CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Gürsel Tekin’i kesinlikle beğeniyorum. Gerek söz ve davranışlarıyla gerekse çalışma azmi ve duruşuyla başarılı bir politikacı Gürsel Tekin. CHP’deki gözle görülür değişimin altında, onun CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu ile yapmış oldukları uyumlu çalışmanın etkisi olduğu ortada. Yerel seçimlerde İstanbul’da elde edilen oy başarısının altında da onun İl Başkanı olarak yapmış olduğu çalışmaların ve siyaset anlayışının etkisinin olduğu aşikârdır. Peki, nedir Gürsel Tekin’in
siyaset anlayışı? Gürsel Tekin’in siyaset anlayışını, onun Kanal A televizyonunda yayınlanan “Görüş Farkı” isimli programda dile getirmiş olduğu şu sözlerinden çıkarmak pekâlâ mümkündür:
siyaset anlayışı? Gürsel Tekin’in siyaset anlayışını, onun Kanal A televizyonunda yayınlanan “Görüş Farkı” isimli programda dile getirmiş olduğu şu sözlerinden çıkarmak pekâlâ mümkündür:
“…Başörtülü adaylar hakkında ‘Anayasal sorun var mı yok mu bilmiyorum. Ancak Gürsel Tekin olarak benim için hiçbir sakıncası yok… AKP bu şansını deneyebilir, biz de zorluk çıkarmayız… CHP’de artık Plaza İl Başkanlığı dönemi bitmiştir. Sokak il başkanlığı dönemi başlamıştır. İl başkanları ölü evinin yasçısı, düğün evinin tefçisi olacak…”(1)
Habere göre Gürsel Tekin “12 Haziran seçimlerinde muhafazakâr ve merkez sağdan milletvekili adayı gösterebileceklerini” de söylemiştir.(2)
Habere göre Gürsel Tekin “12 Haziran seçimlerinde muhafazakâr ve merkez sağdan milletvekili adayı gösterebileceklerini” de söylemiştir.(2)
Gürsel Tekin’in sözlerinden anlaşılan şudur: CHP’de en azından bir kendi öz mayasına dönüş çabası vardır. Bana göre bu çaba, halka inandırıcı geldiği oranda CHP’nin oyu kesinlikle yükselecek ve CHP güçlü bir iktidar alternatifi olacaktır. Peki, bu çabalar nasıl inandırıcı olabilir? Elbette söylenen sözler icraata dönüştüğü zaman. Esasen CHP’de söylenen sözlerin icraata dönüşmeye başladığı da gözlenmektedir. Örneğin, bugün yüksek öğretimde büyük ölçüde baş örtüsü diye bir sorun kalmamıştır. Bunun sebebi, herhâlde CHP’dir.
Zira, eğer CHP’deki değişim ve kendi öz mayasına dönüş çabaları olmasaydı, bugün üniversitelerdeki baş örtüsü sorunu hâlen yaşanmaya devam ederdi. Çünkü baş örtüsü serbestisi, tamamen defacto, yani oldu bittiye getirilmiş bir olaydır. Tamamıyla YÖK’ün yasal dayanaktan yoksun genelgelerine dayanmaktadır. Oysa mevcut anayasaya, YÖK Kanunu’na, Danıştay ve AİHM kararlarına göre üniversitelerde baş örtüsü kullanılması konusunda hâlâ problem vardır. İşte yeni CHP yönetimi, bütün bu engelleyici mevzuata karşın, fiilî olarak uygulamaya konulan başörtüsü serbestisi karşısında en azından sessiz kalarak ve YÖK’ün yasal dayanaktan yoksun genelgelerini yetkili mahkeme ve makamlara götürmeyerek üniversitelerdeki baş örtüsü serbestisine bir anlamda destek vermiştir.
Şahsen ben, CHP’nin bu politika değişikliğini, 12 Haziran’dan sonra oluşacak yeni mecliste üniversitelerde baş örtüsü serbestisi konusunda getirilecek bir yasal düzenlemeye CHP’nin destek verebileceği, en azından karşı çıkmayacağı şeklinde yorumluyorum. Demek oluyor ki; CHP’nin sözleri artık icraata dönüşmeye başlamış bulunmaktadır. Gerisi mutlaka gelecektir. İktidar partisindeki saldırganlığın sebebini, biraz da burada aramak gerekiyor. Sayın Kılaçdaroğlu hakkında; Kayseri Belediye Başkanı ile ilgili olarak Sayın Başbakan’ın “Sen benim belediye başkanımı sorgulayacak… kalitede bir adam değilsin” anlamında sözler söylemesi, CHP’nin bedelli askerlik önerisi karşısında AKP Grup Başkan Vekillerinin “Kemal Kılıçdaroğlu bedelsiz atıyor” diyerek aşağılayıcı laflar etmeleri, hep AKP’deki iktidarı kaybetme endişesinin işaretleridir. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, Sayın Kılıçdaroğlu’nu “Bizimkiler” isimli ünlü TV dizisinin, kapıcı Cafer’den sürekli bira isteyen Sarhoş Cemil karakterine benzetmesi de iktidar partisindeki bu endişenin ve korkunun eseridir. Çünkü korkaklar biraz saldırgan olurlar…
* * *
Biraz da "CHP’nin Mayası"nın ne olduğu hakkında bilgi vermiş olalım. Bize göre CHP’nin mayası, bu milletin ta kendisidir. Bu maya, İmparatorluktan yadigâr kalmış tüm unsurlar ve tüm renkler, bir pota içinde eritilerek elde edilmiştir. İçinde din de vardır iman da. İlim de vardır irfan da. Bu sebeple, CHP’yi dinsizlikle itham edenler ve toplumun değerleriyle sürekli çatışma hâlinde gösterenler, kesinlikle yanılıyorlar. En azından CHP’nin kuruluş felsefesini bir yana bırakarak, sırf bazı uygulamalardan hareketle bu kanaate varanlar büyük yanılgı içindedirler. Doğrusunu söylemek gerekirse; CHP’nin yakın zamana kadar geleneksel hâle getirdiği katı laiklik savunuculuğu, yersiz irtica ve şeriat karşıtlığı da bu tür yanılgıları tetikleyici etki yaratmış bulunmaktadır.
Oysa bütün kamuoyu yoklamaları da gösteriyor ki; bu ülkede şeriat isteyenlerin oranı, toplam nüfusun %10’u bile değildir. Üstelik onların kahir ekseriyetinin şeriatın ne demek olduğunu tam olarak bildikleri de şüphelidir. Dolayısıyla, ancak %7-8 civarında olduğu söylenen şeriat yanlılarının söylemlerini dikkate alarak karşı söylem geliştirmek, “Laiklik elden gidiyor” veya “İrtica-Şeriat tehlikesi var” türü söylemlerle ortalığı ayağa kaldırmanın hiç kimseye faydası yoktur.
Öncelikle belirtmek isterim ki; CHP’nin temeli büyük ölçüde din adamları tarafından atılmıştır! Durun, bu sözüm karşısında hemen celallenmeyin. Dudak büküp “Adam sen de” diyerek burun kıvırmayın. Çünkü iyi biliyoruz ki; CHP’nin temeli, büyük ölçüde Millî Mücadele’yi yürüten“Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri”nin üzerine oturmaktadır. Bu açıdan bakılınca CHP’nin kökeni bütün partilerden daha millîdir denilebilir. İstiklal Harbi’ni örgütleyen ve halkı Millî Mücadele’ye hazırlayan Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri ise, genelde din adamlğı hüviyetleri ön plana çıkan müftüler, müderrisler, vaizler ve bu kabil din adamlarınca kurulmuşlardır. Din adamları, bu cemiyetlerin ya başkanıdırlar, ya da en etkin üyeleridirler.
Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçince, karşısında büyük ölçüde “Müdafaayı Hukuk Cemiyeti” adı altında bir araya gelmiş örgütlü bir toplumla karşılaşmış ve bu durum, onun ve arkadaşlarının işini bir hayli kolaylaştırmıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına, sadece, bu cemiyetleri bir çatı altında toplamak ve başına da Mustafa Kemal Paşa’yı geçirmek kalmıştır. Bu bakımdan, bana göre; CHP’nin temeli, ta Sivas Kongresi sırasında, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerinin birleştirilmesiyle atılmıştır.
İncelendiğinde görülecektir ki; başta Mustafa Kemal olmak üzere Millî Mücadele’nin önderlerine en büyük yardımı yapanlar din adamlarıdır. Çünkü onların halkla bire bir ilişkileri ve halk üzerinde etkinlikleri vardır. Halkı yönlendirmeleri çok daha kolaydır. İşte Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu gerçekten hareketle din adamlarından sürekli istifade etmişler ve onlara hep yakın durmuşlardır.
Anadolu’daki din adamlarının, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yapmış oldukları ilk büyük destek, onlar hakkında İstanbul Hükûmeti’nin ve elbette İngilizlerin baskısıyla, Osmanlı Şeyhülislamı Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından verilen idam fetvasını geçersiz sayacak şekilde fetva vermeleri olmuştur. Zira Anadolu’da yüzü aşkın din adamının vermiş oldukları ortak fetva ile şeyhülislamın bu konuda vermiş olduğu fetva geçersiz sayılmıştır.
Bunun dışında Mustafa Kemal ve arkadaşları Anadolu’ya her nereye gittilerse yanlarında mutlaka din adamlarını bulmuşlardır. Amasya’da Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendi ile Müftü Tevfik Efendi’nin yardımları bu konuda kayda değerdir. Türk Ulusu'nun ilk başkaldırı beyannamesi olan ünlü Amasya Tamimi’nin hazırlanıp yayınlanmasında Abdurrahman Kâmil Efendi ile Tevfik Efendi’nin özellikle manevi destekleri herhâlde büyüktür. Erzurum Kongresi sırasında ise bu kez Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Hoca Raif Efendi vardır.
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya geldikten sonra onun ve arkadaşlarının en büyük yardımcısı Ankara Müftüsü Börekçizâde Rıfat Efendi’dir. Rıfat Efendi, sadece manevi destek vermekle kalmamış, toplamış olduğu maddi yardımlarla çok büyük maddi desteklerde de bulunmuştur. Anı kitaplarında; Ankara’daki İstasyon binasında yarı aç yarı tok günler geçiren Mustafa Kemal ve yardımcıları ile Müftü Rıfat Efendi arasında geçen diyaloglara ilişkin pek çok bilgi vardır.
Bunlara ilave olarak; Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi ile Afyon Müftüsü Şükrü Efendi’nin Millî Mücadele’ye katkıları emsalsizdir. Zira adı geçen din adamları, kentlerinde Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerinin başkanları olmalarının yanı sıra aynı zamanda milislerden kurulu alayların başında bizzat savaşa katılmışlardır. Ahmet Hulusi Efendi’nin komuta ettiği alayın ismi “Demiralay”, Şükrü Efendi’nin kumandanı olduğu alayın adı ise “Çelikalay”dır.
Bunun içindir ki Mustafa Kemal Paşa, din adamlarına hep yakın durmuş, onlardan sürekli istifade etmiş ve onların telkin ve tavsiyelerine hep kulak vermiştir. TBMM’nin bir Cuma namazı sonrası dua ve niyazlarla açılması ve ilk meclisin üyeleri arasında din adamlarının önemli bir yekûn tutması, bu bakımdan önemlidir. Bu insanlardan bir kısmı, herhâlde CHP’nin kuruluşunda da görev almışlardır.
Kimileri, Mustafa Kemal Paşa’nın ve elbette CHP’nin, dine ve din adamlarına yakınlığını, Milli Mücadele’nin zorunlu kıldığı sebeplerle açıklamaktadırlar. Yani onlara göre; Mustafa Kemal Paşa ve CHP, Millî Mücadele’yi takip eden zorlu yıllarda mecburen dine ve din adamlarına yakın durdular. Oysa hayır! Gerçek bunun tam tersidir. “CHP’nin dine ve din adamlarına yakın durması zorunluluklar sebebiyledir” iddiası, en azından Atatürk dönemi için kesinlikle yanlıştır. Zira Türkiye’deki ilk büyük Tefsir, Hadis ve Kur’an Meali çalışmalarını, hem de genel bütçeden tahsisatlar çıkartarak başlatan kişi, bizzat Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarıdır. Bugün elimizde bulunan ve kısaca “Elmalı Tefsiri” olarak bilinen “Hak Dini Kur’an Dili” isimli Kur’an Tefsiri ile “Sahih-i Buhari” isimli hadis derlemesi, Mustafa Kemal Paşa’nın, Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Börekçizâde Rıfat Efendi ile yapmış olduğu teşrikimesainin ürünüdürler.
Mustafa Kemal Paşa, Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesini de istemiş ve bu işi, Türk Dili’nin büyük söz ustası Mehmet Akif Ersoy’a vermiştir. Mehmet Akif Ersoy, her nedense yapmış olduğu tercümeyi bir türlü teslim etmemiş ve rivayete göre imha edilmesini vasiyet etmiştir. Bu tercümenin akıbetini merak edenler, gitsinler, bugün İKÖ Genel Sekreteri olarak görev yapmakta olan ve AKP’nin övünç vesilesi yaptığı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’na sorsunlar. Çünkü Mehmet Akif’in Kur’an tercümesini yakmak suretiyle imha edenlerin içinde o da vardır. Irak ve Libya işgal edilirken kılını bile kıpırdatmayan ve hiçbir işlevselliği olmayan İKÖ’nün genel sekreteri olmakla övünenlerin, başkalarını tenkit ederken biraz da dönüp kendilerine bakmalarında yarar vardır.
Bugün ülkemizde on binlerce cami, binlerce Kur’an Kursu, İmam-Hatip Lisesi, onlarca öğrenci yurdu bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu ise son çeyrek yüzyılda, bilemediniz son 30-40 yılda yapılmıştır. Bu tür yapıların inşa ve onarımları konusunda başvurulan kaynaklardan birisi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uhdesinde bulunan Hac ve Umre gelirleridir. Sıkı durun, işte bu gelirlerin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakılması da CHP sayesindedir. Zira bu gelirler, 1970’li yılların sonunda Dr. Lütfi Doğan’ın CHP’den Devlet Bakanı olduğu sırada Diyanet’e tahsis edilmiştir. Günümüzde hac ve umre hizmeti verme adı altında bazı tarikat ve cemaatlerce kurulan şirketlerce büsbütün ele geçirilmeye çalışılan bu kaynağın, din hizmetlerine yapmış olduğu katkı yadsınamaz ve bu önemli kaynak, 1970’li yılların sonunda CHP yönetimi tarafından din hizmetinin emrine verilmiştir.
Dolayısıyla ben, yeni CHP’deki gelişmeleri kendileri adına hayırlı, milletimiz adına ümit var buluyorum. CHP’deki yeni pırıltılar, bu partinin, kuruluş yıllarındaki misyonuna ve vizyonuna dönüş işaretleri vermektedir. Umarım bu konuda yanılmıyorumdur.
Ömer Sağlam
_______________
1-Milliyet, “Sürpriz mesaj” başlıklı haber, s, 18, 24.03.2011,
2-Aynı haber.