Bugün 1 Mayıs!
İçinden çıktığım işçi sınıfının bayramını en içten duygularla kutlamak isterim.
Tek Kişilik AKalPe Hükûmeti’nin yeni bir oyunu nedeniyle işçiler kendilerine ayrılan bayramı, yılda bir kez gelen bugünü, yine kutlayamayacaklar.
Bu seferki bahaneyse COVID-19…
1 Mayıs’ta, 1 Mayıs’a konu olan taraflarla ilgili, aslında bilinen ama nedense pek dile getirilmeyen birkaç basit konuyu konuşmak istiyorum. Sıkılmazsanız buyrun, siz de katılın sohbete!..
İŞÇİ
İş kanununa göre, “bir işte hizmet akdine bağlı olarak ücret karşılığı çalışan kişi” işçidir. Durumu tam olarak anlatan tanımlamaysa Türk Dil Kurumu’nun sözlüklerindedir. Ona göre işçi; “başkasının yararına bedenini, kafa gücünü veya el becerisini kullanarak ücretle çalışan” kimsedir. Yani eskinin
tabiriyle amele… Günümüz literatüründe ameleyle işçiyi ayıran sınır, birinin gündelikle diğerininse aylık maaşla çalışması… Yani birisi kazancını gün sonunda alır, diğeriyse ayı tamamladıktan sonra…
“İster mavi yakalı ister beyaz yakalı; ister yüksek mühendis ister alçak mühendis; ister çöpçü ol istersen genel müdür” başkasının işinde çalışıyorsan işçisin. Aynen ülkemizi yöneten ama işçi düşmanlığıyla ünlenmiş adam ve onun avanesinin olduğu gibi… Hatta şu anda bile hepsi işçi… Afraları tafraları sizleri aldatmasın, milletin yani bizim verdiğimiz işte çalışıyorlar. Gerçi “başkasının yararına bedenini, kafa gücünü veya el becerisini kullanarak ücretle çalışan kimse” tanımlamasına aykırı hareket ediyor ve millet yararına pek bir şey yapmıyorlar ama bunun tüm kabahati biz işverenlere ait... Çünkü o işçileri vasıfsız, kalitesiz kişiler arasından seçmişiz. Ne bekliyorduk ki?
EMEKÇİ İŞÇİ
İşçiler, bu sözcüğü gönüllerini okşar nitelikte bulmadıkları için, genelde “emekçi” sözünü tercih ediyorlar. Bence emekçi çok geniş bir kavram. “Geçimini yaptığı işlerle sağlayan kimseye emekçi deniyor”sa patronun da işiyle ilgili emek sarf ettiğini de unutmamak gerek. Emekçi olmanın tanımını biliyorum ama bu tanımı işçiler açısından yanlış buluyor ve kavramları kirletmeden kullanmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Çalıştığın şirkette yönetim kurulu başkanı ya da CEO ol, durum değişmez. İşçisin!.. Yaşam boyu işçilik yapmış biri olarak bu sözcük beni hiç rahatsız etmiyor. Yöneticilik, genel müdürlük, yönetim kurulu başkanlığı ve CEO denen o içi boş unvanların hepsini taşıdım ama hep işçiydim.
Gerisi fasa fiso…
Hadi gelin, hep birlikte özetleyelim:
İşçiler, bu sözcüğü gönüllerini okşar nitelikte bulmadıkları için, genelde “emekçi” sözünü tercih ediyorlar. Bence emekçi çok geniş bir kavram. “Geçimini yaptığı işlerle sağlayan kimseye emekçi deniyor”sa patronun da işiyle ilgili emek sarf ettiğini de unutmamak gerek. Emekçi olmanın tanımını biliyorum ama bu tanımı işçiler açısından yanlış buluyor ve kavramları kirletmeden kullanmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Çalıştığın şirkette yönetim kurulu başkanı ya da CEO ol, durum değişmez. İşçisin!.. Yaşam boyu işçilik yapmış biri olarak bu sözcük beni hiç rahatsız etmiyor. Yöneticilik, genel müdürlük, yönetim kurulu başkanlığı ve CEO denen o içi boş unvanların hepsini taşıdım ama hep işçiydim.
Gerisi fasa fiso…
Hadi gelin, hep birlikte özetleyelim:
Adı ister çalışan ister emekçi isterse Fransızcasına âşıkların söylemiyle proleter olsun, işçi işçidir.
MEMUR İŞÇİSİ
Bize özgü bir yanlış daha var. Büro işçilerinin memur olduğunu sanmak… Memur yalnızca devlette olur. Orada bile çalışanların tamamı memur değildir. Tarife göre, “devlet hizmetlerinde aylığa bağlı olarak çalışan kimse memur”dur. Tanımı neredeyse tüm çalışanların bildiği en basit şekilde açıklayayım. 16 mayıs 2006 öncesinin uygulamalarına göre “SSK’ye bağlı olarak çalışanlar işçi, “TC. Emekli Sandığı”na tabi olarak çalışanlarsa memur”dur. Şunu net olarak ortaya koymak gerek, memur da işçiden başka bir şey değildir. Bir de sözleşmeliler var. Hükûmetin her fırsatta tokatladığı bu kesim de işçidir. Uyarıyorum, ballı danışmanları tokatlanan sözleşmelilerden saymayın.
MEMUR İŞÇİSİ
Bize özgü bir yanlış daha var. Büro işçilerinin memur olduğunu sanmak… Memur yalnızca devlette olur. Orada bile çalışanların tamamı memur değildir. Tarife göre, “devlet hizmetlerinde aylığa bağlı olarak çalışan kimse memur”dur. Tanımı neredeyse tüm çalışanların bildiği en basit şekilde açıklayayım. 16 mayıs 2006 öncesinin uygulamalarına göre “SSK’ye bağlı olarak çalışanlar işçi, “TC. Emekli Sandığı”na tabi olarak çalışanlarsa memur”dur. Şunu net olarak ortaya koymak gerek, memur da işçiden başka bir şey değildir. Bir de sözleşmeliler var. Hükûmetin her fırsatta tokatladığı bu kesim de işçidir. Uyarıyorum, ballı danışmanları tokatlanan sözleşmelilerden saymayın.
Bana en garip gelense polis işçilerin, hak arayan işçilerle memur işçileri dövüp gözaltına almasıdır.
HADİ GELİN BİRLİKTE DOKUNALIM ŞU PATRONLUĞA
Kendi iş yerinde işçi çalıştıranlar, iş sahibi olarak da işveren olarak da tanımlansa patrondur. TDK sözlüğü patronu “bir ticaret veya sanayi kurumunun sahibi, başı, işvereni” olarak tanımlar. Aynı sözlük mecazi anlamını da verir. Buna göre patron “sözü geçen paralı kimse”dir.
Patronların % 99,99999999’u, kendisi olmazsa işçilerin hiçbir şey beceremeyeceğini düşünür. Ona göre yapılan tüm çalışmalar hava civadan, işçilerin mevcudiyetiyse servet düşmanlığından başka bir şey değildir. Kafaca kurumsallığa inandığı masalını anlatır ama o kafada, kurumsallığın işini ele geçirmeye çalışanlarca uydurulduğu, işçilerinse servetine göz diken eşkıyalar olduğu fikri sabitlenmiştir. O zaman neden işverencilik oynarsınız be garipler? Yalnız çalışsanıza!..
Patronlar, ne yaparsan yap, hiç tatmin olmaz. Oysa o, geçmişte şunu şöyle, bunu böyle yapmış müthiş işler başarmıştır. O süperdir, muhteşemdir, kraldır, imparatordur. Hele çevresinde birkaç işe yaramaz dalkavuk varsa onların şakşaklarıyla tanrısal güçleri olduğuna bile inanır. Bu zavallı düşüncelerden kurtulması için ya kafasına bir şey düşmesi ya işlerinin bozulması ve yaşamın gerçekleriyle yüzleşmesi ya da işçilerinin çekip gitmesi gerekir. Ancak o zaman, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var!” sözlerinin ne anlama geldiğini fark eder.
Patronlar, ne yaparsan yap, hiç tatmin olmaz. Oysa o, geçmişte şunu şöyle, bunu böyle yapmış müthiş işler başarmıştır. O süperdir, muhteşemdir, kraldır, imparatordur. Hele çevresinde birkaç işe yaramaz dalkavuk varsa onların şakşaklarıyla tanrısal güçleri olduğuna bile inanır. Bu zavallı düşüncelerden kurtulması için ya kafasına bir şey düşmesi ya işlerinin bozulması ve yaşamın gerçekleriyle yüzleşmesi ya da işçilerinin çekip gitmesi gerekir. Ancak o zaman, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var!” sözlerinin ne anlama geldiğini fark eder.
Tabii ki günün şartları işçilerin çekip gitmesine engeldir. Biri gitse ondan boşalan yer işsizlikten bunalmış taliplilerin istilasına uğrar. O zavallı patron da sonsuz yaşama adım atıncaya dek, tanrıcılık oynamayı ve cehennemi için odun biriktirmeyi sürdürür. Hem de ne topladığının farkına varmadan...
Patronların birçoğunun beyninde düzeysiz sözel virüsler yaşar:
"Benim yanımda çalıştı. Size ekmeğinizi ben veriyorum. Sizi ben besliyorum. Çoluk çocuğunuzun gırtlağından benim param geçiyor. Ben olmasam ne yapacaktınız?"
Gidin işinize be! İşçi çalışıyor, çabası genelde haksız kesintilerle çalınıyor, eline kalan parayla da ailesini geçindirme ve yaşam savaşı veriyor.
Bu tür zihniyet sahipleri asla ve asla işveren yapılmamalı...
Oh, ne âlâ dünya... Cebine üç beş kuruş para koyan herkes ya faiz peşinde koşuyor ya da patronculuk oynuyor. Bunların önce gerçek sicil kaydını araştırmalı. Servetlerini nasıl elde ettikleri irdelenmeli. İnsani ilişkileri incelenmeli... Ardından akli durumlarını ciddi bir testten geçirmeli. Sonra da çok ütopik gelecek ama işveren olmaya niyetlenenleri kursa, kurs sonunda da sınava tabi tutmalı. İşverenliğe layık bulunanlar da belirli periyodlarda denetlenmeli. Yoldan çıkanlardan bu unvan geri alınmalı, işçi çalıştırmasına yasaklar getirilmeli. Biliyorum, bu isteğim oldukça tuhaf ama insanın haddini bilmesi gerek. Madem ki hayatın her anında sınava tabi tutuluyoruz, işverenler de tutulmalı... Özellikle insani ilişkiler açısından en kötü değerler onlarda... Sınava girmeyen tek zümre de onlar! Paradan başka hangi ayrıcaklı özellikleri var ki? Sanki hepsi hanedan mensubu…
Onlara şu öğütü versem?..
Onlara şu öğütü versem?..
Kızacaklarını bilirim de onun için vermem, vermeyeceğim de...
Hadi vereyim, belki yararı olur.
Yok yok, kızarlar!
Yok yok, kızarlar!
“Ululanma padişahım, senden büyük Allah var!”.
Hay aksi, klavyemden kaçtı (!).
Patrondan daha patron, hükûmet üyelerinden daha fazla iktidar yanlısı olan, ikbal ve nemalanma uğruna işçiyi sömüren uyduruk sendikalarımızı hatırlatmak istemediğimden, onlara ayrı bir bölüm açmadım. Bir zamanlar ilk temsilcilerinden olmakla onur duyduğum işçi dostu Disk dışındaki konfederasyonlara ve tabii ki onlara bağlı sendikalara bakışım, sarıdan da sarı hatta kara sarı oldukları yolunda... Aksini iddia edecek kim?..
SÖZÜN ÖZÜ
İşçi olmazsa patron hiçtir.
İşçi olmazsa patron olmaz, patron olmayınca da işçi!
Özellikle patronlar ve patronculuk oynayanlar bunu çok iyi anlamalı.
Günay Tulun 1.5.2020