Nesiller geçtikçe gündemden düşüp söylenişi seyrelse bile kültürümüzün “cemre” diye bir meteoroloji kavramı vardır. Aynı cemre’nin birincisi düştü addedilince, şimdi biz de bu konuyu yazmak istedik.
Konuya cemre söz ve kavramının açıklamasıyla başlayalım. Cemre sözü, aynı söyleniş biçimiyle Arapça’dan alınmıştır. Bire bir tercümeyle de “kor hâldeki ateş” demek olur. Kavram olarak ise henüz bahara ermeden önce; havaya, suya ve toprağa, sırayla ve birer hafta arayla indiği varsayılan ısıtıcı güç ve bunun hissedilen sonucudur. Yani, genel anlamda havanın yavaş yavaş ısınmasının başlamasıdır. Başka bir deyişle, doğrudan hava ve mevsimlerle ilgili bir kültür kavramıdır
Cemre kavramı; kar, yağmur, sis, rüzgâr vb gibi somut bir tabiat olayı olmayıp, yeni deyimiyle soyut veya sanal diyeceğimiz bir kabul olduğu cihetle hızla gelişen teknolojinin meteorolojiye olan katkısı ve yüzde yüze yakın doğruluktaki hava
tahminleriyle, kaçınılmaz olarak kültürel önemini kaybetmektedir.
Konumuza cemrenin kültürel yanıyla devam edelim. İslam’ın etkisinde Araplarla yaklaşmış ve zaman zaman bütünleşmiş olan Selçuklu ve Osmanlılar, Takvim kültürünü de Araplardan devşirmişlerdir. Buna göre, yılı “Kasım” ve “Hızır” diye ikiye bölmüşlerdir. [Aynı takvimi kullanan ülkelerde elbette ki hâlâ böyledir.] Biz, buna yaz ve kış mevsimleri de diyebiliriz. Yani, baharlar dışarıda bırakılarak iki mevsim! Böyle bir bölünmede, kış anlamındaki Kasım 179 (dört yılda bir 180), yaz anlamındaki Hızır ise 186 gün tutarlar. Yıllık toplam ise üç yıl, üç yüz altmış beş (365); dördüncü yıl, üç yüz altmış altı (366) gün olur.
179-180 günlük Kasım dönemi, zaman kavramı olarak o kadar yaygın kullanılmıştır ki…
Meselâ, 22 Şubat’a rastlayan doğum günümüz, geçen yıl kaybettiğimiz annemiz tarafından son güne kadar “Kasım’ın 107”si diye telaffuz edilmiştir! Ondan beş yaş büyük olan babamız keza böyleydi. Diğer, hemen bütün yaşlılar hakeza! Özellikle de alaturka olanları!
Kasım döneminin kırk altısına (46) kırk gün anlamında “erbain”, seksen altısınaysa (86) seksen gün anlamında “hamsin” denmektedir. Kışın en soğuk dönemi kabul edilen doksan gün işte burasıdır. Buradaki rakamların tutarsızlığı, Arap takviminin bir cilvesi olmaktadır!
Eskilerin kullandığı “geldik yüze, çıktık düze” deyimi, Kasım’ın yüzüncü gününe göre söylenmiştir. “Yüz elli, yaz belli” deyimi de anlaşılacağı gibi Kasım’ın yüz ellisine dayanır. Bu da bildiğimiz Nisan’ın beşidir.
Cemrelere dönecek olursak…
Cemreler; 105 Kasım’da (19-20 Şubat) havaya, 112 Kasım’da (26-27 Şubat) suya ve 119 Kasım’da da (5-6 Mart) toprağa düşmüş sayılırlar. Üçüncü cemreden sonra, her yanıyla dünyanın ısınmaya başladığı kabul edilir.
Peki, ya Hızır dönemi?.. Belki de hayatı zorlaştıran şartların kışın yaşanmasında olacaktır…
Yaz başlangıcı olan Hızır üzerinde, nedense fazla durulmamıştır. Kutlanmasına 5 Mayıs akşamı başlanan 6 Mayıs’ın Hıdrellez’i, Hızır döneminin bilinen tek mutluluk ve sevinç törenidir. Ondan sonrası da düğün bayram!
Cemre kavramının, ilkinden bağımsız bir de dinî, İslami yanı vardır. Madem ki söze cemreyle girdik. Sayfamızda yerimiz de vardır. O hâlde onu da yazmış olalım… İslam’ın “Hac”cı sırasında ve “Hac”cın gereklerinden biri olarak, Mina vadisindeki “Şeytan Taşlama” ayininde, taşların kendisiyle, atıldığı yerde oluşan üç yığına da aynen “cemre” denmektedir. Özel olarak ise… Doğudaki yığına “cemretülûlâ veya cemret-i ûlâ”, ortadakine “cemretülvustâ veya cemret-i vustâ” ve batıdaki üçüncüsüne “cemretülakabe veya cemret-i akabe” denmiştir. Bir de yığınların aralarında üç ok atımı mesafe bulunur. Cemrelerden ilk ikisinin çevresi kaba yontulmuş taş sütunlarla, üçüncüsüyse aynı kaba taşlardan yapılmış bir duvarla sarılmışlardır.
Hac sırasında, kurban kesilmeden önce Akabe cemresine yedi taş atılır. Mekke ziyareti tamam olduktan sonra, hacı adayları tekrar Mina’ya dönerler. Üç ayrı taş yığını yâni cemreler, gün batımları sırasında ve yedişer kere olmak üzere, üç gün süreyle yeniden taşlanırlar. Bu sıradaysa, her taş atıldıkta “Bismillâh” ve “Allahüekber” denilir.
İslam’ın beş şartından olup, vecd içinde başlayan Hac farizası da böylece tamamlanmış sayılır.
Son olarak Cemreviye… Bu, cemreden türetilmiş bir kavram olur. Geçmişte, divan şairlerinin, cemreler sırasında ve baharın gelmesi vesilesiyle (aslında bahanesiyle!) devlet büyükleri ve önemli kişiler için yazdıkları övgü şiirlerinin adıdır. Cemreyi fırsat ve bahane bilen şairlerimiz, hâliyle de altın para olarak bunun maddi karşılığını almaktaydılar!
Konuya cemre söz ve kavramının açıklamasıyla başlayalım. Cemre sözü, aynı söyleniş biçimiyle Arapça’dan alınmıştır. Bire bir tercümeyle de “kor hâldeki ateş” demek olur. Kavram olarak ise henüz bahara ermeden önce; havaya, suya ve toprağa, sırayla ve birer hafta arayla indiği varsayılan ısıtıcı güç ve bunun hissedilen sonucudur. Yani, genel anlamda havanın yavaş yavaş ısınmasının başlamasıdır. Başka bir deyişle, doğrudan hava ve mevsimlerle ilgili bir kültür kavramıdır
Cemre kavramı; kar, yağmur, sis, rüzgâr vb gibi somut bir tabiat olayı olmayıp, yeni deyimiyle soyut veya sanal diyeceğimiz bir kabul olduğu cihetle hızla gelişen teknolojinin meteorolojiye olan katkısı ve yüzde yüze yakın doğruluktaki hava
tahminleriyle, kaçınılmaz olarak kültürel önemini kaybetmektedir.
Konumuza cemrenin kültürel yanıyla devam edelim. İslam’ın etkisinde Araplarla yaklaşmış ve zaman zaman bütünleşmiş olan Selçuklu ve Osmanlılar, Takvim kültürünü de Araplardan devşirmişlerdir. Buna göre, yılı “Kasım” ve “Hızır” diye ikiye bölmüşlerdir. [Aynı takvimi kullanan ülkelerde elbette ki hâlâ böyledir.] Biz, buna yaz ve kış mevsimleri de diyebiliriz. Yani, baharlar dışarıda bırakılarak iki mevsim! Böyle bir bölünmede, kış anlamındaki Kasım 179 (dört yılda bir 180), yaz anlamındaki Hızır ise 186 gün tutarlar. Yıllık toplam ise üç yıl, üç yüz altmış beş (365); dördüncü yıl, üç yüz altmış altı (366) gün olur.
179-180 günlük Kasım dönemi, zaman kavramı olarak o kadar yaygın kullanılmıştır ki…
Meselâ, 22 Şubat’a rastlayan doğum günümüz, geçen yıl kaybettiğimiz annemiz tarafından son güne kadar “Kasım’ın 107”si diye telaffuz edilmiştir! Ondan beş yaş büyük olan babamız keza böyleydi. Diğer, hemen bütün yaşlılar hakeza! Özellikle de alaturka olanları!
Kasım döneminin kırk altısına (46) kırk gün anlamında “erbain”, seksen altısınaysa (86) seksen gün anlamında “hamsin” denmektedir. Kışın en soğuk dönemi kabul edilen doksan gün işte burasıdır. Buradaki rakamların tutarsızlığı, Arap takviminin bir cilvesi olmaktadır!
Eskilerin kullandığı “geldik yüze, çıktık düze” deyimi, Kasım’ın yüzüncü gününe göre söylenmiştir. “Yüz elli, yaz belli” deyimi de anlaşılacağı gibi Kasım’ın yüz ellisine dayanır. Bu da bildiğimiz Nisan’ın beşidir.
Cemrelere dönecek olursak…
Cemreler; 105 Kasım’da (19-20 Şubat) havaya, 112 Kasım’da (26-27 Şubat) suya ve 119 Kasım’da da (5-6 Mart) toprağa düşmüş sayılırlar. Üçüncü cemreden sonra, her yanıyla dünyanın ısınmaya başladığı kabul edilir.
Peki, ya Hızır dönemi?.. Belki de hayatı zorlaştıran şartların kışın yaşanmasında olacaktır…
Yaz başlangıcı olan Hızır üzerinde, nedense fazla durulmamıştır. Kutlanmasına 5 Mayıs akşamı başlanan 6 Mayıs’ın Hıdrellez’i, Hızır döneminin bilinen tek mutluluk ve sevinç törenidir. Ondan sonrası da düğün bayram!
Cemre kavramının, ilkinden bağımsız bir de dinî, İslami yanı vardır. Madem ki söze cemreyle girdik. Sayfamızda yerimiz de vardır. O hâlde onu da yazmış olalım… İslam’ın “Hac”cı sırasında ve “Hac”cın gereklerinden biri olarak, Mina vadisindeki “Şeytan Taşlama” ayininde, taşların kendisiyle, atıldığı yerde oluşan üç yığına da aynen “cemre” denmektedir. Özel olarak ise… Doğudaki yığına “cemretülûlâ veya cemret-i ûlâ”, ortadakine “cemretülvustâ veya cemret-i vustâ” ve batıdaki üçüncüsüne “cemretülakabe veya cemret-i akabe” denmiştir. Bir de yığınların aralarında üç ok atımı mesafe bulunur. Cemrelerden ilk ikisinin çevresi kaba yontulmuş taş sütunlarla, üçüncüsüyse aynı kaba taşlardan yapılmış bir duvarla sarılmışlardır.
Hac sırasında, kurban kesilmeden önce Akabe cemresine yedi taş atılır. Mekke ziyareti tamam olduktan sonra, hacı adayları tekrar Mina’ya dönerler. Üç ayrı taş yığını yâni cemreler, gün batımları sırasında ve yedişer kere olmak üzere, üç gün süreyle yeniden taşlanırlar. Bu sıradaysa, her taş atıldıkta “Bismillâh” ve “Allahüekber” denilir.
İslam’ın beş şartından olup, vecd içinde başlayan Hac farizası da böylece tamamlanmış sayılır.
Son olarak Cemreviye… Bu, cemreden türetilmiş bir kavram olur. Geçmişte, divan şairlerinin, cemreler sırasında ve baharın gelmesi vesilesiyle (aslında bahanesiyle!) devlet büyükleri ve önemli kişiler için yazdıkları övgü şiirlerinin adıdır. Cemreyi fırsat ve bahane bilen şairlerimiz, hâliyle de altın para olarak bunun maddi karşılığını almaktaydılar!
Mete Esin