Önce her şey bir toz bulutuydu…
Okuduklarımdan hatırladığım kadarıyla ilk demokrasi kavramı Antik Yunan’a dayanırmış. Günümüz arama motorlarına "özlü sözler" diye yazıp arattığımız ve günlük hayatta ruh kabuğumuza sokup ona göre şekil verdiğimiz hâllerimizle ona buna atar yaptığımız Eflatun’un, Aristoteles’in, Sokrates’in o herkesin diline pelesenk olan manalı sözleri, o zamanlar belki de demokratik nice hareketin eseri olarak dökülmüştü dillerinden… Bizim çok farklı anlamlara sokup günlük hayatta kullanmayı pek bir farklılık olarak gördüğümüz, whatsapp iletilerimize, Facebook durumlarımıza yazdığımız o sözleri yani…
Velhasılıkelam, özgürlük düşüncesiyle taaa Antik Yunan’dan bu zamana seneler geçti…
Mesela Magna Carta, yani "Hürriyetin büyük şartı" çıkmış ortaya evvel zaman içinde. Yıllar sonra Fransız İhtilali olmuş ve her şey yer değiştirivermiş birden. "Osmanlı Tarihi"ni sevenler iyi bilirler bu ihtilali. Yine o zamanlara tekabül eden ve ABD’de patlak veren eyalet ayaklanmaları, o küçük mutlu eyaletleri bir araya getirmiş ve bizim süper gücü, yani Amerika Birleşik Devletleri’ni oluşturmuşlar.
Bizde de Tanzimatla başlamış her şey. Sonra Kânûn-i Esâsî, 1. ve 2. Meşrutiyet derken, Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ile belki de demokrasi yolunda en büyük adımı atıvermişiz. Sonrası malumunuz. Girdiğimiz o yolda nice büyük zaferlere imza atmış, varlığını ispatlamış bir ülke olmuşuz. Detaylara girmeyeceğim. Atatürk’ten sonra süre gelen hareketlerden, başarılardan, başarısızlıklardan, doğru ve yanlışlardan bahsetmeyeceğim. Zaten neyin ne olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz?
Ülkemizde siyaset düşüncesi 16’sından gün almış ergen aşkı gibi sürprizlerle dolu. Fikri olanlarla, fikri olmayanlarla ya da benim gibi neye inanacağını, ne söyleyeceğini tam kestiremeyenlerle dolu. Herkes yazıp çiziyor, herkes bir şeye kızıyor ve bu şahsi ve değerli düşüncelerini dile getiriyorlar. Her kafadan bir ses çıkıyor. Gerçi demokrasinin de özü "çoklu" olması değil mi? Eh, öyle de işte, bu düşüncelere saygı duyup dinleyecek bir iktidar, sözüm ona demokratik bir ülke temsilcisine pek şahit olamıyorum ne yazık ki. İnsanların kendine özgü o hür düşünceleri, askıda tutunamayan palto gibi yere düşüyor ve bazı dikkatsiz ve bencil insanların ayaklarında eziliyor, tozlanıyorlar. Silkeleyip tekrar giyiyoruz üstümüze ama nafile. Bizim düşüncelerimiz ne yazık ki bu ülkeyi yönetenlerin zevkine ve çıkarlarına yakışmıyor, kendilerine bir beden büyük geliyor.
Vallahi çok düşünüyorum… Neden insanlar ölüyor, neden kavga ediyoruz diye… Kim için ölüyor insanlar, kimler tarafından yönetiliyoruz diye çok düşünüyorum. Kimin yanında, kimin karşısındayız? Neden Amerikacılık oynuyoruz? Anlayamıyorum, aslında çoğumuz da anlayamıyoruz. Acımasız ve bencil değiller mi sizce de? Neden bazı insanların kurguladıkları siyasi evcilikte rol alıyor, bilgisayar oyunlarını aratmayan o vahşi komplolara seyirci kalıyoruz? Neden göz yumuyoruz bu olanlara? Allah aşkına biri söylesin, biz kardeşçe yaşamayı ne zaman öğreneceğiz?
Sözü yine çok uzattım. Çok da derin bir siyasi bilgim yok ama istemesem de cevabını bir türlü bulamadığım sorular dönüp duruyor kafamda. Haberleri izlemeye gazeteleri okumaya korkar oldum. Geleceğim için endişeleniyorum? Siz de öyle hissediyor musunuz?
Kurulamayan bir hükûmet, mahalle çetelerini aratmayan bir meclis ortamı ve siyaseti kişisel çıkarlarına alet eden, insanlara taş muamelesi yapan bir iktidar… Güya tarafsız bir Cumhurbaşkanı, güya söz geçirmeye çalışan muhalefet adaylar, güya demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti… Biz çok dinledik bu vaatlerle süslenmiş masalları. Hayaller, hayatlar işte. Yorulsak da ümitleniyoruz bu ülkenin geleceği adına.
Bu Pazar, yani 1 Kasım günü neler olur bilmiyorum. Kaçıncı kez iyi temennilerde bulunduğumu da bilmiyorum. Pislikler örtülmesin, tertemiz bir sayfa açalım istiyorum. Kardeşçe, milletçe, tek yürek olarak. Çok mu Pollyannacılık oynuyorum yoksa? Bilemedim.
Sandığa gitmekten bir hâl olduk ama, hadi, son kez tabana kuvvet.
İyi düşünün, iyi olsun. Ve tabii ki iyi seçimler…
Merve Çiçek Vatan