26 Şubat Pazar günü Taksim Meydanı'ndan birbirinden bağımsız sivil toplum örgütleri ve vatandaşların katılımıyla gerçekleştirilen Hocalı Mitingi’ne Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği 6 otobüs ile katıldı.
1992 Yılının 26 Şubat’ında Azerbaycan Hocalı Kentinde 613 Azerbaycan Türk’ü Ermeniler tarafından hunharca katledilmişti. Bunu dünya kamuoyuna anlatabilmek ve soykırım olarak tanınmasını sağlamak için yıllardır Azerbaycan Devleti yoğun bir gayret sarf etmektedir. Bunun meyvelerini de yavaş yavaş almaktadır. Meksika Parlamentosu,
CEMRELER ve HAVALAR
Nesiller geçtikçe gündemden düşüp söylenişi seyrelse bile kültürümüzün “cemre” diye bir meteoroloji kavramı vardır. Aynı cemre’nin birincisi düştü addedilince, şimdi biz de bu konuyu yazmak istedik.
Konuya cemre söz ve kavramının açıklamasıyla başlayalım. Cemre sözü, aynı söyleniş biçimiyle Arapça’dan alınmıştır. Bire bir tercümeyle de “kor hâldeki ateş” demek olur. Kavram olarak ise henüz bahara ermeden önce; havaya, suya ve toprağa, sırayla ve birer hafta arayla indiği varsayılan ısıtıcı güç ve bunun hissedilen sonucudur. Yani, genel anlamda havanın yavaş yavaş ısınmasının başlamasıdır. Başka bir deyişle, doğrudan hava ve mevsimlerle ilgili bir kültür kavramıdır
Cemre kavramı; kar, yağmur, sis, rüzgâr vb gibi somut bir tabiat olayı olmayıp, yeni deyimiyle soyut veya sanal diyeceğimiz bir kabul olduğu cihetle hızla gelişen teknolojinin meteorolojiye olan katkısı ve yüzde yüze yakın doğruluktaki hava
Konuya cemre söz ve kavramının açıklamasıyla başlayalım. Cemre sözü, aynı söyleniş biçimiyle Arapça’dan alınmıştır. Bire bir tercümeyle de “kor hâldeki ateş” demek olur. Kavram olarak ise henüz bahara ermeden önce; havaya, suya ve toprağa, sırayla ve birer hafta arayla indiği varsayılan ısıtıcı güç ve bunun hissedilen sonucudur. Yani, genel anlamda havanın yavaş yavaş ısınmasının başlamasıdır. Başka bir deyişle, doğrudan hava ve mevsimlerle ilgili bir kültür kavramıdır
Cemre kavramı; kar, yağmur, sis, rüzgâr vb gibi somut bir tabiat olayı olmayıp, yeni deyimiyle soyut veya sanal diyeceğimiz bir kabul olduğu cihetle hızla gelişen teknolojinin meteorolojiye olan katkısı ve yüzde yüze yakın doğruluktaki hava
İRAN İŞGALİNDEKİ AZERBAYCAN ve HOCALI KATLİAMI
Azerbaycan’ın işgali denilince hep bugünkü Azerbaycan Toprakları ve Dağlık Karabağ, işgalci olarak da hep Rusya ve Ermenistan aklımıza gelmektedir. Doğrudur, Rusya ve Ermenistan da Azeri topraklarını dün ve bugün işgal eden iki devlettir ama Azerbaycan topraklarının asıl işgalcisi İran İslam Cumhuriyeti’dir. Ancak ne var ki; bu gerçek, Türk insanının gözünden sürekli kaçırılmaya ve Azerbaycan topraklarındaki İran işgali her nedense hep görmezden gelinmeye ve mazur gösterilmeye çalışılmaktadır.
Öte yandan bilindiği gibi Rusya, 1990’lı yılların başından itibaren şu ya da bu şekilde işgal ettiği Türk topraklarından büyük ölçüde çekilmiş ve Türk devletlerinin istiklallerini tanımak durumunda kalmıştır. Böylece en azından resmen olmak üzere; Azerbaycan ve diğer bazı Türk toprakları, Rus boyunduruğundan kurtulmuş bulunmaktadırlar. Elbette Rusya, özellikle yapmış olduğu ikili ve çok taraflı anlaşmalarla bağımsızlıklarını tanıdığı bu ülkelerdeki etkisini ve söz hakkını bir şekilde devam ettirmeye devam etmektedir.
Rusya’nın Azerbaycan topraklarındaki işgali resmen sona ermiştir ama onun yerini bu sefer Ermenistan almıştır. Ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarındaki işgalinin
Öte yandan bilindiği gibi Rusya, 1990’lı yılların başından itibaren şu ya da bu şekilde işgal ettiği Türk topraklarından büyük ölçüde çekilmiş ve Türk devletlerinin istiklallerini tanımak durumunda kalmıştır. Böylece en azından resmen olmak üzere; Azerbaycan ve diğer bazı Türk toprakları, Rus boyunduruğundan kurtulmuş bulunmaktadırlar. Elbette Rusya, özellikle yapmış olduğu ikili ve çok taraflı anlaşmalarla bağımsızlıklarını tanıdığı bu ülkelerdeki etkisini ve söz hakkını bir şekilde devam ettirmeye devam etmektedir.
Rusya’nın Azerbaycan topraklarındaki işgali resmen sona ermiştir ama onun yerini bu sefer Ermenistan almıştır. Ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarındaki işgalinin
SELAMÜNALEYKÜM PAPAZ EFENDİ
Radikal gazetesinin haberine göre; TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu ziyaret eden Fener Rum Patriği’ne, komisyon üyesi MHP’li Oktay Öztürk, “Türk vatandaşlığını nasıl tanımlarsınız?” şeklinde ilginç bir soru soruyor. Patrik Bartholomeos’un bu soruya verdiği cevap, sorulan sorudan da ilginç ve muhtemelen Sayın Oktay Öztürk’ün beklediği cevaptan çok daha güzel. Patriğin cevabı şöyle:
Şimdi denilecektir ki; “Patrik'in muhtemelen bir beklentisi vardır. Böyle bir cevap vermek suretiyle takiyye yapmaktadır. Rum azınlığın ilave haklar elde etmesi için böyle bir konuşma yapmış olabilir. Üstelik soruyu soran vekilin MHP’li olduğunu düşünerek, bir anlamda niyet okuyuculuğu yaparak nabza göre şerbet vermek istemiş olabilir…”.
“Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes; din, mezhep, dil ve etnik köken gözetilmeksizin Türk’tür. Türklük, bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir…”. Gazete, MHP’li Oktay Öztürk’ün (herhâlde hiç beklemediği) böyle bir cevap karşısında duygulanarak Patrik'e teşekkür ettiğini belirtmiş haberinde...(*)
Şimdi denilecektir ki; “Patrik'in muhtemelen bir beklentisi vardır. Böyle bir cevap vermek suretiyle takiyye yapmaktadır. Rum azınlığın ilave haklar elde etmesi için böyle bir konuşma yapmış olabilir. Üstelik soruyu soran vekilin MHP’li olduğunu düşünerek, bir anlamda niyet okuyuculuğu yaparak nabza göre şerbet vermek istemiş olabilir…”.
MAKEDON, MAKEDONYA
Bu yazımıza, Rumeli’nin bir konusu olarak Makedonlar ve Makedonya’yı aldık.
Eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biriyken, bu devlet birliğinin dağılması sonucu beklenmedik biçimde bağımsızlık kazanan Makedonya... Onu, bu adıyla ilk tanıyan da galibâ Türkiye olmuştur. Makedon Devleti'nin adına karşı çıkıp bu konuda feryat eden ise Yunanistan’dır. Öte yandan, dünyanın gördüğü en büyük askerî dehâ ve cihangirlerden biri olan Büyük İskender bir Makedon’dur. Onun özel hayatına da yönelen tarihler, kimliğine değinirken kendi cinsine dönük eğilimini kayda geçmişlerdir. Bunun kayıt sahipleriyse, şimdi konunun yazılmasına bile katlanamayan Yunanların antik çağdaki tarihçileridirler!
Eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biriyken, bu devlet birliğinin dağılması sonucu beklenmedik biçimde bağımsızlık kazanan Makedonya... Onu, bu adıyla ilk tanıyan da galibâ Türkiye olmuştur. Makedon Devleti'nin adına karşı çıkıp bu konuda feryat eden ise Yunanistan’dır. Öte yandan, dünyanın gördüğü en büyük askerî dehâ ve cihangirlerden biri olan Büyük İskender bir Makedon’dur. Onun özel hayatına da yönelen tarihler, kimliğine değinirken kendi cinsine dönük eğilimini kayda geçmişlerdir. Bunun kayıt sahipleriyse, şimdi konunun yazılmasına bile katlanamayan Yunanların antik çağdaki tarihçileridirler!
Peki konu, eğer bir toplumu rahatsız edecekse bu toplum neden Makedonlar değil de Yunanlar olmuştur! Onların gösterdiği, bu farklı ve özel duyarlık acaba nereden gelmektedir?
Makedonya, bu adını MÖ önce burada yaşamış ve günümüz Yunanlarının akraba ve komşuları bir kavim olan eski ve asıl Makedonlardan almaktadır. O eski Makedonya’nın
Makedonya, bu adını MÖ önce burada yaşamış ve günümüz Yunanlarının akraba ve komşuları bir kavim olan eski ve asıl Makedonlardan almaktadır. O eski Makedonya’nın
YARATILANI SEVERİM YARADAN'DAN ÖTÜRÜ
Hazreti Mevlâna'nın, hayvan haklarıyla ilgili ünlü bir sözü vardır.
"Allah der ki: Hayvanlar benim sessiz kullarımdır. Onlar şimdi zulme susuyorlar ama, hesap günü konuşacaklardır!"
Yüce Allah, En'âm suresinin 38. ayetinde insanlar şöyle seslenir:
Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi "Rab"lerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.
Günlerdir ilk yazacağım yazı için kendime bir konu arıyordum. Sonunda; bu akşam izlediğim videolardan ve gördüğüm fotoğraflardan fazlasıyla etkilendim ve konu olarak biz insanların yaptığı vahşetlerden söz etmek istedim.
Günlerdir ilk yazacağım yazı için kendime bir konu arıyordum. Sonunda; bu akşam izlediğim videolardan ve gördüğüm fotoğraflardan fazlasıyla etkilendim ve konu olarak biz insanların yaptığı vahşetlerden söz etmek istedim.
Evet, biz insanlar koruması bize bırakılan canlıları, bırakın korumayı âdeta onları yok etmek için, onlara zarar vermek için bir çaba içerisindeyiz.
Sanki bu dünyada yalnızca biz insanların yaşamaya hakkı var, diğer canlıların yok.
NİKÂH veya EVLİLİK
Yeni bir gazete haberine göre, ülkemizdeki her dört evlilikten biri akrabalar arasında yapılıyormuş. Bu yazımız için işte bu haberden yola çıktık. Bugün, ilgi çekeceğini düşündüğümüz, geçmişten günümüze nikâh ve evlilik konusunu yazacağız.
Evliliğin, şahitler önündeki yazılı ve imzalı sözleşmesi demek olan nikâh sözü, bize Araplardan geçmiştir. Nikâh hâlen Araplarda da aynı anlamda kullanılmaktadır. Şu var ki, nikâhın baştaki anlamı bu olmayıp sekstir. Zamanla evrim geçiren söz, değişime uğrayıp anlam itibarıyla bugünküne varmıştır. Nikâh ve evlilik, birbirlerini çağrıştıran ve birlikte düşünülen iki kavram iseler de şüphesiz ki baştan beri bu böyle olmamıştır. Bütün bir insanlık kültüründe önemli yer tutan nikâhla evlilik, diğer her şey de olduğu gibi bir yerlerden buralara gelmişlerdir. Evlilik en ilkel biçimiyle çok eski bir kurum iken, nikâh uygarlığın sonucu olarak buna sonradan eklenmiş bir güvencedir. Tarihte, günümüz dünyasıyla bağdaşamayan, ancak şurada burada gene de görülebilen nikâh veya evlilik biçimleri vardır. Biz Türklerin evlilik geçmişi basit ve yalındır ki, öyle ciddi bir sabıkamız görülmemiştir. Türkler hemen her zaman baskınla talanla kız kaçırarak evlenmişlerdir! Diğer uluslardan, özellikle cahiliye (cahillik) devri Arap evlilikleri ilgi
Evliliğin, şahitler önündeki yazılı ve imzalı sözleşmesi demek olan nikâh sözü, bize Araplardan geçmiştir. Nikâh hâlen Araplarda da aynı anlamda kullanılmaktadır. Şu var ki, nikâhın baştaki anlamı bu olmayıp sekstir. Zamanla evrim geçiren söz, değişime uğrayıp anlam itibarıyla bugünküne varmıştır. Nikâh ve evlilik, birbirlerini çağrıştıran ve birlikte düşünülen iki kavram iseler de şüphesiz ki baştan beri bu böyle olmamıştır. Bütün bir insanlık kültüründe önemli yer tutan nikâhla evlilik, diğer her şey de olduğu gibi bir yerlerden buralara gelmişlerdir. Evlilik en ilkel biçimiyle çok eski bir kurum iken, nikâh uygarlığın sonucu olarak buna sonradan eklenmiş bir güvencedir. Tarihte, günümüz dünyasıyla bağdaşamayan, ancak şurada burada gene de görülebilen nikâh veya evlilik biçimleri vardır. Biz Türklerin evlilik geçmişi basit ve yalındır ki, öyle ciddi bir sabıkamız görülmemiştir. Türkler hemen her zaman baskınla talanla kız kaçırarak evlenmişlerdir! Diğer uluslardan, özellikle cahiliye (cahillik) devri Arap evlilikleri ilgi
HOMO HOMİNİ LUPUS ve ARAP ARAP'IN DÜŞMANIDIR
Bir önceki bölümde dedik ki; “Eğer Araplar arasındaki bu kardeşlik gerçekleşmiş olsaydı, 6-7 milyon nüfuslu küçücük İsrail Devleti, 400 milyonluk Arap dünyasına bu derece ferman okuyamazdı.” Arap'ın Arap'a olan düşmanlığını anlatmak için çok uzaklara, Hafız Esed’in Hama’da kendi halkına yaptıklarına ve yıllarca işgal altında tutmuş olduğu Lübnan halkına ve bu ülkenin siyasi elitlerine yönelik katliamlarına, Saddam Hüseyin’in ülkesinde giriştiği kanlı olaylara ve Kuveyt’i işgaline kadar gitmeye de gerek yoktur. Libya’nın çılgın lideri Muammer Kaddafi’nin geçtiğimiz yıl içinde, Beşar Esed'in de son iki yıldır kendi vatandaşlarına karşı sergiledikleri vahşet görüntüleri aslında gerektiğinde Arap'ın Arap'a bile düşman olabileceğinin ve Arap milletinin kendisinden zayıf olanları ezmede ve yok etmede hiçbir sınır tanımayacağının en açık göstergesidir.
Bu bakımdan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, hâlen kendi halkını imha etmekle meşgul olan ve ülkesindeki iç savaşı bastırma konusunda “ölesiye kadar savaşacağını” belirten Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed’e yönelik olarak 22 Kasım 2011 günü sormuş olduğu “O zaman insana sorarlar: İsrail’in işgal ettiği Golan tepeleri için neden ölene kadar
Bu bakımdan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, hâlen kendi halkını imha etmekle meşgul olan ve ülkesindeki iç savaşı bastırma konusunda “ölesiye kadar savaşacağını” belirten Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed’e yönelik olarak 22 Kasım 2011 günü sormuş olduğu “O zaman insana sorarlar: İsrail’in işgal ettiği Golan tepeleri için neden ölene kadar
KUŞLAR, MARTI, EDİRNE
Kuşlar, hayvanlar dünyasının beş büyük öbeğinden birini oluştururlar. Diğerlerinden önemli farkları, uçmak üzerindeki yetenekleridir. Devekuşu, penguen ve kivi dışındaki kuşların hepsi uçarlar, ancak uçuş hızları çok farklıdır.
Kuş, diyerek hemen uçmaya ve hıza değindiğimize göre, konuya da buradan devam edelim. Bütün hayvan toplumu içindeki en hızlısı, kaya güvercini denen bir kuş çeşididir. Bu kuşun, (herhâlde ilk hızıdır) bir saatte 151 km. uçabildiği hesaplanmıştır. Daha sonraki kartal 127 km, ördek ve yağmur kuşu 96 km, kaz 90 km, bıldırcın 89 km ve yazımızın asıl konusu olacak martıysa 88 km hızla uçabilmektedirler. Günümüz dünyasındaki kuşların sayıları bilinmiyor. Ancak tahminen on bin kadar türün yaşadığı var sayılıyor. Bunun ortalama yarısını ötücü kuşlar oluşturmaktadırlar. Hepsi yumurta ile üreyen kuşlar, bundan başka göğüs ve kanat yapılarına göre üçe ayrılıyorlar. Üç türün ilk ikisi, devekuşu, kivi ve penguen ile
Kuş, diyerek hemen uçmaya ve hıza değindiğimize göre, konuya da buradan devam edelim. Bütün hayvan toplumu içindeki en hızlısı, kaya güvercini denen bir kuş çeşididir. Bu kuşun, (herhâlde ilk hızıdır) bir saatte 151 km. uçabildiği hesaplanmıştır. Daha sonraki kartal 127 km, ördek ve yağmur kuşu 96 km, kaz 90 km, bıldırcın 89 km ve yazımızın asıl konusu olacak martıysa 88 km hızla uçabilmektedirler. Günümüz dünyasındaki kuşların sayıları bilinmiyor. Ancak tahminen on bin kadar türün yaşadığı var sayılıyor. Bunun ortalama yarısını ötücü kuşlar oluşturmaktadırlar. Hepsi yumurta ile üreyen kuşlar, bundan başka göğüs ve kanat yapılarına göre üçe ayrılıyorlar. Üç türün ilk ikisi, devekuşu, kivi ve penguen ile
ARABİZM'İN DORUKLARINDA BİR YAZAR
Araplardaki Türk Kininin Tarihî Sebepleri"
adlı yazının devamıdır
Bütün bunlara rağmen, şahsım ve kitabım hakkında söyledikleri, büyük ölçüde itham ve iftira niteliğinde olsa da ilk ve tek münekkidim yine de Hakan Albayrak* olmuştur. Kitabım hakkında yazmış olduğu yazıdan MEB Eski Müsteşarı da olan Hoca'm Prof. Dr. İhsan Sezal vasıtasıyla haberdar olduktan sonra, kendisiyle elektronik ortamda haberleştiğimizde Hakan Albayrak, Arapların İslama yapmış olduğu üstün hizmetlerden ve Arap kahramanlığından uzun uzun bahsettikten sonra nihai tepkisi şöyle olmuştur; “Ağabey, bakın bugün Suriye ile Türkiye sanki tek devlet hâline geldiler. Böyle bir zamanda bu şekilde bir kitabın yayınlanmasına gerek var mıydı? Elhamdulillah Müslümanım. Ve ben, sizden farklı olarak, Arap kardeşlerime can-ı gönülden bağlıyım. Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin; siz can-ı gönülden bağlı değilsiniz, değil mi?”.ARAPLARDAKİ TÜRK KİNİNİN TARİHÎ SEBEPLERİ
Türk-Arap İlişkileri/Arap Aydınının Kafasındaki
Türk İmajı adlı araştırma yazısının devamıdır.
Ürdün Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdulkerim Gurayibeh’in şu görüşleri ise Arap milletinin, ta Abbasiler devrinden beri Türklere karşı duymuş oldukları tarihî kinin ifadesi gibidir. Şöyle diyor Prof. Gurayibeh:
“Arap-Türk ortaklığı döneminde en garip şey; çoğunu Türk veya Kafkas asıllı kölelerin oluşturduğu yabancılara Arapların boyun eğmesidir. Bazı fakihlerin hürriyetlerini tanımamasına, onları hâlâ köle statüsünde ve beytülmala ait satılabilir meta saymasına rağmen Kölemenler, sultan ve hükümdar olmuşlardır. Onların bazılarının yönetime gelmesi konusunda garip ve ilginç hikâyeler anlatılır. Onların en meşhurları ve en fazla yönetimde kalanları üç kişidir, otorite ve sultanlığa komplo ve gasp yoluyla gelmişlerdir. 47 sultan da hayata önce köle olarak başlamışlar, ailelerinden ayrılmışlar, ülkelerinden uzaklaştırılmışlar ve dış ülkelerde köle pazarlarında yabancılara satılmışlardı. Ancak gurbetlerinde onlara kadir geceleri açılmış; bazıları ümmi ve sıradan insanlar olmasına rağmen hükümdarlığa kadar yükselmişlerdir. Efendilerinin oğullarına
“Arap-Türk ortaklığı döneminde en garip şey; çoğunu Türk veya Kafkas asıllı kölelerin oluşturduğu yabancılara Arapların boyun eğmesidir. Bazı fakihlerin hürriyetlerini tanımamasına, onları hâlâ köle statüsünde ve beytülmala ait satılabilir meta saymasına rağmen Kölemenler, sultan ve hükümdar olmuşlardır. Onların bazılarının yönetime gelmesi konusunda garip ve ilginç hikâyeler anlatılır. Onların en meşhurları ve en fazla yönetimde kalanları üç kişidir, otorite ve sultanlığa komplo ve gasp yoluyla gelmişlerdir. 47 sultan da hayata önce köle olarak başlamışlar, ailelerinden ayrılmışlar, ülkelerinden uzaklaştırılmışlar ve dış ülkelerde köle pazarlarında yabancılara satılmışlardı. Ancak gurbetlerinde onlara kadir geceleri açılmış; bazıları ümmi ve sıradan insanlar olmasına rağmen hükümdarlığa kadar yükselmişlerdir. Efendilerinin oğullarına
ASEF'ten ÇAĞRI : HOCALI'DAKİ "TÜRK SOYKIRIMI"NA KARŞI 26 ŞUBAT PAZAR GÜNÜ TAKSİM MİTİNGİNDEYİZ
Mitinge Çağrı
HOCALI'DA TÜRK SOYKIRIMI
HOCALI'DA TÜRK SOYKIRIMI
TÜRK - ARAP İLİŞKİLERİ / ARAP AYDINININ KAFASINDAKİ TÜRK İMAJI [Ömer Sağlam]
Tarihî geçmişine inerek bakıldığında görülecektir ki; Türk-Arap ilişkilerinde fedakârlık yapan ve taviz veren taraf sürekli Türkler olmuştur. Bu durum dün de böyledir, bugün de. Fransa’nın önderliğinde NATO güçlerinin Libya’yı vurmasından sonra, Batılı devletlerin Libya’nın bütün kaynaklarını ele geçirmeye çalışması karşısında Başbakan Erdoğan, bunu tenkit ederek “Biz Libya’ya tamamen kardeşlik hisleriyle bakıyoruz. Batılılar gibi Libya’nın altyapısını ve doğal kaynaklarını sahiplenme azminde değiliz. Libya Libyalılarındır.” (1) anlamına gelen laflar etmesi, tam da bu tarihî gerçeğin ifadesidir.
Zaman gazetesinin internet sayfasında 02 Mart 2009 tarihinde yayınlanan ve aynı gün Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde toplanan “Gazze'nin yeniden imarı” konulu uluslararası toplantıya katılan dönemin Dış İşleri Bakanı Ali Babacan’ın açıklamalarına dayandırılan “Babacan, Gazze'ye yardım konferansını değerlendirdi” başlıklı haberde; “Türkiye’nin Gazze için 2007 yılında 150 milyon dolarlık yardım yaptığı, bu rakama ilave olarak 2009
Zaman gazetesinin internet sayfasında 02 Mart 2009 tarihinde yayınlanan ve aynı gün Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde toplanan “Gazze'nin yeniden imarı” konulu uluslararası toplantıya katılan dönemin Dış İşleri Bakanı Ali Babacan’ın açıklamalarına dayandırılan “Babacan, Gazze'ye yardım konferansını değerlendirdi” başlıklı haberde; “Türkiye’nin Gazze için 2007 yılında 150 milyon dolarlık yardım yaptığı, bu rakama ilave olarak 2009
BU BİR VEDA YAZISIDIR
Bu yazı, Sayın Asker Avşar'ın özel izni ve izin esnasında**
belirttiği; "yazının edebî-hukuki kelime oyunları içermesi *
nedeniyle yazım kurallarına ters gibi görünen kısımları da*
dâhil, üzerinde düzeltme yapılmaması" talebine uyularak *
"Yerel Basın"da yayımlanan özgün hâliyle yayınlanmıştır.
Olmuşsa olacağındandır. Olmuşsa, zamana dahil edildiğindendir. Tecavüz, atomik saldırının, kainatın kudretine ahlaksız isyanıdır.
Hacc'a gittik elhamdülilAllah... Vakitsiz demeyeceğim, haşa. Ancak, küfür de edemiyoruz gari birader, sıkıntımız bu...!
Hacc'a gittik elhamdülilAllah... Vakitsiz demeyeceğim, haşa. Ancak, küfür de edemiyoruz gari birader, sıkıntımız bu...!
* * *
Küçükken maç yapardık, tek kale. Çocuklar dizilirdi karşıma. Keyifle efelenir; HEPİNİZ BİR, BEN TEK derdim.ÇAĞCIL MÜSLÜMAN-DİNDAR DEMOKRAT
Bu ülkenin yazar-çizer takımı olarak Sayın Başbakan'a bilhassa teşekkür etmemiz gerekiyor. Çünkü sağ olsun, bu ülkenin erbabı kalemini hiç malzemesiz bırakmıyor. Mutlaka onların eline bir şekilde çelik-çomak vermeyi başarıyor Başbakan. Oyna oynayabildiğin kadar. Bu sefer ki çelik-çomağın adı “Dindar Çağdaş”. Başbakan muhaliflerine ve muhataplarına üst perdeden soruyor: “Dindar bir nesil çağdaş olamıyor mu? Hem çağdaş hem dindar olunamıyor mu?”(1)
Başbakan'ın sorusuna verilecek cevap şudur: Her çağda dindar nesiller bulunabilir anlamında hem dindar hem çağdaş nesil olunabilir. Bu anlamda, El-Kaide, Taliban, Hamas, Hizbullah, Şii İran İslam Cumhuriyeti ve katı Vehhabi öğretisinin egemen olduğu Suudi Arabistan gibi örgüt ve ülkelerdeki dindarlar da çağdaştırlar. Keza, Yahudilik öğretisinin en katı biçimde uygulandığı bugünkü İsrail’de yaşayan Yahudiler ve Yeni Haçlı seferleri başlatan Amerikalı Neo Con’lar da çağdaştırlar. Çünkü bunların hepsi, çağımızda mevcut akımlardır. Aynı çağda yaşayan insanlar ve meydana gelen olaylarsa tabii olarak birbirinin çağdaşıdırlar. Zira sözlüklerimiz,“Çağdaş” kelimesini, “Aynı çağda yaşayan, muasır”
Başbakan'ın sorusuna verilecek cevap şudur: Her çağda dindar nesiller bulunabilir anlamında hem dindar hem çağdaş nesil olunabilir. Bu anlamda, El-Kaide, Taliban, Hamas, Hizbullah, Şii İran İslam Cumhuriyeti ve katı Vehhabi öğretisinin egemen olduğu Suudi Arabistan gibi örgüt ve ülkelerdeki dindarlar da çağdaştırlar. Keza, Yahudilik öğretisinin en katı biçimde uygulandığı bugünkü İsrail’de yaşayan Yahudiler ve Yeni Haçlı seferleri başlatan Amerikalı Neo Con’lar da çağdaştırlar. Çünkü bunların hepsi, çağımızda mevcut akımlardır. Aynı çağda yaşayan insanlar ve meydana gelen olaylarsa tabii olarak birbirinin çağdaşıdırlar. Zira sözlüklerimiz,“Çağdaş” kelimesini, “Aynı çağda yaşayan, muasır”
BENCİLİM
"DENEMELER"
Fırlatıp atmak istiyorum her şeyi. Hiçbir şeyin sensiz anlamı yok çünkü.
Kimse anlamıyor beni. Ya da anlamak mı istemiyor? Ama neden? Neden bu dünyada tekmişim gibi hissediyorum? Kimse beni anlamadığı için mi?
Sensiz hayatımın daha güzel olacağını düşünüyordum.
Ne kadar salakmışım.
Sensiz hayatın olamayacağını anlamamışım.
Şu an hiç olmayacağım kadar yalnızım bir o kadar da sensiz.
Gözlerinin parlamasını, kalbinin sesini, teninin sıcaklığını ve dudaklarının yumuşaklığını özledim.
En çok da bir zamanlar yanımda olan varlığını.
Sesindeki o ton hayatımı bir anda değiştiriyordu, gözlerindeki o ışıltı kalbimi delicesine
HAVVA KIZI KADINLAR
Bayram öncesindeki bir akşam. TV’lerde kadınlar, kadınlar... Hayrola? diyecekken durumu kavrıyoruz: “Dünya Kadınlar Günü”ymüş meğer. Eh, madem ki böyle bir konu vardır. Biz de birkaç satır yazalım bAri.
Annemiz, bacımız, eşimiz, kızımız… Hala, teyze ve diğerleri ve diğerleri... Kısaca Havva kızı kadınlar. Madem ki “Havva” dedik onunla da başlayalım. Hepimiz biliriz ki, ilahî dinlerde dünya hayatı Âdem (baba) ve Havva (anne)yla başlar. Bu ikisi, önce cennete konulmuşlar ve onlara türlü meyveler sunulmuştur. Hâl böyleyken, elma ağacına yaklaşmaları yasaklanmıştır. Elma yemeyeceklerdir. Gel gelelim, şeytan da boş durmamaktadır. O da bir gün şeytanlığını yapacak, Âdem’le Havva’ya elmayı yedirecektir. (Ayvayı yemek sözü buradan mı gelmektedir, acaba!?) Bunun sonucunda, Âdem ve Havva dünyada yaşamakla cezalandırılacaklardır. İncil ise şeytana uyanın Havva olduğunu, Âdem’i onun etkilediğini bildirmektedir. Kadınların
Annemiz, bacımız, eşimiz, kızımız… Hala, teyze ve diğerleri ve diğerleri... Kısaca Havva kızı kadınlar. Madem ki “Havva” dedik onunla da başlayalım. Hepimiz biliriz ki, ilahî dinlerde dünya hayatı Âdem (baba) ve Havva (anne)yla başlar. Bu ikisi, önce cennete konulmuşlar ve onlara türlü meyveler sunulmuştur. Hâl böyleyken, elma ağacına yaklaşmaları yasaklanmıştır. Elma yemeyeceklerdir. Gel gelelim, şeytan da boş durmamaktadır. O da bir gün şeytanlığını yapacak, Âdem’le Havva’ya elmayı yedirecektir. (Ayvayı yemek sözü buradan mı gelmektedir, acaba!?) Bunun sonucunda, Âdem ve Havva dünyada yaşamakla cezalandırılacaklardır. İncil ise şeytana uyanın Havva olduğunu, Âdem’i onun etkilediğini bildirmektedir. Kadınların
ÖNCE İNSAN HAKLARI
Yaşadığımız şehir Edirne’nin şurasında burasında, bir yıldır her gün görülen ve artık kanıksanan sahneler vardır. Birle başlayıp değişik sayıdaki gruplara çıkan başıboş atlar, şehirde fütursuzca ve salınarak gezinmektedirler! Biz bunları ilk gördüğümüzde fotoğraflarını çekip gazeteye vermiş ve haber olmalarını sağlamışızdır. Bu haberden sonra elbette ki bir de beklentimiz olacaktır. Bu, ilgili birilerinin çıkıp, hayvanlar hakkında gereğini yapmasıdır. Şehrin insanını bu atların tacizinden kurtarmasıdır.
Daha sonra bir de makale yapmışızdır. Hiçbir ilgili (!) bir yıldır çıkıp gereğini yapmayınca da konuyu bir de Edirne Valiliği nezdinde görüşmek istemişizdir. Muhatap olduğumuz ve çevreden sorumlu Vali Yardımcısı ise bizi her ne kadar iyi ağırlamış olsa bile çözümü gene bizden istemiştir! Demiştir ki, meseleyi yazarken bir de çözümünü önerseydiniz! Şimdi, o gün, bugündür biz de bir çözüm düşünmekteyiz! Bakalım bu sorunu nasıl halledeceğiz!
Daha sonra bir de makale yapmışızdır. Hiçbir ilgili (!) bir yıldır çıkıp gereğini yapmayınca da konuyu bir de Edirne Valiliği nezdinde görüşmek istemişizdir. Muhatap olduğumuz ve çevreden sorumlu Vali Yardımcısı ise bizi her ne kadar iyi ağırlamış olsa bile çözümü gene bizden istemiştir! Demiştir ki, meseleyi yazarken bir de çözümünü önerseydiniz! Şimdi, o gün, bugündür biz de bir çözüm düşünmekteyiz! Bakalım bu sorunu nasıl halledeceğiz!
HADRİANUS HEYKELİ
Edirne son zamanda heykellerle süslenince aklımıza gelmiştir ki, çok önemli bir heykel eksik kalmıştır.
Heykelin sözlük anlamını açıklayarak başlayalım. Büyükten küçüğe bilerek ve sıkça kullandığımız “heykel” de, dilimizin Arapça sözlerindendir. Şu var ki, heykel kavramının tarih sürecinde değişmiş olduğunu söylememiz lazım gelecektir. İlkel hayat tarzında, heykel demek bütün bir insanlık için neredeyse tamamen tanrı figürü demek iken, şimdi bu husus sadece ilkelliği hâlâ yenememiş kabilelerle Doğu dinlerinde kalmıştır. Bu insanlar, bugün de kendilerinin yaptıkları heykellere bakıp dua etmekte, bunlara tapmaktadırlar! Günümüz yüksek teknolojisinde söz sahibi olmuş bir Japonya, Kore, Kıta ve Ada Çinleriyle atom bombası yapmış, uzaya uydu gönderebilen Hindistan buna dâhildirler. Bu inançları, onların kültürlerinde ayrılmaz ve vazgeçilmez bir rükündür. Tanrı figüründen başka heykeller de yapmış olsalar bile…
Heykelin sözlük anlamını açıklayarak başlayalım. Büyükten küçüğe bilerek ve sıkça kullandığımız “heykel” de, dilimizin Arapça sözlerindendir. Şu var ki, heykel kavramının tarih sürecinde değişmiş olduğunu söylememiz lazım gelecektir. İlkel hayat tarzında, heykel demek bütün bir insanlık için neredeyse tamamen tanrı figürü demek iken, şimdi bu husus sadece ilkelliği hâlâ yenememiş kabilelerle Doğu dinlerinde kalmıştır. Bu insanlar, bugün de kendilerinin yaptıkları heykellere bakıp dua etmekte, bunlara tapmaktadırlar! Günümüz yüksek teknolojisinde söz sahibi olmuş bir Japonya, Kore, Kıta ve Ada Çinleriyle atom bombası yapmış, uzaya uydu gönderebilen Hindistan buna dâhildirler. Bu inançları, onların kültürlerinde ayrılmaz ve vazgeçilmez bir rükündür. Tanrı figüründen başka heykeller de yapmış olsalar bile…
HAŞA, ATATÜRK PEYGAMBER BİLE DEĞİLKEN!
Başta CHP olmak üzere muhalifleri, bugüne kadar hep AKP’nin gizli gündemi ve gizli ajandası olduğunu söyleyip durmuşlardır. Anlaşıldı ki; AKP’nin gerçekten de bir gizli ajandası varmış! Neymiş bu gizli ajanda? Dindar bir gençlik yetiştirmek, dolayısıyla dindar bir toplum oluşturmak! Sayın Başbakan bu ajandayı şöyle açıklamıştır üç gün önce:
“Benim konuşmamda dindarlar-dinsizler diye bir ifade yok. Dindar bir gençlik yetiştirme var. Sayın Kılıçdaroğlu, sen bizden ateist bir nesil yetiştirmemizi mi bekliyorsun? O belki senin amacın olabilir. Biz muhafazakâr ve demokrat, milletimizin değerlerine sahip çıkan dindar bir nesil yetiştireceğiz…”(bk. 2.2.2012 tarihli Posta Gazetesi, manşet haber).
Ben, dindar bir insan olmanın yanında dindar bir aileye mensup olmakla Türkiye’nin, Türk Milleti’nin millî değerlerine bağlı dindar insanlar tarafından yönetilmesine ve gençlerin bunu sağlayacak şekilde yetiştirilmesine asla karşı çıkmam. Bilakis destek
“Benim konuşmamda dindarlar-dinsizler diye bir ifade yok. Dindar bir gençlik yetiştirme var. Sayın Kılıçdaroğlu, sen bizden ateist bir nesil yetiştirmemizi mi bekliyorsun? O belki senin amacın olabilir. Biz muhafazakâr ve demokrat, milletimizin değerlerine sahip çıkan dindar bir nesil yetiştireceğiz…”(bk. 2.2.2012 tarihli Posta Gazetesi, manşet haber).
Ben, dindar bir insan olmanın yanında dindar bir aileye mensup olmakla Türkiye’nin, Türk Milleti’nin millî değerlerine bağlı dindar insanlar tarafından yönetilmesine ve gençlerin bunu sağlayacak şekilde yetiştirilmesine asla karşı çıkmam. Bilakis destek
BİR ZAMANLAR İSTANBUL
Hâlen yaşadığımız Edirne’den İstanbul'a ancak gerek doğdukça gitmekteyiz. Gidince de İstanbul demek olan o eski eserler ve tarihî mekânları olabildiği kadar görmek isteriz. Bizce, İstanbul deyince görülecek yerler buralarıdır. İşte buralar, İstanbul'u İstanbul yapan mühürler ve imzalardır! Bundan gayrisi İstanbul adına yalan olur, yanlış olur.
Son gidişimizde; Eminönü Çiçek Pazarı’yla, Beyazıt Sahaflar Çarşısı ve bunun dışında kalan eski Dişçi Okulu önündeki ikinci-üçüncü-beşinci el sergileri gezmek istedik. Bir de, o asırlık koca kestane ağacının altında oturmayı. Bir pazar günü, Şişli'den yola çıktık. Altımızda araba filan yok; otobüsle gidiyoruz. Tenha bir günde Eminönü'ne gidip, rahatça gezineceğiz! Fakat o da ne!?. Karaköy’deyiz ve Eminönü henüz uzaktan görünüyor ki, durumun hiç de öyle olmayacağını anlıyoruz. Eminönü mahşer yeri! "İğne atsan yere düşmez!" sözü burası için söylenmiş olmalıdır. Ama bu saatten sonra dönecek hâlimiz de yok. …ve artık Galata Köprüsü'nün İstanbul yakasındayız.
Son gidişimizde; Eminönü Çiçek Pazarı’yla, Beyazıt Sahaflar Çarşısı ve bunun dışında kalan eski Dişçi Okulu önündeki ikinci-üçüncü-beşinci el sergileri gezmek istedik. Bir de, o asırlık koca kestane ağacının altında oturmayı. Bir pazar günü, Şişli'den yola çıktık. Altımızda araba filan yok; otobüsle gidiyoruz. Tenha bir günde Eminönü'ne gidip, rahatça gezineceğiz! Fakat o da ne!?. Karaköy’deyiz ve Eminönü henüz uzaktan görünüyor ki, durumun hiç de öyle olmayacağını anlıyoruz. Eminönü mahşer yeri! "İğne atsan yere düşmez!" sözü burası için söylenmiş olmalıdır. Ama bu saatten sonra dönecek hâlimiz de yok. …ve artık Galata Köprüsü'nün İstanbul yakasındayız.
BOLŞEVİKLER BİLE DERSİM’İ BİZDEN SAĞLIKLI DEĞERLENDİRMİŞLERDİR
Ayrılıkçı Kürtçülerin ve bu akımın Meclis'teki temsilcisi olduğu, artık devletin tepesindekiler tarafından da yüksek sesle dillendirilen BDP’nin, Dersim hadisesine yaklaşımı bellidir. Onlar konuya bütünüyle katliam ve hatta soykırım olarak bakıyorlar. Halen BDP Eş Başkanı olan Gültan Kışanak, 20 Kasım 2010 tarihinde Tunceli’de yapmış olduğu bir konuşmada;
“Diğer hiçbir Kürt isyanında görmediğimiz çok özel bir program Dersim’de uygulanmıştır. Kürdistan’da yatılı bölge okullarının kurulması, bölgenin ileri gelenlerinin batıya sürülmesi, geriye kalan çocukların Batı’daki ailelere besleme ya da evlatlık olarak verilmesi tamamen bir soykırım uygulamasıdır.”(1) diyerek 1937-1938 yıllarında vuku bulan olayları “soykırım” olarak nitelendirmiştir. Aynı yaklaşım diğer birçok BDP’li tarafından da sergilenmiştir.
“Diğer hiçbir Kürt isyanında görmediğimiz çok özel bir program Dersim’de uygulanmıştır. Kürdistan’da yatılı bölge okullarının kurulması, bölgenin ileri gelenlerinin batıya sürülmesi, geriye kalan çocukların Batı’daki ailelere besleme ya da evlatlık olarak verilmesi tamamen bir soykırım uygulamasıdır.”(1) diyerek 1937-1938 yıllarında vuku bulan olayları “soykırım” olarak nitelendirmiştir. Aynı yaklaşım diğer birçok BDP’li tarafından da sergilenmiştir.
Bugünkü CHP’nin, konuya yaklaşımı da BDP’nin yaklaşımı ile hemen hemen aynıdır. CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün “Dersim katliamının sorumlusu CHP’dir. Atatürk de
GACALLAR ve GACALLAR
Osmanlılar Rumeli'ne geçip burada yayılmaya başladıklarında, karşılaştıkları toplumlar arasında Hristiyan bazı Türkler de bulunmuşlardır. Bunlar tıpkı Anadolu'nun Hristiyan Türkleri Karamanlılar gibi, kuzeyden gelen Uz (Guz, Oğuz), Kuman ve Peçeneklerden arta kalan Türklerdirler. Artmayanlar ise bulundukları yerlerdeki Avrupa halk ve uluslarına karışıp, onların içinde eriyerek ortadan kalkmışlardır! Artık, herhâlde kendileri bile Türk asıllarını bilmemektedirler.
Önceleri peygamberli dinlerden hiçbirine mensup olmayan Şamanist bu Türkler, geldikleri buralarda, kendilerini, daha gelişmiş bir inanç kurumu olan Hristiyanlık içinde bulmuşlardır. Türklerin ilkel ve yalın inançları, kam veya şaman denilen büyücü bir takım kişiler eliyle uygulama alanı bulurken, Hristiyanlık o gün bile üç kıtada yayılıp örgütlenmiş bir inanç kurumudur. Bu din üstelik bu Türklerin bir süredir tebaası oldukları Doğu Roma (Bizans) ve Bulgarya'nın devlet inancıdır. Bölge imparatorları bile
Önceleri peygamberli dinlerden hiçbirine mensup olmayan Şamanist bu Türkler, geldikleri buralarda, kendilerini, daha gelişmiş bir inanç kurumu olan Hristiyanlık içinde bulmuşlardır. Türklerin ilkel ve yalın inançları, kam veya şaman denilen büyücü bir takım kişiler eliyle uygulama alanı bulurken, Hristiyanlık o gün bile üç kıtada yayılıp örgütlenmiş bir inanç kurumudur. Bu din üstelik bu Türklerin bir süredir tebaası oldukları Doğu Roma (Bizans) ve Bulgarya'nın devlet inancıdır. Bölge imparatorları bile
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.