AYŞE SUCU NASIL TATİLE ÇIKTI

Ayşe Sucu’nun Diyanet Vakfı yöneticileri tarafından görevden alındığını duyunca, ister istemez aynı adamların beni görevden almalarının hikâyesini hatırladım.
Okuyucularımdan bazılarının bildikleri gibi; ben, 1989 yılından başlayarak adı geçen vakıfta hep kritik görevlerde çalıştığım ve vakfın şirketlerinde yönetim kurulu başkanlığına kadar yükselen iki kişiden birisi olduğum hâlde, 2003 yılından başlayarak önce pasif göreve atanarak itibarsızlaştırıldım, arkasından tecrit edildim, daha sonra da görevden alındım.
Peki, sebep ne? 
Sebep, fikirlerimin ve dünya görüşümün bugün Diyanet’i yönetenlerle aynı olmamasıdır. Çünkü ben, milliyetçi çizgide düşünen, Atatürk ilke ve inkılaplarını
iliklerine kadar sindirmiş bir adamım. Bunu her platformda; gerek konuşmalarımda gerekse yazmış olduğum kitap ve makalelerde açıkça dile getiren bir adamım. Birçok dini meselede, hatta kadın hakları ve baş örtüsü meselesinde bile bugün Diyanet’te etkin ve baskın olan görüşle ters düştüm. Onları açıkça tenkit ettim. İşte benim bu tavrım, şimşekleri üzerime çekmeme ve Diyanet’teki işimi kaybetme sebep olmuştur. Muhtemelen Ayşe Sucu da fikirleri ve görüşleri sebebiyle görevden alınmıştır. Allah’tan Ayşe Sucu’nun geniş ve etkin çevresi var da sesini topluma duyurabildi. Kendisini kutluyorum, sesini kamuoyuna duyurabildiği için...

Ben iddia ediyorum ki; gerek benim gerekse Ayşe Sucu’nun görevden alınması, Diyanetteki kadrolaşma çalışmalarının bir sonucudur. Ayşe Hanım'ın özel hayatı, yaşam tarzı ve dini algılama tarzı beni asla ilgilendirmiyor. Ancak bana göre Ayşe Sucu olayı, bir anlamda Diyanet’teki iltihaplı yaranın patlaması ve dışa vurumudur. Yen içinde kalmış kırık kolun ortaya çıkmasıdır. Aslında bu iltihaplı yara çoktan patlamıştı da kamuoyu görmüyordu. Ayşe Sucu, Diyanet’teki bu iltihaplı yaranın kamuoyunun gözlerinin önüne serilmesini sağlayan bir fonksiyon icra etmiştir. Sırf bu sebeple bile kendisine içtenlikle teşekkür ediyorum.

Ayşe Sucu’nun neden görevden alındığını, mutlaka en iyi kendisi biliyordur. Zaten günü gelince bunu açıklayacaktır da. Ancak şu kadarını söylemeliyim ki; Ayşe Sucu’nun, gerek düşünceleri, gerek tutum ve davranışları ve gerekse ilişkileri, öteden beri Diyanet’te en azından belli bir kesimi rahatsız etmekteydi. Bu kesim, haliyle tutucu kesimdir. Ayşe Sucu’nun, özellikle dinî konulardaki son derece hoşgörülü yaklaşımları ve bu yaklaşımlarını kendi bireysel hayatına yansıtıyor olması, bu tutucu kesimi öteden beri çileden çıkarmakta idi. Bu kesimler, Ayşe Sucu’nun özellikle baş örtüsü konusunu iyiden iyiye sulandırdığını ve tercih etmiş olduğu baş örtüsü modeliyle sanki Diyanetin görüşü bu yönde imiş gibi bir imaj yarattığını düşünerek bundan rahatsız olduklarını kapalı kapılar arkasında da olsa  çoktandır dillendiriyorlardı. İşte bu maksatla bu düşünce sahipleri, Ayşe Sucu’nun bir an önce görevden alınarak Diyanet’ten uzaklaştırılması gerektiğini savunuyorlardı. Hatta güvenilir bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre; bu düşünce sahipleri, Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu nezdinde de bazı girişimlerde bulunmuşlar, ancak başarılı olamamışlardır. Ayşe Sucu’nun görevden alınmasıyla bu tutucu kesimin, adeta bayram yaptığını görür gibiyim. Zira yukarıda da bahsettiğim gibi yapmış olduğum bazı görüşmelerde edindiğim intiba bu yöndedir.

Ayşe Sucu’yu bugün görevden alanlar, aslında onu 1996 yılında bu göreve getiren kişilerdir. Örneğin bugün mütevelli heyeti üyesi ve Dr. Tayyar Altıkulaç’ın sağ kolu olan Mehmet Kervancı o tarihlerde de mütevelli heyeti üyesi, üstelik vakfın genel müdürüdür. Bu insanlar, acaba neden bu kadar süre bekledikten sonra böyle bir karar aldılar? Bunun sebebini ancak siyasi baskı ile açıklamak gerekecektir. Demek ki; o tarihlerde Ayşe Sucu’yu bu göreve getirenler, bugün üzerlerinde kurulan siyasi baskılara daha fazla dayanamayarak böyle bir karara imza atmış bulunuyorlar.

Öte yandan Ayşe Sucu, gerek yaptığı işler gerekse kurmuş olduğu ilişkiler sebebiyle ve elbette edindiği karizma itibarıyla kendisini bu göreve getirenleri bile sollayıp geçmiş bir figürdür. Kendisini bu göreve getirenler, artık üzerlerindeki Ayşe Sucu yükünü taşıyamaz duruma gelmişlerdir ki böyle bir karar vermiş bulunuyorlar. Çünkü Ayşe Sucu, oldukça faal bir insandır. Yayınlanmış kitabı vardır. Televizyonlarda katılmış olduğu birçok program vardır. Yurt içinde ve yurt dışında iştirak ettiği pek çok panel ve konferans vardır. (1)

Özetle onun sahip olduğu karizma ve prestij, kendisini göreve getirenleri bile kıskandıracak boyuttadır. Bu sebeple Diyanet yöneticileri, Ayşe Sucu gibi güçlü bir figürü görevden almakla, en azından kendilerine göre hem bir güç denemesinde bulundular hem de özellikle vakıf çalışanlarının yüreklerine işten atılma konusunda büyük bir korku saldılar. Ayşe Sucu, alınan bazı kararlara itiraz etme veya bazı sorunları dile getirme noktasında son kale idi, artık o kale de yıkılmış oldu…

Ayşe Sucu’nun görevden alınması süreci bana göre 2008 yılında başlamıştır. Zira Diyanet, en azından 2008 yılının Şubat Ayı’na gelinceye kadar, Ayşe Sucu tarafından uygulanan "Türban Modeli"ne karşı çıkmayarak bu modeli benimsemiş gözükmektedir. Ancak 2008 yılının Şubat Ayı’na gelince işler değişmiş ve Diyanet, siyasi iktidarın anlayışına uygun olarak, türban konusunda kendisini tavır değişikliğine gitmek zorunda hissetmiştir. Çünkü Diyanet, Ocak-Şubat 2008 ayları içinde Türkiye’nin gündemine oturan, TBMM’de Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapılmasına sahne olduktan sonra 22 Şubat 2008 günü Cumhurbaşkanınca onaylanan baş örtüsü konusunda müdiresini uyarmak ve örtünme (tesettür) konusunda müdiresi gibi düşünmediğini topluma deklare etmek zorunda kalmıştır.

Zira Ayşe Sucu’nun Aksaray Müftülüğü’nce düzenlenen "Dindarlık Anlayışımız ve Kadın" konulu konferansta sarf etmiş olduğu şu sözler bardağı taşıran son damla olmuştur:
Baş örtüsü ve giyim; coğrafyayla iklimle örfle âdetle ilintili bir konudur. Suudi Arabistan’a gittiğinizde yüzünüzü bile açmaktan imtina ediyorsunuz. Çünkü o coğrafyada yüzünüzü bile açsanız kendinizi çıplak hissediyorsunuz. İster istemez orada "neredeyse peşe şart" diyesim geliyor.  
O toplum, o coğrafya geleneğini öyle oluşturmuş, ama Pakistan’a bakın, Hindistan’a, Afrika’ya bakın; çok yönlü, farklı bir örtünme tarzı ile karşılaşırsınız. Bir kadın kendisini nasıl dindar hissediyorsa nasıl rahat hissediyorsa kendini öyle ifade etmesi gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’de baş örtüsü ile ilgili ayette örtünme şekliyle ilgili bir açılım yok. "İlla şöyle örteceksin, pardösü giyeceksin, şalvar giyeceksin diye bir ibare var mı?" Yok! Türkiye’de yıllardır her insanı kendimiz gibi görmek istiyoruz. Asıl olan örtünmek midir yoksa o örtünün arasındaki manayı idrak ederek o bilinci oluşturmak mıdır? Namuslu, iffetine sahip çıkan bir kadın örneğini öne çıkarmalıyız. Giyeceği kıyafet kadının kendisine bırakılmıştır, kendi tercihidir. Kadın olarak bizim dikkat etmemiz gereken husus; iffetli, namuslu kadın olmaktır. Bunu düşünmeliyiz. 
"Başını örten namuslu, başını açan namussuz"... 
Sakın böyle bir yargıya varmayalım. İnsanın namusu, iffeti, ahlakı kılık kıyafet üzerine bina edilemez. "Diyanet İşleri Başkanı"mız da bunu açıkladı. Baş örtüsü İslam’ın ön şartı değildir. Dileyen kadın dilediği gibi giyinmeli, baş örtüsü nedeniyle kadınların eğitim hakkı elinden alınmamalı(2) 

Bu tür haberler üzerine, medya organlarına Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun talimatıyla ve TDV Genel Müdürü İhsan Sarımert’in imzasıyla tekzip türü bir açıklama düşüyor ve adı geçen, TDV Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu’nun Aksaray’da "Dindarlık Anlayışımız ve Kadın" konulu konferansta sunduğu tebliğin vakfın görüşü olarak sunulduğunu ve yanlış anlaşılmalara neden olduğunu” vurguladıktan sonra şöyle diyordu:
Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare içinde yer alan bir kamu kurumu olup "laiklik ilkesi doğrultusunda" bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. İlgili kanunda da bu görevler, "İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek" şeklinde belirlenmiştir.

Türkiye Diyanet Vakfı’nın kuruluş gayesi, her alanda Diyanet İşleri Başkanlığı'mızca gerçekleştirilecek hizmetlere destek olmak ve katkı sağlamaktır. Dinî konularda hüküm çıkarma ve görüş beyan etme yetkisi bulunmayan Vakfımızın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyet alanlarına, aldığı kararlara ve dinî konularda toplumu aydınlatırken verdiği bilgilere ve açıklamalara ters düşmesi mümkün değildir. (3) 

Tekzip metninden de anlaşılacağı gibi, söz konusu açıklama bizzat Diyanet İşleri Başkanı’nın talimatıyla ve muhtemelen onun oluru alınarak yapılmıştır. Çünkü açıklama, bir anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı adına yapılmış resmî bir açıklama niteliğindedir. Açıklamada Vakıf’tan çok, Başkanlığın faaliyet alanlarına vurgu yapılmıştır.

Öte yandan TDV  Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu’nun, tesettür ve baş örtüsü konusundaki fikirleri ve uygulamaları 2008 yılında ortaya çıkmış da değildir. Adı geçen, aynı sıfatla ve aynı giyim tarzıyla 1995 yılından beri hemen her platformda arz-ı endam etmesine ilave olarak, konuya ilişkin düşüncelerini geçmiş yıllarda muhtelif vesilelerle sözlü olarak da dile getirmiştir. Örneğin Nisan/2007 Ayı’nda “http://www.turktıme.com” isimli internet sitesi adına Ersin Tokgöz’e vermiş olduğu ve birçok yayın organında olduğu gibi kendi resmî internet sitelerinde de yayınlanan bir mülakatta şunları söylemiştir, Ayşe Sucu:
Kadının baş örtüsünden dolayı gündeme gelmesinden hoşlanmıyorum. Kendi hayatıma ilişkin farklı merhalelerde baş örtüsü örtmekle ve örtmemekle ilgili olarak son dere haksızca farklı muamelelere maruz kalmış ve işte bu yüzden çok derin acılar yaşamış bir kadın olarak psikolojik ve sosyal anlamda genç kızlarımızın, modernleşme süreci yaşayan diğer her yaştaki kadınlarımızın büyük acılar yaşamakta olduğunu biliyor ve hissediyorum. Ama hukuki anlamda ve inanan çevrelerin konuyu değerlendirişi anlamında, bu kadar yüzyıllık bir kültürel tecrübeye sahip toplumumuzun konuya uzlaştırıcı bir çözüm bulamamış olması ayrıca beni bir kadın olarak fevkalade yaralamaktadır. Şeklin ötesindeki manayı ve ancak bu mana ile bütünleşen şekli fark edelim, gündemde tutalım.

Ayşe Sucu, kâkülünü dışarıda bırakır tarzda baş örtüsü bağlama şekli kastedilerek “Şu an başınızdaki örtüyü ben herhangi bir şekilde niteleyemiyorum. Ve neden alıştığımız gibi tam açıp ya da tam kapatmıyor da bu şekilde bağlıyorsunuz? 
Söyler misiniz; sizin başınız açık mı kapalı mı?” şeklinde sorulan bir soruyu şöyle cevaplamıştır:
“Evet, başım kapalı. Ben baş örtüsünün böyle örtülebileceğine inanıyorum. Sembollerin elbette bir değeri var. Tanımı gereği her sembol arkasındaki temel manayı işaret için konmuştur. O temel manayı kaybederseniz sembolün, sembol olmak bakımından hiçbir değeri kalmaz. Dikkat ederseniz, Peygamber Efendimizin vahiy sürecini ele aldığımızda, uzun bir süre, 13 yıl, tevhidi yerleştirmek için çalışıyor. Ama biz tam tersine ritüellerden başlıyoruz. Hatta dayatmaya çalışıyoruz. İmanımız belli olgunluğa gelmeden tamamen şekiller üzerinden dini anlamaya ya da algılamaya çalıştığımız için; sıkıntılar, travmalar yaşıyoruz. Onun için kendi kendimizle çelişiyoruz. Samimi değiliz. Eğer bu alanı özgür bırakmazsanız münafıklar üretirsiniz. Gerçekten de münafıklar üretiyoruz biz…Bunun arkasında komplolar aramıyorum. Çünkü bunu biz yapıyoruz. Her şeyden öte hepimiz diyoruz ki, sen benim gibi olacaksın, benim gibi düşüneceksin, yaşayacaksın. Ben merkezli düşünüp ben merkezli yaşıyoruz ve ben merkezci yaşamalarını istiyoruz. İslam’ın en temel kavramlarından biri hoşgörüdür. Peygamberimizin bütün davranışlarında bunu görebilirsiniz. Hoşgörülü olabildi mi İslam dünyası? Yıllarca birbirimizin baş örtüsü ile eteklerimizin uzunluğu ve kısalığı ile uğraştık. Ve bu hususları hep imanla ilintilendirdik. (4) 

Demek oluyor ki; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğü, birçok konuda yaptığı gibi, baş örtüsü konusunda da takiye yapmış, 1995 yılından beri, özellikle 28 Şubat sürecinde vitrin görevi gördürdüğü bir elemanını ve onun şahsında tasvip edip bir anlamda uygulamaya koyduğu türban modelini, 2008 yılına gelince kolayca reddedivermiştir. 2010 yılının sonuna gelindiğinde ise Ayşe Sucu’yu işten atarak 1995-2010 yılları arasında en azından uygulamada ve şeklen savunduğu baş örtüsü hakkındaki görüşünü, kökünden değiştirmiş bulunmaktadır. Ben, şahsen Ayşe Sucu’nun görevden alınmasını böyle okuyorum. 
Peki, siz nasıl okuyorsunuz?

Ayşe Sucu’nun yukarıdaki sözlerinden bana en ilginç gelenlerinden birisi de şu sözleri olmuştur: Kendi hayatıma ilişkin farklı merhalelerde başörtüsü örtmekle ve örtmemekle ilgili olarak son dere haksızca farklı muamelelere maruz kalmış ve işte bu yüzden çok derin acılar yaşamış bir kadın olarak…
Ayşe Hanım, baş örtüsü sebebiyle hangi problemleri yaşadı ve hangi acıları çekti bilmiyorum. Çalışma hayatının tamamı Diyanet’te geçmiş bir kadın için baş örtüsünün sorun yarattığını düşünmek de bana fazla mantıklı gelmiyor. Ancak güvenilir bir kaynak, vaktiyle özel bir sohbet esnasında bana; Ayşe Sucu’nun kayınpederinin, emekli ve saygın bir din adamı olduğu ve gelininin bilinen görüntüsünden rahatsızlık duyduğu şeklinde bazı açıklamalarda bulunmuştu. Ayşe Sucu yukarıdaki sözleriyle belki de bunu kastediyor olmalıdır. Kim bilir belki de baş örtüsü sebebiyle bazı engellemelerle karşılaştığını söylüyordur. Ya da ne bileyim 25 Aralık 2010 tarihinde (muhtemelen baş örtüsü hakkındaki düşünceleri sebebiyle) görevden alınmakla yaşamış olduğu üzüntüyü, yaklaşık 3 yıl önceden haber vererek bir anlamda keramet göstermiş oluyor! 

Sayın Başbakan’ın çözümünü ulemaya havale ettiği baş örtüsü sorununda Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu’nun, Biz ancak konuya ilişkin görüşümüzü söyleyebiliriz diyerek üstü kapalı olarak da olsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ulemanın görüşüne göre yönetilmiyor. Bu sebeple baş örtüsü sorununu çözmek de ulemanın görevi değildir.” dediğini biliyoruz. 


Bakalım yeni başkan Mehmet Görmez neler diyecek? 
En azından aynı direnci gösterebilecek mi? 
Umarız, makam aracındaki 51’in 10’a çevrilmesiyle Diyanet’in bu konudaki görüşü değişmez ve Diyanet diyet ve vefa borcu gibi saiklerle toplumsal sorunları vereceği fetvalarla çözmeye kalkışmaz. 
Hep birlikte bekleyelim ve görelim.



Ömer Sağlam
______________________
2- bk.http://www.haberturk.com internet adresinde bulunan 14.02.2008 tarihli ve “Türk Diyanet Vakfı’ndan Türban Yorumu” başlıklı haber. Ayrıca aynı konuda bkz. 15.02.2008 tarihli gazetelerden Sözcü Gazetesi“Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu: İslâm’da örtünme ile ilgili kesin hüküm yok”,  Bugün Gazetesi, “İslam’ın Ön Şartı Değil”, Güneş Gazetesi, “Kadının Namusu Kılığında Değil”, Milliyet Gazetesi, “Kuran’da örtünme şeklinin açılımı yok”, Tercüman Gazetesi, “Başörtüsü İslam’ın Ön Şartı Değildir”, Hürriyet Gazetesi, “Kadının namusu kıyafetle olmaz” ve Sabah Gazetesi, “Başörtüsü İslam’ın ön şartı değildir” başlıklı haberler.
3- bk. http://www.milliyet.com.tr internet adresinde bulunan 21.02.2008 tarihli ve “Diyanet Kadın Müdürüne Kızdı” başlıklı son dakika haberi.
4- bk. “http://karsigorus.wordpress.com” isimli internet sitesinde bulunan 10.04.2007 tarihli ve “Başörtüsü Öz Değil Semboldür” başlıklı, ve “http://www.tdv-kadinfaaliyetleri.org” isimli internet sitesinde bulunan 02.04.2007 tarihli ve aynı başlıklı haber.
  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

Google'da Webler Arası ve Site İçi Arama

*TATİL ve DİNLENME
Marmara Adası
DAVRAN MOTEL

*HASTANE RANDEVU SİSTEMİ
182 Merkezi Hekim Randevu Sistemi ile RANDEVU ALMA

FotoğrafımGrup Kimliğini Görüntülemek İçin Tıklayın




HABERCİDEN, "Yazarlar ve Ozanlar" ile "Sessizliğin Sesi" Gruplarına Ait Özgün Bir Kanaldır.