Bu yazı, Sayın Asker Avşar'ın özel izni ve izin esnasında**
belirttiği; "yazının edebî-hukuki kelime oyunları içermesi *
nedeniyle yazım kurallarına ters gibi görünen kısımları da*
dâhil, üzerinde düzeltme yapılmaması" talebine uyularak *
"Yerel Basın"da yayımlanan özgün hâliyle yayınlanmıştır.
Olmuşsa olacağındandır. Olmuşsa, zamana dahil edildiğindendir. Tecavüz, atomik saldırının, kainatın kudretine ahlaksız isyanıdır.
Hacc'a gittik elhamdülilAllah... Vakitsiz demeyeceğim, haşa. Ancak, küfür de edemiyoruz gari birader, sıkıntımız bu...!
Hacc'a gittik elhamdülilAllah... Vakitsiz demeyeceğim, haşa. Ancak, küfür de edemiyoruz gari birader, sıkıntımız bu...!
* * *
Küçükken maç yapardık, tek kale. Çocuklar dizilirdi karşıma. Keyifle efelenir; HEPİNİZ BİR, BEN TEK derdim.Kibir değildi. Efelenme sevdası değildi. Ötekilei hor hakir görme meselesi, hiç değildi.
Adaletti, Paşam...
Bakırköy'de doğmuşuz bir kere. Siz Müslüm Gürsesleri, Tarık Akanları, Hülya Avşarları, İnci Babaları, Dündar Kılıçları, Çakıcıları ve Çakıralmaz Karslı Turan'ı, Sivaslı Ayıboğan Mevlüd'ü anca ve anca ekranlardan gördünüz, daha yaşlılarınız da gazete sayfalarından...
Siz, Cihan Hakimiyetinin Başkenti İstanbul'u, tarih kitaplarından, coğrafyalardan, bir de İstanbul'a erken düşmüş dayıdan, amcadan, askere gelmiş babadan kardaştan öğrendiniz...
Siz, misketle yedi ayrı oyun oynandığını bile bilmezsiniz belki de: Mors, tumba, kaflink, büyükbaş, tek kaptan, tek çukur, çift kaptan. Bir de şimdilerde kendim kurgulayıp uydurduğum "yıldız" ...
Siz, Bakırköy Çocuklarının ilkokulun daha birinci sınıfında, sene 1981; Ay'da uzay üslerini, resim dersinde çizdiren sınıfı öğretmenlerini hayal edebilir misiniz?
Kıçı kırık herifleri bilmem nerenin şeyhi ilan eden dümbelek sürülerini boşver ağa, Yüce Allah, Kuranı Azümüşşan'da "Akıl Sahipleri" için din vardır diyor, bizim gariban halk, yoksul fakir halk, ya yoksuluktan oğlunu kaptırıyor, Biat Ettiricilere, yahut yoksul aile oğulları gidiyor ölüyor, maden ocaklarında, teörr örgütlerinde, terörist peşinde, kot taşlamadan, kanunsuz korumasız gemi tersanelerinde...
Biz, ilkokulun dördüncü sınıfınta pentatlon nedir bilir iken, Anadolu'nun altmışbeş kentinde, beden dersi niyetine; "Al satarım, bal satarım oynattı" rezil öğretmencikler...
Benim dedemin öz kardaşı, o da dede yarısı olan, Musa Dedem, Cumhuriyetin ilk Başöğretmenlerindendi. 22 köyden binlerce çocuğu okuttu yıllarca. Mektep arkadaşları Meclis'e girmesi için kafasına silah dayamaya hazır iken, "öküzün peşinde ölmesin bu nesiller" diyen adamdı...
Devlet madalya verecekse, hakedenlerden birisiyim. Ama beni geçin. Ben bir ölçü olsam, benden daha iyi olduğunu bizzat gördüğüm, bizzat benden kat be kat zekası, faydası, samimiyeti, bilgisi, etkisi olan, yüzlerce delikanlı kız, delikanlı erkek tanıdım. Onlar ödüllendirilmelidir.
Hey hay, bu devleti yönetenler, bırakın ödüllendirilmeyi, Üniversite Giriş Sınavında bile, sınavsız binlerce onun bunun çocuğunu en baba üniversitelere sınavsız puansız alabiliyorlar...
KPSS diye yırtınan yüzbinlerce insanı gördükçe üzülüyorum. KPSS de ne imiş, puansız sınavsız KPSS icad edildikten sonra da binlerce onbinlerce insan memuriyete girdi...
Bir psikolojik sapma değil bendeki...
Aklı karışık bunların diyenlerin, kendi akıllaır karışık.
Ben seviyorum derdimi, derdimizi, kelimelerin kalitesine, ağdalısına, asiline bulayıp anlatmayı. Diyorum ki şimdi : Deniz bitti. Bu gemi artık yolun sonuna geldi.
11 yıldır, sadece inandığımı, inandıklarımın da sadece ispatlanabilir olanlarını, ispatlanabilir olanların da, sadece bilindiğinde tüm milletimize fayda getirecek, birlik ve beraberliğimize zarar vermeyecek, aksine bizi bir kılacak, diri kılacak, iri kılacak olanlarını yazdım, anlattım, konuştum...
12 yıldır, Artvinden Adanaya, Konya Kayseriden, Manisaya Balıkesire kadar, Türkiyenin her yarıdan fazlasından, üç beş para gönderen, kırk elli kitap gönderen, gece gündüz emek veren insanlar tanıdım. Bu insanlarla, 200 binden fazla kitap, okullara gitti, köylere gitti, üniversitelilere, ilköğretimlilere gitti.
Yanlış yapmışız, dedik sonra...
200 bin kitap yerine, 200 beyin yapıcı yetiştirmeliyiz, dedik. Daha çok yazdık. Kaynaklarımızı başkalarına da aktardık. Bilginin para ettiğini bildiğimiz halde, bilgiyi alıp da başkaları pazarlayarak, belediye başkanı olurken, vekil olurken, zengin olurken, belki yanında etini tenini de bundle bonus yapıp yapıp pazarlama dehası olurken, biz sadece paylaştık...
Risk aldık...
11 ayda, 19 kere soyulur mu bir insan yahu....
Arabamız, ofisimiz, babamın, kayınbabamıın, ablamın evleri 11 ayda 19 kere soyuldu. Hep de defterlerimize, ajandalarımıza, dizüstü bilgisayarlarımıza, digital makinelerimize, not defterlerimize musallat oldu hırsızlar. Tee teee ne kaa, bilgiye aç hırsızlarmış brehh...!
Ama şimdi yolun sonuna geldik kendi açımızdan da...
Bugün tam yazacakken, Hasan Pulur bizden evvel davranmış. Bugün ki yazısını bulun okuyunuz lütfen...
Şırnak'ın Uludere ilçesinin bir köyünde, devletin bilgisi dahilinde olan katır hattında, insan hayatının hatırının olmadığını görüyoruz. Uçaklarımıza emir veriliyor : Bombalayın diye...
Kim bombalayın dedi ? Belirsiz...
Yahu Ordu benim ordum. Bu orduya "bombalayın" emrini veren kim ? Emri vereni bulun ki, istihbaratı vereni de öğrenelim...
İstihbaratı vereni bilelim ki, BU DEVLETİ GERÇEKTE KİM YÖNETİYOR, KİMİN MENFAATİNE YÖNETİYOR BİLELİM...
Yok, yok, yokk...
Aksine bir bakıyorsun, Türk Ordusu teröristle mücadele ederken dağda vadide, Devletin Milli İstihbarat Teşkilatı'da gitmiş başka bir ülkede, MEDENİCE terör örgütü yöneticileri ile pazarlık yapıyor... Gazete yazarlarının içinde, yüzde doksan dokuzu Terör Örgütü korkusundan, yazamıyor....
Türk Medyasında televizyoncular ve gazeteciler, korkularından, sadece patronlarının işine gelecek şekilde yazıyorlar...
Buradan son kez efeleneyim : Türk Medyasının en cesur gözükmeyi seven en büyük korkağı Fatih ALTAYLIDIR...
Ve yazının sonunu bağlayalım :
Evet, hata yapmışsa, MİT yöneticileri de yargılanmalı. Hatta bana kalırsa, Oslo Görüşmeleri sonrasında, MİT Yöneticileri tümden vatana ihanet ile yargılanabilmeliydi...
Ne olduysa oldu. MİT'in Norveç'n başkenti Oslo'da, terör örgütü yöneticileri ile yaptığı görüşmeler, bilinen en gizli öperasyon olmasına rağmen çarşaf çarşaf, virgülüne kadar ses kaydı da, yazı çözümlemesi de yayınlandı...
Ve şimdi, Devletin Savcısı, Devletin istihbarat örgütünün şimdi ve bir önceki başkanını, ifadeye çağırıyor...
Savcıların, ifadeye çağırdıkları, Genelkurmay Başkanlarını da yallah mapushaneye dedikleri bugünlerde, MİT Başkanı da tutuklanır mı? Tutuıklanır..
Öyleyse, akla şu soru gelir :
MİT Başkanını veya Başkanlarını tutuklama istemiyle mahkemeye sevkeden Savcı, bu MİT Başkanlarını görevlendiren Başbakanı da tutuklar mı ?
Önce bir ek bilgi : MİT Başkanları ve personeli, Başbakanlık izni / emri olmaksızın ifade dahi vermek zorunda değiller. Doğru mu ? Yanılmıyorsam, doğru.
Öyleyse, "polis zoruyla ifadeye götürülecek olan" MİT Başkanları tutıuklanırsa, MİT Başkanlarını görevlendiren - görev iznini veren Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı ne yapacaklar ?
Öyleyse, Sayın Başbakanı da tutuklayacaklar...
Yüce Divan'ın işini Savcılar üstlenirse bu ülkede SAVCILARI Yöneten Yönlendiren etken - kişi - kesim - cemaat - örgüt - parti - ideoloji her ne ise, hepimiz o HER NE İSE, ONA ESİR EDİLMİŞİZ demektir..
Başbakana uzanacak bir senaryo yazılmışsa, Boğaz'a evlerinin camlarından bakarak sabahı karşılayanlara söylüyorum :
Beşiktaş Çarşı karışır...
Sarıyer Ormanları karışır...
Ankara Yeni Mahalle karışır...
Ve Siz, Sayın Savcılar; Türk Milis Ordusunun 2 milyonluk gücünü ensenizde hissettiğinizde, her ne ideale hizmet ederseniz edin, çarşı pazar karıştığında ne oluyorsa, işte o olur...
Fethullah Gülen Hocaefendiyi, bizzat kendi adamları esir ettirmemişse, bu savaş başlamadan bitirilmelidir...
Sayın Devlet Bahçeli'nin dediği gibi : Şu aşamada, oluşacak bir AK Parti kaosu, Türkiye'ye büyük zarar verir...
Ben sözlerimi söyledim ve cevap hakkı dışında, bundan sonra, ülke gündemini ne açıktan ne gizliden, yazmayacağım.
Hakkını aldıklarım bildirirse, haklarını tazmin etmeye çalışırım. Zamanlarını aldığım ve sabırlarını çoğu kez zorladığım herkesten, eposta kutularını şişirdiğim herkesten, samimi olarak özür dilerim.
Bundan sonra sadece teknoloji ve edebiyat ile ilgileneceğim.
Sevgi ve Saygılarımla
Asker AVŞAR / İstanbul Delikanlısı