Bugün 27 Mayıs 2020...
Tam 60 yıl önce gerçekleşen askerî darbenin, "27 Mayıs İhtilali"nin yıl dönümü... O günleri görmemiş, yaşamamış olanlarla ihtilalle birlikte Demokrat Parti'nin kendilerine sağladığı rantlara veda eden kesimin çocukları sağda solda o dönemi anlatıp duruyorlar. Yalanlarla, yanlışlarla...
O günleri bir de tanıklardan, örneğin benden dinleyin.
Bir gazete sayfasında tabii ki her şeyi tümüyle anlatmanın imkânı yok. Bu nedenle nasıl bir dönem yaşadığımızı yazacağım. Tabii ki, önemli olayların bile ancak binde belki de on bin de birini...
Bu makalede asla yalan olmayacak. Gerçekler saklanmayacak. Yıllardır olayları tahrif ede ede gerçekleri neredeyse ulaşılamayacak hâle getirenlerin seviyesine düşülmeyecek. Bunun için de sık sık farklı yazılarla aynı şeyi yazar durumuna düşmemek amacıyla 27 Mayıs 2010 günü yazdığım makaleyi kullanacağım. Bu makalenin bitiminde de belki bir iki linkle konuyla ilintili başka yazıların
da adreslerini vermeyi düşünüyorum. Hele bir başlayayım da...
Bu makalede asla yalan olmayacak. Gerçekler saklanmayacak. Yıllardır olayları tahrif ede ede gerçekleri neredeyse ulaşılamayacak hâle getirenlerin seviyesine düşülmeyecek. Bunun için de sık sık farklı yazılarla aynı şeyi yazar durumuna düşmemek amacıyla 27 Mayıs 2010 günü yazdığım makaleyi kullanacağım. Bu makalenin bitiminde de belki bir iki linkle konuyla ilintili başka yazıların
da adreslerini vermeyi düşünüyorum. Hele bir başlayayım da...
İşte o yazı, 27 Mayıs 2010'da Demokrasinin Sahte Kahramanları...
Noktasına virgülüne dokunmadan... Buyurun!..
* * * * *
Bugün 27 Mayıs 2010...
Bir dönem devrim olarak adlandırılan, adı bayramla özdeşleştirilen olayın 50. yıl dönümü... Olay
o kadar çok kişi tarafından orasından burasından çekiştirilip durdu ki, yaşananları bilen de bilmeyen de 27 Mayıs sözünden korkar, tiksinir oldu. Korkunun ecele faydası yokmuş derler ya, bizim kuşak bir kez daha öğrendi bunu... AKP sayesinde zaman tünelinden geçip o günleri yaşar olduk.
o kadar çok kişi tarafından orasından burasından çekiştirilip durdu ki, yaşananları bilen de bilmeyen de 27 Mayıs sözünden korkar, tiksinir oldu. Korkunun ecele faydası yokmuş derler ya, bizim kuşak bir kez daha öğrendi bunu... AKP sayesinde zaman tünelinden geçip o günleri yaşar olduk.
KENDİM ETTİM
Artık inandım: Türk insanına insanca yaşamak haram.
Kendimiz ediyor, kendimiz buluyoruz belamızı.
Ne güzel şöylemiş ozan.
Derinden bir "Eyvah!" çekmiş önce, ardından dökmüş kahrını ortaya...
"Kendim ettim kendim buldum. Gül gibi sararıp soldum."
Sonra yine eklemiş: "Eyvah eyvah eyvah!"
Bugün, yani 27 Mayıs 2010'da da aklı eren herkes basıyor feryadı:
"Eyvah!"
27 Mayıs 1960'ın öncesiyle 2010 yılının olayları arasında birtakım farklılıklar varmış gibi görünse de çok yakında Demokrat Parti iktidarını bile arayacağız. Gidişat bu...
O günler hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.
Yaşadığım gibi yazacağım. Şahit olduğum gibi... Kısa, çok yalın, çok öz...
Arzum, kendileri ikbal peşinde koşup çıkarlar elde ederken, halkı yanılgılara iten sahte demokratların söylemlerine kapılmamanızdır. Siz bakmayın bugünün sığ su kahramanlarına... Onların "darbe, darbeci, demokrasi, askerî vesayet, daha fazla özgürlük, Türkiye şöyle müthiş, Türkiye böyle büyük" söylemleri içi kurtlar tarafından boşaltılmış fındık kabuğudur. Bugün o palavracıların çoğu ya bir toplantıda ya bir televizyonda ya da bir gazetede karşımıza çıkıp "Cakka da cuk cak!" yapacaklar. Ne yazıktır ki yiyen de havudunla yiyecek onların yalanlarını. Keyif sizin ama ben yine de yurttaşlık görevimi yapıp uyarayım sizleri... Kanmayın onlara!..
Bu insanlar, demokrasi şövalyesi pozlarında ortalıkta salınıp duran iğrenç nemacılardan başka hiçbir şey değil. Üstelik kullanım süreleri dolar dolmaz hepsi arkasına okkalı bir tekme yiyecektir. Racon budur çünkü...
Lütfen bu sözlerimi bir yere yazın. Yazın, çünkü zaman haklılığımın ispatı olacaktır.
DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI TÜRKİYE'YE NASIL BİR DÖNEM YAŞATTI
27 Mayıs öncesi berbat bir dönemdi. Ekonomik sıkıntılar büyüktü. Yaşadım biliyorum. Biliyorum dedim, çünkü çocuk yaşımda bile evin gıda alışverişini ben yapardım.
1956’dan itibaren bu tip konuları daha fazla anlar olmuştum. Yağ yoktu, peynir yoktu, pirinç yoktu, gaz yoktu, şeker yoktu, kibrit yoktu, toplu iğne yoktu… Yumurta bile… Anlayacağınız o yoktu, bu yoktu, şu yoktu, yok demek de yoktu. Yok demek bile yoktu ama “İkinci Dünya Savaşı” koşullarında ülkemizi düzlüğe taşıyabilmek için çıkartılan “Millî Korunma Kanunu”nu barış döneminde olmamıza rağmen, işine geldiği gibi uygulayan faşist bir hükûmet vardı.
Gıda konusu tek farkla aynen bugünkü gibiydi. O fark nedir derseniz, nereye kadar sürecek bilinmez ama gıda açıklarımız bugün, hazine tamtakır hâle gelinceye dek ithalatla kapandı. O günlerdeyse hazinenin tamtakır hâle gelme aşaması çoktan tamamlanmıştı.
Demokrat Parti’nin son dönemlerinde et sıkıntısı da vardı. Bu sıkıntı, ABD’nin “II. Dünya Savaşı”nda askerleri için depoladığı etlerle aşılıyordu. Marshall Yardımı adı altında öğlen teneffüsünde okullarda süt tozundan yapılmış sütlerle teneke kutu içinde sarı Amerikan peynirleriyle bezenmiş masalar hazırlanırdı. Armatör çocuklarının bile yüzsüzce baş köşeyi kapmaya çalıştığı o masaların yanına iki nedenle hiç sokulmadım. Biri ihtiyaç sahibi arkadaşlarımızın rızkına engel olmamak, ikincisi bu yardımla ülke olarak düşürüldüğümüz durumun bilincinde olmak. Çünkü gerek ailem gerek daha önceki öğretmenlerimin verdiği bilgiler gerek Kurtuluş Savaşımız ve Atatürk’le ilgili anlatılanlar gerekse de okuduğum menkıbe kitapları bende o bilinci oluşturmuştu.
Hepsinden önemlisi, özgürlük de yoktu. Sokaklarda yanlış bir tanımlama da olsa halk ağzıyla "Taharrat Kâtibi" yakıştırması yapılan kişiler dolaşırdı. Sağla solla biraz fazla ilgilenen dostlara "Ne o, taharrat kâtibi mi oldun?" şeklinde şakalar yapılırdı. Boş sayfalarla çıkan gazetelerin, hapislerde sürünen mert yazarların yanında; yandaş mı desek dalkavuk mu desek çıkar peşinde koşan aşağılık parazitler mi desek, işte o türlerden koca bir pislik grubu da vardı. Bugün bazı kesimlerin yere göğe sığdıramadığı komünistlik dâhil çeşitli akımları deneyen kötü şair rahmetli Kısakürek de bu parazitler arasındaydı. O dönemde başvekil olarak telaffuz edilen başbakandan himmet dilenen mektupları anlatılır, "Yine viski parası bitmiş!" diye dalga geçilirdi.
Başbakanla Cumhurbaşkanı, hemen her gün ya bir açılış yapıyor ya da bir fabrikanın temel atma töreninde boy gösteriyorlardı. Konuştukça konuşuyor, mikrofon gördüklerinde de coştukça coşuyorlardı. Allah'ın kimseye vermediği yetkiyi şeytandan almış olacaklar ki, insanları dindarlar ve CHP'liler olarak ayrıştırıyor, birbirlerine karşı kışkırtıyorlardı. Son günlerinde işi bayağı azıtmışlardı. Basınla muhalefeti takip ve taciz için "TBMM Tahkikat Komisyonu" adıyla bir kurul kurmuşlardı. Bu komisyon o dönemde ilk gençliklerini yaşayan bizlerin bile ağzındaydı.
Ülkede müthiş bir jurnalci hareketi vardı. Muhaliflerle başarıları kıskançlık yaratan memurlar sürekli olarak ispiyonlanıyor, bulundukları yerden zorluk derecesi yüksek yerlere tayin ediliyor, eşyalarını açıp tam yerleşecekleri sırada yeniden bir başka yere tayin ediliyorlardı. O zamanlar her memur, "Şark Hizmeti" denen görev için memuriyet hayatları boyunca bir kez mutlaka doğu bölgelerinde görevlendirilirlerdi. Yukarıda örneklediğim memurlaraysa döndüre döndüre defalarca "Şark Hizmeti" yaptırılırdı.
Kaybolan insanlar vardı. Bunlar hakkında da net bir şekilde doğrulanmayan korkunç dedikodular anlatılırdı. Kaybolanlar et kombinalarında parçalatılmıştı. Harbiyelilerin cezalandırılacağı yolunda dedikodular dolaşıyordu. Menderes'in "Kara Cüppeliler" dediği bilim insanları ve üniversite gençliği ayaklanmıştı. Tutuklanmalar artmış, iktidarın polis gücü göstericilere karşı o güne dek görülmemiş bir şiddetle müdahale eder olmuşlardı.
Her akşam radyoda, uzun dakikalar boyu, o gün Vatan Cephesi'ne kaydolan insanların, bazılarına göreyse onların kedilerinin bile adları okunuyordu. İster inanın ister inanmayın; ben bile bir "Pamuk ve bir Samur"un üyeliğini dinleme şerefine nail olmuştum. Olay, fısıltı gazetesinin mizah sayfalarına düşünce, listeler düzeldi. Bu kez de üye sayısının Türkiye'nin nüfusunu aştığı yolunda fısıltılar başladı.
Buraya kadar söylediklerim, konuya ısınmak içindi. Kötülüğün boyutu bu kadarla bitmiyordu tabii... Onları gelecek yazıya saklayıp anlatmak istediğim konuya dönüyorum.
İKBAL KÖPEKLERİ ve ÇARPIK KAFALARIN ÇARPILARI
Demokrat Parti'nin de "ikbal köpekleri" vardı.
Tutuklananlar, falakadan geçenler, tabutluk'ta kaybolanlar, iki günde bir müteferrika'nın ziyaretçisi olanlar, intihar ettiği söylenenler; bu köpeklerin ağına düşenlerdi.
Köpeklerin bir de mükemmel çalışan mahalle ve semt örgütleri vardı.
Bazı gizli eller, geceleri sessizce gelip insanların kapılarına, kırmızı yağlı boyayla birer çarpı çekerdi.
O işaret nedir diye aklımıza getirmeden safça sürdürürdük hayatlarımızı. Hem de o kırmızı çarpıyla karşılıklı bakışırken...
Yerinde duramayan bazı çocuklar vardır ya! Hani adlarının önüne "Haylaz, yaramaz" sözcükleri konmadan seslenilmeyen cinsten. İşte, muzırlık etmeden duramayan o tür arkadaşlarımız, bu çarpıları kazıyarak mutlu olurlar ama o gece hemen yenisi yapıldığı için, ertesi gün daha kalınını kazımak zorunda kalırlardı.
Sonunda pes eden gizli eller değil de bizim haylazlar olurdu hep.
Bir gün hiç tanımadığımız birinin yanımıza gelip "Bir daha bu işaretlerle oynarsanız kendinizi karakolda bulursunuz." dediğini unutmadım hâlâ...
Çarpıyı her kapıda göremezdiniz. Kiminde vardı kiminde yok.
Çarpılanmış ev, iki üç katlıysa dış kapı zillerinin yanında da küçük bir çarpı olurdu.
O çarpıların neden konduğunu da bilmezdi kimse.
Sonunda öğrendik.
İlginçtir, öğrenmek de bana nasip oldu.
VATAN CEPHESİ
Üç kişinin bir araya gelmesi yasaktı, hatta "Polis ateş edecektir!" diye bildiri bile dağıtılmıştı ama ilk gençlik ateşi vardı içimizde... Belki de hâlâ çocuktuk. Okula giderken genelde birkaç arkadaş bir araya gelir, yolları sohbet ederek tüketirdik. Her gün de önünde, "Demokrat Parti Ocağı" ve "Vatan Cephesi" levhalarının asılı olduğu çay ocağı görünümlü bir yere uğrardık. Çünkü arkadaşlarımızdan Erol'un babası işletirdi orayı, Erol'da her gün, babasına, annesinin verdiği öğlen yemeğini götürürdü.
Tüm aile iyi insanlardı. Babası beni her gördüğünde, "Babana söyle: Vatan Cephesi'ne mutlaka üye olsun." derdi. O söz uyarı değil üye sayısının arttırılması için yapılmış bir teklif gibi algılanırdı evde. Bir süre sonra, babamın aldırmadığını görünce, söylenenlerin yalnız selam kısmını iletmeye başladım ben de...
Adamcağız sonunda oğlu aracılığıyla söyletti işin aslını. Sıkı sıkıya tembihlenmiş Erol, önce, onlarca yemin aldıktan sonra anlattı gerçeği. Babasından söz etmeyecekmişiz. Etmedik de...
İşin aslı şuymuş: Vatan Cephecilerinin ilk hareketinde, evine çarpı konanların defteri dürülecekmiş. Sonra aile dostu bir partili de onayladı bunu. Hatta onaylarken, "6-7 Eylül gibi" demiş.
Derken bir akşam, "Vatan Cephesi"ne katılanlar okunurken, adlarımızı duyduk radyoda...
Tüm aile, hatta daha üç yaşına basmamış kardeşim bile "Vatan Cephesi"ndeydi artık.
Çarpıya gelince...
Hemen o gece silinmişti kapıdan.
VATAN MİLLET SAKARYA
Tüm bunları yapanlar, kendilerini Müslüman, muhalifleriniyse dinsiz ilan eden; din, iman, Kur'an, vatan, millet, kâfirler, komünistler sözlerini dillerinden düşürmeyenlerin partisi olan "Demokrat Parti"ydi.
Adamlar yıllardır iktidarda oldukları hâlde sanki hiç iktidar olmamışlar, sürekli mağduriyet yaşamışlar gibi her seçim döneminde tüm Türkiye'yi "Yeter Söz Milletindir!" afişleriyle donatırlardı. Yeten ne, millete hangi söz hakkını verdin de bunları afişlere yazıyorsun. Trajikomik bir rezillik... Kendisinin sağ tandanslı olduğunu iddia eden her parti nedense daima bu pespaye taktiği uygular. Ben o partilerden birinin üyesi olsaydım, kendimi ve mensup olduğum partiyi küçültüp zavallı duruma düşüren ve acziyet anlatan bu tip oluşumlara karşı çıkardım.
O DARBECİ BU DARBECİ HADİ ORDAN BE HAYBECİ
Siz; Demokrat Parti, demokrasi, insan hakları, darbe, darbeciler, özgürlük, vesayet lafları edenleri bir başka gözle izleyin bugün. Onlar;
- Ya ikbal peşinde koşan zavallılar
- Ya Nazlı Ilıcak gibi, babası Demokrat Parti milletvekili olduğundan o dönemde servetlerini kaybetme korkusu yaşayanlar
- Ya bazı tarikat müridleri
- Ya Said-i Nursî'nin mezarı gizlendiği için askere diş bileyenler
- Ya Mehmet Metiner gibi çok rahat yalan söyleyebilenler
- Ya Çetin Altan gibi, ihtilal günlerinde askerlere övgü üstüne övgüler yağdırıp bugün ekseni kayanlar
- Ya Çetin Altan'ın oğulları ve o oğullarla senkronize hareket edenler
- Ya daha o zamanlar dünyada olmadıkları için bugünkü ideolojileri doğrultusunda üç beş şey okuyup ahkâm kesen, düşünceleri prangalı tipler
- Ya da hiçbir şey bilmediği hâlde sağdan soldan bir şeyler kapıp özgürlük havarisi figürleri saçanlardır.
Haybeciler!.. Ona darbeci buna darbeci diye saldırıp saman altından darbeli dolaplar çevirmeyin.
"De gedin len!.. De gedin!.. Düşün güzel ülkemin yakasından!
İDAM CEZALARI
O günleri özetleyen en önemli soruya gelirsek:
İhtilal sonucunda o insanların asılması doğru muydu?
Asla! Rezil bir karardı.
Hem de 27 Mayıs'ın tüm yararlarına gölge düşürecek kadar rezil bir karar!..
YA SONRA
"Demokrat Parti"li yıllardan sonra bir süre, mutlu bir özgürlük dönemi yaşandı. Çünkü 27 Mayıs'ı bir devrime dönüştüren bugüne dek gördüğümüz en özgürlükçü anayasa ve bir anlamda milletvekillerinden oluşan Meclis'i denetleyen Senato, işçi hakları, grev ve lokavt yasaları hep 27 Mayıs'ın ürünüydü... Bu hâl, rahmetli Demirel'in ortaya çıkışına dek sürdü. O ve diğer uydu partiler, ülkemize Demokrat Parti döneminden de beter zarar verdiler. Demirel'in 1960'lı yıllarda başlayan siyaset serüvenini bilenler ne demek istediğimi iyi anlar. Başkanlarının bile Türk olmadığı milliyetçi mukallidlerini hatırlayanlar da...
"Komünizmle Mücadele Dernekleri"ni, "Kanlı Pazar"ları, kanlı "1 Mayıs"ları; tek merkezden silahlandırılıp akıncı, mücahit, devrimci, ülkücü, sağcı, solcu, komünist, sosyalist gibi adlarla tanımlanıp birbirlerine düşürülen, birbirlerinin üzerine salınan gençleri; Vatan Cephesi deneyiminden yola çıkılarak oluşturulan Milliyetçi Cephe Hükûmetlerini, alevi, sünni diye böldürülen kitleleri, alevi oldukları için katliama uğratılan insanları, işleri düzelteceğim diye sahneye çıkan askerî konseylerin beceriksizliklerini, Anavatan Partisi'nin ikinci dönemini, Kemal Derviş'in rüzgârına kapılıp hem kendilerini hem de ülkemizi yanlış yerlere sürükleyenleri ve AKP'nin Cumhuriyet Türkiyesi'ni padişahlığa doğru taşımasını boş göz ve boş kafayla izleyenlere tarihsel bir uyarım olsun bu sözler.
İnsan aklının hastalığı, unutmakmış.
Bilenler unutunca da bilmeyenler bilmiş gibi konuşurmuş!
* * * * *
Makalenin tamamı bu kadar.
Başka söz eklemeye gerek kalmamıştır sanırım.
Başka söz eklemeye gerek kalmamıştır sanırım.
BİRKAÇ MİNİK HATIRLATMA
Konuyu birkaç küçük notla kapatmak isterim.
Demokrat Parti de aynen bugünkü iktidar gibi çok şeyi halka rağmen halktan gizli yapmıştır. O günün şartlarında çok değerli olan Türk savaş sanayini bitirmek, Kore'ye* asker göndermek, Fransa'nın Cezayir halkına karşı yaptığı soykırımda "Ermenilerin Türklere soykırım yapmasında" da çok büyük pay sahibi olan "Soykırımcı Fransa"nın yanında durmak gibi... Aslında anlatabileceğim öylesine çok şey var ki!..
Demokrat Parti de aynen bugünkü iktidar gibi çok şeyi halka rağmen halktan gizli yapmıştır. O günün şartlarında çok değerli olan Türk savaş sanayini bitirmek, Kore'ye* asker göndermek, Fransa'nın Cezayir halkına karşı yaptığı soykırımda "Ermenilerin Türklere soykırım yapmasında" da çok büyük pay sahibi olan "Soykırımcı Fransa"nın yanında durmak gibi... Aslında anlatabileceğim öylesine çok şey var ki!..
İç savaş benzeri hareketleri durduran 1980 askerî darbesi kısa zamanda; sağcı, Amerikancı ve dinci gruplara yarar hâle gelmiştir. Tarikatlar korunup kollanmış, faaliyet alanlarının genişlemesine göz yumulmuş, Atatürk adına Atatürk'ün adı silinmeye çalışılmış, hurafelerle dolu uyduruk bir dinin gerçek İslam olduğu yolunda toplum şekillendirilmiştir. Tüm bunların da şahidiyim, 27 Mayıs'a ve ülkeyi 27 Mayıs'a getiren olaylara şahit olduğum gibi...
Darbecilerin ilk uygulamalarından biri** 1963 yılından itibaren kutlanmaya başlanan "27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı"nı kaldırmak, 23 Nisan uygulamalarını ilk ve ana okulu düzeyine indirerek tatil listesinden çıkarmak ve Türkiye'nin en büyük ulusal bayramı olan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını 2,5 günden 1,5 güne indirmek olmuştur.".
Bugün, iktidarın borazancısı rolüne soyunup "darbe darbe" diye höykürenlere aldırmayın. Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı bazı tarikatlarla sıkı ilişki içinde olan bugünkü iktidarın "görünmeyen temelleri" o günlerin eseridir. Tüm höykürmeler bunu korumak için...
Günay Tulun 27.5.2020