Bu süre 6 Kasım 1983 seçimlerinden sonra 36; 22 Temmuz 2007 seçimlerini müteakip 37 ve 18 Nisan 1999 seçimlerini takiben 39 gündü. Şimdi 70 yılın rekoru aşıldı ve Türkiye’de “seçim sonrası” hükümet kuramama süresi, tarihi rekora ‘on bir gün daha eklenerek’ ilk defa 50 güne dayandı. Daha nereye kadar varabileceği ise henüz bilinebilir olmaktan çok uzak!..
Bu normal bir durum değil!..
İbret olsun diye buraya yazıyorum. 27 Mayıs isyanı vuku bulduktan 2 gün sonra, kanlı kalkışmanın 3. günü, yani 2 gün içinde (30 Mayıs 1960) 1. Gürsel hükümeti kurulmuştur. Her ne kadar bu menfur kalkışma, “dış destekli organize suç örgütleri” tarafından becerilmiş olsa bile, sonuçta kurumsal bir hükümetin iki gün gibi çok kısa bir sürede teşkil edilmesi, üzerinde çok düşünülmesi, dikkatle araştırılması ve Üniversitelerce incelenmesi gereken bir vakıadır.
Dolayısıyla; Hangi sebeple olursa olsun, bir hükümetin iki gün içinde kurulabilmesi; Ne kadar garip, acayip, anlaşılmaz ve izah edilemez ise; 39 günlük Cumhuriyet tarihi rekoru aşılarak 50 günü geçen bir süreye uzanması da, en az o kadar garip, acayip, izah edilemez bir şekilde anlaşılamaz ve açıklanamazdır!..
Münhasıran bu seçimlere ait ve raci olmak üzere, gecikmeyi YSK’ya yüklemek doğru değildir. Çünkü 7 Haziran, Türkiye tarihinin en şaibeli seçimi olmasına rağmen, hiçbir siyaset kurumunun ciddi bir itiraz, şikâyet, suç duyurusu veya iptal talebi vuku bulmamıştır. Görünen o ki, vaziyet “Al gülüm, ver gülüm” hesabı paralelinde halledilmiş. Sonuçta halef-selef dâhil, bütün taraflar neticeden memnun görünmektedir. Başta Güney Doğu olmak kaydıyla ekserisi baskı, tehdit ve yönlendirme ile yapıldığı haykırılan bir seçim için bu iğrenç bir durum…
Normal şartlarda 7 Haziran icracı, denetçi ve takipçilerinin şu anda memuriyetten men, Yüksek Seçim Kurulu yönetim, memur/müstahdem, uzantı ve bağlantılarınınsa toptan müstafi addedilmiş olmaları gerekirdi. Olmadı. Sanırım adalet ve hukuk cihazımız dumura uğradı. En kötüsü de, her halde devletin ya da hükümetin ar damarı çatladı. Çünkü taksirat/kusur, hata ve kabahat gibi disiplin ihlâllerinin çok ötesinde, ortada üst üste işlenen binlerce cürüm/SUÇ var. Suçluların mutlaka yakalanıp yargılanması, misliyle cezalandırılması devlet/hükümet olmanın zorunlu gereğidir. Aksi takdirde, bütün usul, unsur ve füruğu ile hükümet, münferiden yahut müştereken (organize biçimde) suç ortağı, yardım ve yataklık fiilinden sorumlu demektir.
Aslında 23-24 Temmuz’da vuku bulan sınır ihlâlleri; Toplu ve seri cinayetler, kalleşçe yapılan saldırılar sebebiyle bakanlar kurulunca yapılan cinayet örgütüne “pkk’ya son kez silâh bırak uyarısı” bu kaygıyı kuvveden fiile çıkaracak derecede açıktır. Devleti temsil namına icra erkini kullanan AKP ve bakanlar kurulu’nun “tescilli suç örgütüne” çağrıda bulunması komik, komik olduğu kadar da üzücü ve düşündürücüdür. Üstelik 3 Nisan 2015 Tarih ve 6638 Sayılı “İç Güvenlik Yasası”nda yapılan ek ve değişikliklere rağmen!.. O güne kadar kendi ayağına kurşun sıkan AKP ilk defa elini güçlendirdi ve hukuku uygulama kudret ve kabiliyetini haiz oldu. Neden ve niçin 23 Temmuz’dan bu güne: Anarşi, terör-tedhiş, rüşvet-iltimas, hırsızlık, yolsuzluk dâhil tüm suçlular ile tam yüreklikle organize suç örgütlerinin üstüne gitmiyor da; Cımbızla seçilmiş bir hedef kitle ile sınırlı kalınıyor?
Dahası, seçimden çıkan netice ile varılan sonuç, kesinlikle bir kaos, kriz veya hükümet bunalımı yaratacak cinste değil. 258 + 132 + 80 + 80 formülü, onlarca hükümetin kurulmasını pek alâ mümkün kılacak ve imkân verecek niteliktedir. Dolayısıyla, bu cihetle yaşanan hadise, kesinlikle bir kaos, kriz, bunalım veya buhran değil; Belki bir tiyatro veya danışıklı dövüştür.
Binlerce yıllık Türk siyaset, medeniyet, hukuk/ahlâk ve güvenlik geleneğinde, bu denli bir zafiyet, çürüme, şaibe ve yozlaşma görülmedi. Haydi artık: Devlet Baş’a, kuzgun leş’e..
Mustafa Nevruz Sınacı