”
RÖHM DARBESİ
“Sinekkuşu Operasyonu” ve intikam anlamına gelen bir deyişten yola çıkarak “Uzun Bıçaklar Gecesi” adı da verilen ünlü darbedir. Nazileri ve dolayısıyla Hitler’i iktidara taşıyan “yandaş, koldaş, yoldaş ‘SA’ ve onun başı Ernst Röhm”ün, Hitler’in elde etmeye başladığı sınırsız politik güce ortak çıkması sonucu tehdit olarak görülmesi nedeniyle başlatılan ve bu sayede ordunun da avuç içine alındığı “tek taşla iki kuş” operasyonlarından biridir.
Oysa, Hitler muhaliflerine korku saçan, yoluna çıkan tüm engelleri yok eden, itirazda bulunanları düzmece delillerle önce hapislerde süründürüp sonra yok eden en büyük güç; Röhm ve SA’larıdır. O güne dek Hitler; SA’lar ne istedilerse yapmış, ayrıca Röhm’ün talep ettiği her atamayı bizzat onaylamıştır.
1934 yılında, 30 Haziranı 1 Temmuza bağlayan gece gerçekleşen olayda; Gestapo ve SS’ler eliyle 100’ü aşkın cana kıyılmış, 1000’den fazla tutuklama yapılmıştır. Bunlar resmen kayıtlara geçmiş rakamlardır. Resmî olmayanlarsa bilinmiyor.
Hitler, darbeden sonra 13 Temmuz 1934’te yaptığı Reichstag konuşmasında, kendisine “Alman Halkının Yüce Yargıcı” payesini vermiştir.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu darbe kime yaradı?”
KATLİAM GECESİ
Kristal Gece, Kasım Kıyımları gibi adlarla da bilinir. 17 bin Polonya asıllı Yahudi, Nazilerin aldığı bir kararla sınır dışı ettirilerek, Polonya’ya gönderilmiştir. Polonya tarafından da kabul edilmeyen bu insanlar, iki ülke arasındaki sınırda sıkışıp kalmış; açlık, hastalık, iklim şartları gibi nedenlerle yaşamlarını yitirmişlerdir. Ölenler arasında ailesinin de olduğunu öğrenen 17 yaşındaki bir genç, Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ne giderek, karşısına çıkan ilk kişiyi öldürmüştür. İşte bu suikast gündeme getirilerek, Almanya’da yaşamakta olan Yahudilere ait iş yeri, ev, tapınak ve mezarlıklar 9 Kasım 1938 gecesi tahrip edilmiştir. Gecenin bilançosu; 91 Yahudi katledilmiş, 1000 civarı Yahudi ağır yaralanmış, 200’e yakın sinagog ya yakılmış ya yıkılmış, 8000 civarında iş yeri talan edilmiş, mezarlıklara karşı vahşi saldırılar düzenlenmiştir.
Goebbels ve ajanlarının kışkırtmasıyla Kasım’ın 9’unu 10’una bağlayan gece başlayan ve neredeyse tüm Alman halkının katıldığı bu saldırılara polis müdahale etmemiş, itfaiyeler İstasyonlarından çıkmamış, hastaneler Yahudileri kabul etmemiştir. Katliam atmosferi ancak 13 Kasım’da durulmuştur.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu ölümler kime yaradı?”
GÖR, DUY, UYAN
Buraya kadar yazdıklarım; Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren hâller için geçmişin gönderdiği “Gör, Duy, Uyan” armağanıdır. SA’larla SS’lerin, Gestapo’yla özel orduların ülkemizde olmadığını düşünüyorsanız; ülkemizle ilgili tüm bilgilerinizi yeniden gözden geçirin. Gözden geçirirken de özel ordu kurma işlemlerinin bu olaydan sonra daha da hızlanabileceğini, ihtimal olarak, hafızanızın bir yanına not edin.
Şuna inanın ki, ülkemizde yalnız PKK’nin, irili ufaklı Mafya gruplarının ve siyasal fraksiyonların değil, dinsel kisveye bürünmüş çok sayıda cemaatin de silahlı orduları var. Ordu kuramayanların da militanları…
Bu yazım; Hitler’in yaptıklarını ve yapmak istediklerini, öğrenip özümseyen ve yolundan gitmeye çabalayanların hepsine dostane uyarı olsun. Çünkü “Hitler Yolu”nun sonu; kendisi ve sevdikleri için intihar, insanlık içinse 73 milyon cana mal olmuş, onlar hangi bahaneyi üretirse üretsin tüm Alman ulusunu da sonsuza dek “soykırım suçlusu” olarak lekelemiştir. Yazdığım kayıpların yalnızca resmî rakamlar olduğunu da unutmayın.
Dostane uyarım yalnız Hitlercilik oynayanlara değil, “Belde’t-ûl’İkbâl”e sevdalanıp “Bâtınî”lik oynayanlara da… Biz, son iki yıldır bu insanları “Alamut, Hasan Sabbah ve Haşhaşin” adlarıyla çok duyduk ama onların dünyaya korku salan asıl adları; “Suikastçılar”dır.
Allah, ülkemizi Nazi taklitlerinden de suikastçılardan da korusun.
Amin!
Hatırlatmaları da içeren bu yazı yalnızca girizgâhtı.
Nasipse devam edeceğim.
Sizlere “Cevabı kendinizden başkasına vermeyin.” dedim ama kendi cevabımı yazmak istiyorum. Kanlı ihtilal oyununu duyduğum ilk anda zaten bu cevabı sosyal medyada yayınlamıştım. Aynen aktarıyorum:
"... Bu girişimden en fazla yararlanacak parti AKalPe*, kişiyse Recep Bey olacaktır. Önce eski ortak FETÖ’den kurtulma imkânı doğacak, devletin hemen her kademesine hatta partilerine bile yerleştirdikleri FETÖ militanlarını kamuoyuna açıklama yapmadan tasfiye olanağına da kavuşacaklardır. Kendileri de aynı örgütten olmalarına ve söyledikleri her söz kayıtlarda durmasına rağmen hiç olmamışlar gibi hareket ederek insanları şaşırtmaları ve tüm eylemlerinin çıkar ilişkisi içinde oldukları gruplar tarafından da desteklenme ihtimali çok yüksektir. Geçmişteki yolsuzluklar, sınav soruları, Rusya’yla uçak krizi, Suriye politikası, Suriyelilerin ve Yunanlıların düşürdükleri uçaklarımızla ilgili suspus politikası, bir türlü bitirilemeyen ve ‘terörü bitirmek istemiyorlar’ propagandasına sebep olan terörle mücadele, komşularımızla aramızın iyiden iyiye açılması, on sekiz ada ve bazı kayalıklarımızı Yunanistan’a peşkeş çekme olayı, ‘Atabeyler, Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy’ gibi suç içeren diğer tüm uygulamalarını eski ortaklarına mal ederek kendilerini dünya kamuoyu önünde aklamaya çalışacaklardır. Aklanabileceklerini sanmam ama muvaffak olurlarsa zaten suçlu olan FETÖ kendi suçlarının yanında ortağının da suçunu üstlenmiş olacaktır. Allah bilir ya Rus uçağını da onlar düşürmüş (!), futboldaki şikeyi de onlar (!) yapmıştır."
"... İhtilal planlayıcısı ülke ve uluslararası örgütlere gelince… Onlarla ilişkiler yeniden ve dikkatle düzenlenmeli, yaptıkları unutturulmamalı, uluslararası ilişkilerin özü olan karşılıklı denge politikasına uygun şekilde onların adisyonları da önlerine konmalıdır.”
Bu komedya hakkındaki ilk fikrim, adamların ihtilal yapmaya zorlanmış olmaları. "Zorlayıcılar" komedya başlamadan saatler önce "ya iş çığırından çıkar da ters bir şeyler olursa" düşüncesindeki padişahlarını, onun işaret ettiği güvenli bir yere götürdüler. Sonra ihtilalcilerin içindeki kendi adamlarıyla ihtilali özellikle hiç başarılı olamayacağı saçma sapan bir saatte ve yerde başlattılar. Eğer gelen haberler doğruysa olan, emir kulu askercikler, çocuk yaştaki askerî öğrenciler ve "kendisi güvenli bir yerde hiç heyecanlanmadan çayını, kahvesini içen" padişahın talimatıyla sokağa dökülen garibanlara olur. Ya ölürler ya sakatlanırlar ya da hayat boyu "Darbeci!" olarak lekelenirler.
Dikkatimi çeken bir başka şey daha var.
Bana kalırsa hem padişah hem reis hem de başkomutan olan şahıstan emir gelir gelmez insanları sokağa dökmek için görevlendirilmiş kışkırtıcı ve yönetici gruplar da vardı.
Yine bana kalırsa telefonla ulusa sesleniş her yanıyla düzmecelik kokuyordu. Ya da başka bir şekilde yapılacakken araya adı muhalif olmakla damgalanmış bir medya grubunun çalışanı girerek, “Zorlayıcılar”ın ekmeğine yağ sürdü. Şimdi, egemenlerce istenmeyen herkes ihtilalcilerle aynı kefeye konulup tasfiye edilecek.
Özetlersem; İlk yazımda ve sosyal medyadaki ilk paylaşımlarımda, yani baştan beri söyleyip anlatmak istediğim şu: “Haber verildiği için beklenen, beklendiği için bilinen, bilindiği hâlde önlenmeyen; insanlar ölecekmiş, sakat kalacakmış diye umursanmadan bir an önce gerçekleşmesi için zorlanan ve tek kişinin arzusuna uygun olarak sonuçlandırılan bir lhtilal oyunuyla karşı karşıyayız.” Akıl sahiplerinin yazıp söyleyeceği özet bundan başka bir şey olamaz. Akılsızlarsa beni ilgilendirmiyor. Tabii ki bunlar bence bence ve de bence…
HADİ GELİN, BUGÜNÜ KOLAY ANLAYABİLECEĞİMİZ ÖRNEĞE GİDELİM
1933 yılının dünyasına gidelim. Gözlerinizi yumun…
Şu an o günlerin Almanya’sındayız.
Weimar Cumhuriyeti birtakım seçim oyunlarının da oynandığı bir seçimle alaşağı edilmiş, yerine Nasyonal Sosyalist dediğimiz Naziler gelmiş. Ardından da “Üçüncü Reich” ilan edilmiş; Hitler, Üçüncü Reich’in bin yıl süreceği konusunda nutuklar atıp durmakta… Yani bin Yıllık İmparatorluktan, aslına bakarsak, bin yıllık iktidardan söz edip durmakta… Ha bire hayali düşmanlar yaratılıyor. Komünistler, Yahudiler derken; insanlar kökenlerine göre parçalara ayrıltılarak, bir arada yaşayamayacak kadar derin çizgilerle birbirlerine düşman edilmekte…
ÜÇÜNCÜ REICH
“Üçüncü Reich”; aslında tek adam rejimi, sistemin adıysa “Führer Devleti”…
Devlet ve halk adına her türlü kararı tek başına alan Führer, tüm ülkenin önderi… Bölgesel ve yerel yönetimlerle ne kadar siyasal kuruluş varsa hepsi onun, yani Führer’in partisi olan “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi”ne bağlı.
Führer Devleti; Parlamenter sistemin yavaş işlediği iddiasıyla muhalefeti sistemden silen, tek parti ve tek adamlığı kabul eden diktatoryal bir sistemdir. Birçok konu referanduma götürülerek, halkın egemenliği esas alınıyormuş havası oluşturulurdu. Referandum sonuçları, konulardan habersiz halkın oylarıyla daima Führer’in istediği yönde sonuçlanırdı. İsterse sonuçlanmasın, referandum oyunları devreye girmek için daima alestaydı.
FÜHRER HİTLER ve SUÇ ORTAĞI ALMANLAR
Niyetim Hitler’i anlatmak değil. Bir iki cümleyle ne mal olduğunu ve Almanların bu işteki payını hatırlatmak. Hepsi bu!
Hitler, bugünlerde sıkça kullanılan “karizma” sözcüğüyle tanımlanacak bir tipti. En büyük meziyetleri; vücut dilini iyi kullanması, yalanla hayali gerçek gibi sunabilmesi ve hitabetteki gücüydü. O güç sayesinde, kitleleri hemen ve derinden etkilerdi. Bunu bildiğinden, tüm konuşmalarını kalabalık kitleler karşısında ve şaşaalı ortamlarda, bayraklar ve sancaklar altında yapardı. Bu ortamların oluşması için tüm kamu kurum ve kuruluşları, öğrenciler, askerler ve halk; biraz mecburiyetten fazlasıyla da Hitler’e olan ve sonu gelmeyecekmiş gibi görünen hayranlıktan yollara düşer, onun tekrarlanmasını istediği yerlerde sözlerini tekrarlar ve büyük bir coşkuyla adını haykırırlardı. Hitler’in, gerek hitabet gücü gerekse dekoratif etkileme metotlarını çok iyi kullanması, o döneme ait filmleri izleyenleri bugün bile etkiler.
Hitler’in adını coşkuyla haykırarak dünyaya kan kusturan Almanlara gelince… Alman halkı, ülkeleri perişan bir şekilde teslim olduktan sonra “Onlar Nazi’ydi, bizse mis kokulu tertemiz Almanlarız” havasıyla işin içinden sıyrılmaya çalıştı. Çalıştı ama bu uyduruk sav, bazı çıkarcı ve idare-i maslahatçı çevreler tarafından kabul görse de doğru değildi. Hitler’in her yaptığını sonuna dek onaylamış, Hitler’in her yaptığına konumları elverdiğince katılmışlardır. Ta ki her şey bitip, Almanların “Dünyaya hâkim olamayacaklarını anladıkları o son gün gelinceye dek!". Gerisi laf-ı güzaf!
“Onlar Nazi’ydi, bizse mis kokulu tertemiz Almanlarız” sahtekârlığına sığınan soykırım suçlusu Almanlar; bugün yepyeni bir devlet olan Türkiye’yi, faili değil tam tersine kurbanı olduğu bir soykırımla suçlamaktadır.
İşte, “Men dakka dukka” denen şey tam da budur.
SA, SS ve GESTAPO
Ordu içinde üç buçuk milyon kişiden oluşan, çekirdekleri kıyaslandığındaysa Alman ordusundan kat be kat kalabalık olan; görünüşte partiye, aslındaysa Almanya’nın tüm kurumları gibi Führer’e bağlı SA, yani “Taarruz Bölüğü” adlı özel bir ordu vardı. Bu SA’lar, Nazilerin politik rakiplerini yok etmeleriyle de ünlüydü.
Hitler, SS yani “Koruma Timi” olarak bilinen bir başka özel orduya da sahipti.
Zamanla değişik işlerle de görevlendirilen SA ve SS’ler; zırhlı araç, tank, top ve benzeri ağır silahlarla da donatıldı, hatta tümenler hâline getirildi.
Gestapo’ysa başlarda askerî inzibatken, sonradan başka görevler de üstlendi. Almanya karşıtı casusların yok edilmesi, savaş sırasında propagandayla halkı yönlendirmek, toplama kamplarında disiplin sağlamak bu görevlerden birkaçıdır. SS’lerle yaptıkları çalışmalar, kendi orduları içindeki generallere bile korku salmaları, yarattıkları terör hareketleri ve yaptıkları işkenceler hâlâ anlatılır. Gestapo’yu, gizli devlet polisi olarak da tanımlayabiliriz.
BİRAHANE DARBESİ
Hitler’in, Weimar Cumhuriyeti’ne karşı olan herkesi bir araya toplayarak, önce Bavyera Hükûmeti’ni sonra da Weimar Cumhuriyeti’ni devirip, yönetimi ele geçirmeyi amaçladığı başarısız bir darbe girişimidir. Olaylar, 8 Kasım 1923 akşamı Münih’teki ticari örgütlerin bir birahanede düzenlediği geceyi Nazilerin basması sonucu çıkmış, 3’ü polis, 16’sı Nazi olmak üzere 19 kişi ölmüş, birçok insan yaralanmıştır. Hitler kaçmış. İki gün sonra yakalanıp tutuklanmıştır. Olay başarısızlıkla sonuçlanmıştır ama Nazilerle Hitler’in adı tüm Almanya’da bilinir olmuştur.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu girişim kime yaradı?”
REICHSTAG YANGINI
Hitler, başbakan olunca beklenmedik bir iş yapıp, “Genel seçim kararı” alır. Tüm partiler yoğun çalışmaya girişir. Tam bu sırada meclis binası yakılır. Suç ihalesi, bunalımlı kişiliğe sahip bir komünistin üstüne kalır. Dengesinin hayli bozuk olduğu söylenen bu adamcağız, olayı itiraf da eder. Eder ama bu itirafnamenin nasıl alınmış olacağı hepimizce malum. Bu bahaneyle sanıkla birlikte tüm komünist yetkililer yargılanır. Oysa, yangının kundak olduğu ve Naziler tarafından çıkarıldığı yolunda da hem iddia hem de üstü örtülmeye çalışılan deliller vardır.
Hitler; yangının hemen ertesi günü, kişisel hak ve özgürlükleri yok eden bir kararnamenin Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından imzalanmasını sağlar.
Böylece, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin yükselişinden önce Weimar Cumhuriyeti’nin en büyük milliyetçi partisi olan Almanya Ulusal Halk Partisi’yle Naziler dışında kalan tüm partilerin seçim çalışmaları durdurulur. Komünist Partisi’nin tüm yetkilileriyle hâlen parlamenter olan 181 milletvekili tutuklanır.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu yangın kime yaradı?”
RÖHM DARBESİ
“Sinekkuşu Operasyonu” ve intikam anlamına gelen bir deyişten yola çıkarak “Uzun Bıçaklar Gecesi” adı da verilen ünlü darbedir. Nazileri ve dolayısıyla Hitler’i iktidara taşıyan “yandaş, koldaş, yoldaş ‘SA’ ve onun başı Ernst Röhm”ün, Hitler’in elde etmeye başladığı sınırsız politik güce ortak çıkması sonucu tehdit olarak görülmesi nedeniyle başlatılan ve bu sayede ordunun da avuç içine alındığı “tek taşla iki kuş” operasyonlarından biridir.
Oysa, Hitler muhaliflerine korku saçan, yoluna çıkan tüm engelleri yok eden, itirazda bulunanları düzmece delillerle önce hapislerde süründürüp sonra yok eden en büyük güç; Röhm ve SA’larıdır. O güne dek Hitler; SA’lar ne istedilerse yapmış, ayrıca Röhm’ün talep ettiği her atamayı bizzat onaylamıştır.
1934 yılında, 30 Haziranı 1 Temmuza bağlayan gece gerçekleşen olayda; Gestapo ve SS’ler eliyle 100’ü aşkın cana kıyılmış, 1000’den fazla tutuklama yapılmıştır. Bunlar resmen kayıtlara geçmiş rakamlardır. Resmî olmayanlarsa bilinmiyor.
Hitler, darbeden sonra 13 Temmuz 1934’te yaptığı Reichstag konuşmasında, kendisine “Alman Halkının Yüce Yargıcı” payesini vermiştir.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu darbe kime yaradı?”
KATLİAM GECESİ
Kristal Gece, Kasım Kıyımları gibi adlarla da bilinir. 17 bin Polonya asıllı Yahudi, Nazilerin aldığı bir kararla sınır dışı ettirilerek, Polonya’ya gönderilmiştir. Polonya tarafından da kabul edilmeyen bu insanlar, iki ülke arasındaki sınırda sıkışıp kalmış; açlık, hastalık, iklim şartları gibi nedenlerle yaşamlarını yitirmişlerdir. Ölenler arasında ailesinin de olduğunu öğrenen 17 yaşındaki bir genç, Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ne giderek, karşısına çıkan ilk kişiyi öldürmüştür. İşte bu suikast gündeme getirilerek, Almanya’da yaşamakta olan Yahudilere ait iş yeri, ev, tapınak ve mezarlıklar 9 Kasım 1938 gecesi tahrip edilmiştir. Gecenin bilançosu; 91 Yahudi katledilmiş, 1000 civarı Yahudi ağır yaralanmış, 200’e yakın sinagog ya yakılmış ya yıkılmış, 8000 civarında iş yeri talan edilmiş, mezarlıklara karşı vahşi saldırılar düzenlenmiştir.
Goebbels ve ajanlarının kışkırtmasıyla Kasım’ın 9’unu 10’una bağlayan gece başlayan ve neredeyse tüm Alman halkının katıldığı bu saldırılara polis müdahale etmemiş, itfaiyeler İstasyonlarından çıkmamış, hastaneler Yahudileri kabul etmemiştir. Katliam atmosferi ancak 13 Kasım’da durulmuştur.
Şimdi, kendinize şu soruyu sorun ve cevabı kendinizden başkasına vermeyin:
“Bu ölümler kime yaradı?”
GÖR, DUY, UYAN
Buraya kadar yazdıklarım; Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren hâller için geçmişin gönderdiği “Gör, Duy, Uyan” armağanıdır. SA’larla SS’lerin, Gestapo’yla özel orduların ülkemizde olmadığını düşünüyorsanız; ülkemizle ilgili tüm bilgilerinizi yeniden gözden geçirin. Gözden geçirirken de özel ordu kurma işlemlerinin bu olaydan sonra daha da hızlanabileceğini, ihtimal olarak, hafızanızın bir yanına not edin.
Şuna inanın ki, ülkemizde yalnız PKK’nin, irili ufaklı Mafya gruplarının ve siyasal fraksiyonların değil, dinsel kisveye bürünmüş çok sayıda cemaatin de silahlı orduları var. Ordu kuramayanların da militanları…
Bu yazım; Hitler’in yaptıklarını ve yapmak istediklerini, öğrenip özümseyen ve yolundan gitmeye çabalayanların hepsine dostane uyarı olsun. Çünkü “Hitler Yolu”nun sonu; kendisi ve sevdikleri için intihar, insanlık içinse 73 milyon cana mal olmuş, onlar hangi bahaneyi üretirse üretsin tüm Alman ulusunu da sonsuza dek “soykırım suçlusu” olarak lekelemiştir. Yazdığım kayıpların yalnızca resmî rakamlar olduğunu da unutmayın.
Dostane uyarım yalnız Hitlercilik oynayanlara değil, “Belde’t-ûl’İkbâl”e sevdalanıp “Bâtınî”lik oynayanlara da… Biz, son iki yıldır bu insanları “Alamut, Hasan Sabbah ve Haşhaşin” adlarıyla çok duyduk ama onların dünyaya korku salan asıl adları; “Suikastçılar”dır.
Allah, ülkemizi Nazi taklitlerinden de suikastçılardan da korusun.
Amin!
Hatırlatmaları da içeren bu yazı yalnızca girizgâhtı.
Nasipse devam edeceğim.
'
'
*Yeni moda siyasetçilerin konuşmalarına göre; CHP CeHaPe olursa MHP
MeHaPe olursa AKP’nin de AKaPe veya AKalPe olarak okunması gerekir.– Belde’t-ûl’İkbâl: Hasan Sabbah’ın, fedailerinicennet vaadiyle kandırarak Haşhaşilik’i yaydığı,Alamut yani “Elemûtlar Devleti”nin başkenti…– Bâtıni: Bâtıniye mezhep veya tarikatından, yani“Görünürdeki olayların ardında gizli gerçeklerinbulunduğunu varsayan” görüşten olan kişi…
MeHaPe olursa AKP’nin de AKaPe veya AKalPe olarak okunması gerekir.– Belde’t-ûl’İkbâl: Hasan Sabbah’ın, fedailerinicennet vaadiyle kandırarak Haşhaşilik’i yaydığı,Alamut yani “Elemûtlar Devleti”nin başkenti…– Bâtıni: Bâtıniye mezhep veya tarikatından, yani“Görünürdeki olayların ardında gizli gerçeklerinbulunduğunu varsayan” görüşten olan kişi…
Günay Tulun