Mustafa Kemal ve arkadaşları, Milli Mücadele'yi verirken din faktöründen ve din adamlarından ziyadesiyle istifade etmişlerdir. Onlar, din adamlarıyla olan ilişkilerini Milli Mücadeleyi zaferle sonuçlandırdıktan sonra bile devam ettirmeye özel önem vermişlerdir. Bu din adamlarından birisi de Said-i Kürdî, yani sevenlerinin tabiriyle Said-i Nursî'dir.[1] Said-i Kürdî'nin Milli Mücadele sırasında herhangi bir etkisi ve katkısı yoktur. Ancak Mustafa Kemal, Milli Mücadele sonrası kendisini Ankara'ya davet ederek mecliste kendisiyle bir görüşme yapmıştır. Görüşmenin asıl maksadı, Doğu'da özellikle İngiliz propagandasına kanarak sürdürülen ayrılıkçı hareketlerin önlenmesinde, Said-i Kürdî'den istifade etmektir. Çünkü o sırada Said-i Kürî, şöhretli bir din adamı ve kanaat önderi durumundadır doğu vilayetlerindeki halk nezdinde.
Bu ziyaretin tarihini gazeteci Taha Akyol 9 Kasım 1922 olarak vermektedir kitabında. Taha Akyol'a göre; adı geçenin Milli Mücadele'ye destek vermesinden dolayı Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa kendisine teşekkür etmek için onu Ankara'ya davet etmişler ve 9 Kasım 1922 günlü TBMM oturumunda "Vilâyât-ı Şarkiyye ulemasından Bediüzzaman Said Molla"ya Meclis tarafından "hoş âmedî" (hoş geldin) denilmiştir.[2]
Oysa tam aksini söyleyenler de var. Mesela yazar Hayri Yıldırım'a göre; eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri'den, İskilipli Atıf Hoca'ya ve Said-i Kürdî (sevenlerince Said-Nursî)'ye varıncaya kadar hemen bütün Cumhuriyet ve devrim karşıtları, Milli Mücadele karşıtı bildiriler yayınlayan İslam Teali Cemiyeti çatısı altında toplanmışlardır.[3] Elbette aynı şeyleri söyleyen başka kaynaklar da vardır.[4]
Tarihçi yazar Mustafa Armağan ise, dönemin Şebinkarahisar mebusu Ali Rıza Tönük'ün"Meclisteki Günlerim" isimli hatıratını kaynak göstermek suretiyle Said-i Kürdî'nin, meclise yapmış olduğu ziyaretin tarihini 25 Kasım 1922 olarak vermektedir.[5] Taha Akyol'un tersine, Mustafa Armağan, Said-i Kürdî'nin meclise yapmış olduğu ziyaretin sebebini, Milli Mücadele'deki katkılarından dolayı kendisine teşekkür edilmesi değil, doğudaki ayrılıkçı hareketlerin önlenmesi konusunda kendisinden yardım istenmesidir. Mustafa Armağan, Mustafa Kemal Paşa ile Said-i Kürdî arasında geçen diyalogun şöyle bağlandığını söylüyor çünkü:
"Atatürk, 'Hoca İngilizler, Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt milletvekillerini İslami temaları kullanarak kışkırtıyorlar, onları ayırmak istiyorlar, ben seni bunların önüne geçesin diye çağırdım' diyor. Sonra 'Ben seni birlik için çağırmışken, sen namaz kılanlarla kılmayanlar diye ayrılık çıkarıyorsun' diye eleştiriyor. Said-i Nursi bunun karşısında 'Ben ayrılık getirmek için değil tam tersine, namazı teşvik etmek, sizin de bir gazi olarak, zafer kazanmış bir komutan olarak, insanları dine ve namaza teşvik etmenizi istedim' diyor. Evet karşılıklı konuşuyorlar ama ikisi de bu görüşmeden memnun olmuyor"[6]
Mustafa Armağan ve Merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün de bahsettikleri gibi, Said-i Kürdî, konuşma sırasında münasebetsiz bir şekilde ve hiç gereği yokken, Mustafa Kemal Paşa'ya "Paşa sen namaz kılıyor musun?" diye soruyor, Paşa'nın"Hayır kılmıyorum" şeklindeki cevabı üzerine de "Namaz kılmayan kişi zalimdir, zalimin verdiği hüküm geçersizdir" diyerek, görüşmenin elektriklenmesine ve nahoş bir şekilde bitmesine sebep oluyor. Kim bilir belki de bunu kasten yapıyor Said-i Kürdî!
Said-i Kürdî Mustafa Kemal'den Para İstiyor O da "Tamam" Diyor!
Aynı görüşmede fazla üzerinde durulmayan bir diyalog daha geçiyor Mustafa Kemal Paşa ile Said-i Kürdî arasında. Said-i Kürdî, Van'da kurmayı düşündüğü bir üniversite için Mustafa Kemal Paşa'dan para istiyor, Paşa da "Tamam" diyor. Bu diyalogu Merhum Yaşar Nuri Öztürk şöyle aktarıyor kitabında:
"Türkiye'de Ezher benzeri bir İslam üniversitesi kurma hayali olduğunu bildiği bir zatı Ankara'ya çağırıp ona bu üniversiteyi Van'da kurması için devlet bütçesinden her türlü yardımı yapacağını söyledi. Başlangıç olarak da, Meclis kararıyla, büyük bir meblağı, kuruluş için tahsis etti. Aynı üniversiteyi kurmak için daha önce, Mahmut Şevket Paşa'nın aracılığıyla Osmanlı hükümetinden de önemli miktarda altın para alan bu zatın Atatürk'ün teklifine cevabı, ne yazık ki büyük bir talihsizlik oldu. Davet edilen zat, Gazi'ye şunu sordu:
-'Paşa, sen namaz kılıyor musun?'
Atatürk, her zamanki riyasızlığına, mertliğine yaraşır bir cevapla 'Hayır, kılmıyorum!' dedi. Vakar ve imanına bizim de saygımız olan zat, Gazi'ye, İslam'ın basiret ve itidal ilkelerine değil de öfkesine uygun bir cevap verdi. Daha doğrusu, beklediği bahaneyi yakalamış olmanın keyfi içinde reddiyesini yapıştırdı:
-'Namaz kılmayan zalimdir, zalimin hükmü de merduddur'
Namaz kılmadığı için 'zalim' ilan edilen zat ise bütün dünyanın tanıklığıyla bilinmektedir ki, hayatını Müslümanların istiklal, ırz ve imanları zelil olmasın diye ateş ve kan berzahlarının çemberinde cihat ve ribatla geçirmiş ve nihayet, Süleymaniye Camii'nin minaresine haç takmak üzere Haliç'e demirleyen gemileri oradan geldikleri gibi geri göndermiştir. Yine ateş ve kan çemberleri içinde çarpışarak..."[7]
Said-i Kürdî ise söz konusu görüşmede Mustafa Kemal Paşa'dan; "Bütün hayatımda bu darülfünûnu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar, yirmi bin altın lira verdiler. Siz de o kadar ilave ediniz..."[8] şeklinde bir talepte bulunduğunu itiraf etmektedir. Üstelik Said-i Kürdî, Yaşar Nuri Öztürk'ün "Önemli bir miktarda altın para" şeklindeki genel ifadesine karşılık, bu paranın miktarını da veriyor; 20.000 altın lira!
Sızma ve Sızdırma FETÖ'nün Genlerinde Vardır!
17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra başlayan ve 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe girişiminden sonra hızlanan, FETÖ'yü devletten temizleme ve ayıklama operasyonları kapsamında en çok tekrar edilen söylemlerden birisi "Sızma"söylemidir. Bu söz, FETÖ/PDY'nin, devleti ele geçirme girişimi anlamında kullanılmaktadır. Hatta FETÖ'nün devlete sızma girişiminin boyutlarını anlatmak için, özellikle de TSK ve Yargı'daki paralel yapılanmayı anlatmak için ironik biçimde "Devlet Fetöye sızmış" ifadesi kullanılmaktadır. Çünkü bu hain örgüt, neredeyse Yargı'yı ve TSK'yi büsbütün ele geçirecek noktaya gelmiş bulunmaktadır. "Sızma" kadar meşhur olmasa bile bu örgüt için kullanılan söylemlerden birisi de herhalde "Sızdırma" kavramı olmalıdır. Siz buna ele geçirme ve el koyma da diyebilirsiniz.
Anlaşılıyor ki; bu örgüt, kurulduğu günden bu yana hem devletten, hem de halktan sürekli bir şeyler sızdırıp tırtıklamıştır. Devletteki adamlarını kullanarak insanlara baskı yapmış ve çoğu kere tahdit ve şantajla kendisine menfaat sağlamıştır. Para, bina, arsa, eşya, hayvan ne varsa sızdırmıştır hülasa. En büyük sızdırması da bu milletin, özelikle de fakir-fukaranın çocuklarını devşirmesi ve onların beyinlerini iğdiş etmesi olmuştur. Üstelik bu sızdırma işi yeni bir şey de değildir. Bu örgütün genlerinde vardır sızma ve sızdırma gibi şeyler. Geçmişi ta Said-i Kürdî'ye kadar gider. Belki de ondan daha önceki tarihlere kadar.
Bu ülkede herkes ve cümle alem biliyor ki; FETÖ'nün fikri temelinde, yani fikir genlerinde Said-i Kürdî'nin düşünceleri bulunmaktadır. Daha doğrusu, örgüt elebaşı, Said-i Kürdî'nin fikirlerini baz alarak ortaya çıkmış, ancak bir noktadan sonra artık onlarla da yetinmeyerek, Said-i Kürdî'nin yerine kendisini koymuş ve kendisini"Kutbul Aktap" ilan etmiştir. Ne var ki; Said-i Kürdî'nin "sızdırma" ilkesi, FETÖ'nün de temel ilkesi olma özelliğini hep korumuştur.
Kendi ifadelerinden de anlaşılıyor ki; Said-i Kürdi, "Darülfünûn", yani "Fen ve Din eğitimlerini bir arada yürütecek olan bir üniversite kuracağım" diyerek Sultan Reşat ve dönemin İttihat ve Terakki Hükümeti'nden 20.000 altın lira sızdırmıştır. Peki ortalıkta herhangi bir üniversite olmadığına göre, mali bakımdan en zor ve zayıf zamanında devletten sızdırmış olduğu bu 20.000 altın lirayı acaba ne yaptı Said-i Kürdî? İade ettiğini hiç sanmıyoruz! Öyle anlaşılıyor ki; tıpkı FETÖ'nün "vekalet yoluyla kurban kesiyoruz" diyerek halktan topladığı kurban paralarını ya da "Falanca ülkede okul açıyoruz" diyerek "Himmet" adı altında halktan topladığı bağışları, Amerikalı siyasilere siyasi rüşvet vermesi için Pensilvanya'daki örgüt liderine aktarması gibi,[9] o da bu 20.000 altın lirayı bir şekilde iç etmiş olmalıdır.
Peki Said-i Kürdî tarafından bir şekilde iç edilen bu 20.000 altın lira, bugünkü rakamlarla kaç TL ediyordu? Önce şu temel bilgileri verelim isterseniz: 1908′den önce nazarî olarak 1 Osmanlı altını = 1 Osmanlı lirası idi. Gerçekte 1 altın alabilmek için 1 liralık banknotun üzerine bir kaç kuruş daha ödemek gerekiyordu. 1914 savaşına kadar altın ve banknot farkı büyüdü. Savaş içinde ise 1 altın alabilmek için İstanbul’da 3, Anadolu’da 4, İmparatorluğun Arap vilayetlerinde 5 Türk banknotu ödemek icap ediyordu.[10]
Bu temel bilgilerden hareketle; dönemin, Sultan Reşat dönemi olduğunu, Said-i Kürdî'ye verilen 20.000 altın liranın, kuvvetle muhtemel dönemin padişahı adına bastırılan Reşat altını veya karşılığı 20.000 Osmanlı lirası olduğunu, bugün için (12.10.2016) 1 Reşat altınının satış fiyatının, yaklaşık 860 TL. olduğunu düşünürsek, Darülfünun kurması için Said'i Kürdi'ye verilen para miktarının, bugünkü altın fiyatları üzerinden yaklaşık 17.200.000 TL'ye yakın bir para olduğunu görürsünüz. Yukarıdaki bilgiye göre; 1914 yılında İstanbul'da bir altın liranın yaklaşık 3 Osmanlı lirası olduğunu kabul etsek dahi, o buhranlı günlerde Molla Said Kürdi'ye verilen paranın, bugünkü rakamlarla 6.000.000 TL'den aşağı olmadığını görürsünüz.
Yaşar Nuri Öztürk, bu paranın Mahmut Şevket Paşa vasıtasıyla dönemin hükümeti tarafından Said-i Kürdî'ye verildiğini söylüyor. Mahmut Şevket Paşa'nın 11 Haziran 1913 tarihinde, yani Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce bir suikast sonucu öldürüldüğünü düşünürsek, bu para, Birinci Dünya Savaşı'ndan ve 1 Osmanlı Altını'nın, İstanbul'da 3 Osmanlı lirasına satıldığı tarihlerden çok önce verilmiş olmalıdır ki; bu miktarın, bugünkü altın fiyatları ve bugünkü para birimimiz üzerinden 10.000.000 TL'den aşağı olmadığı rahatlıkla kabul edilebilir.
İşte bu Said-i Kürdî'dir ki; tıpkı Osmanlı'nın en zor günlerinde olduğu gibi, Mustafa Kemal Paşa liderliğinde kurulan ve savaştan henüz çıktığı için, kuruluş sancıları yaşayan yeni Türk Devleti'nin, tabiri caizse meteliğe kurşun attığı, bu da yetmiyormuş gibi, Osmanlı döneminden kalan dış borçları ödemekle karşı karşıya bulunduğu bir dönemde(25 Kasım 1922), devletten 20.000 altın lira talep edebilmiştir! İttihat ve Terakki hükümetinden almış olduğu 20.000 altın lirayı (muhtemelen) iade etmediği halde, yeni kurulmakta olan bir devletten de aynı miktarda para talep ettiğine göre; bizce bu eylem, ancak ihanet kavramıyla açıklanabilir.
Yaşar Nuri Öztürk'ün ifadesine göre ise; Mustafa Kemal Paşa, hiç düşünmeden bu parayı kendisine vermeyi taahhüt(tahsis)etmiştir! Bir şartla ki; onun, yeni kurulan devletin yanında olmasını ve Mustafa Armağan'a göre; "İngilizlerin, Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt halkını ve siyasileri İslami temaları kullanmak suretiyle kışkırtarak, o bölgeleri devletten ayırmak istemelerinin önüne geçme çalışmalarında devlete yardımcı olmasını" istemiştir kendisinden.
Gelin görün ki; Said-i Kürdî, Paşa'yı sırf namaz kılmıyor diye "zalimlikle" suçlamak suretiyle, bir daha hiç görüşmemek üzere yolların ayrılmasının fitilini ateşlemiş, yani bu konuda Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yardımcı olmaktan imtina etmiştir. Eğer yardımcı olsaydı ve devletten sızdırmış olduğu paralarla Van'da, Mısır'daki El-Ezher benzeri bir üniversite açmış olsaydı, belki de Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanları olmaz, belki de bugün masada yer almak için mücadele verdiğimiz Musul vilayeti, ülkemize kazandırılmış olurdu. Kim bilir?
Çünkü Türkiye'nin Musul ile ilgilendiği sırada İngilizler hain Şeyh Sait'i ayaklandırmak suretiyle gücümüzü bu isyanları bastırmak için teksif etmemize sebep olmuş ve böylece Musul vilayetimiz, elimizden temelli olarak çıkmıştır.
[1] "Said-i Kürdî" tabiri, tarihçi Mustafa Armağan'ın aktardığına göre; TBMM'de 1 ve 2. dönem Şebinkarahisar mebusu olarak görev yapan ve adı geçenin Mustafa Kemal ile mecliste yapmış olduğu görüşmeye tanık olan Ali Sururi Tönük'e ait olduğu ve 25 Kasım 1922 tarihindeki diyaloglarda "Said-i Kürdî" olarak geçtiği için, biz bu tabiri kullanmayı uygun gördük. Yoksa burada herhangi bir hakaret ve aşağılama amacı bulunmamaktadır.
[2] Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, 1.Baskı, Doğan Kitap Yayını, İstanbul, 2008, s,162-163.
[3] Hayri Yıldırım, İskilipli Atıf Hoca Neden Haindir, Togan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul,2014, s, 81, 82.
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/Cemiyet-i_M%C3%BCderrisin#.C3.9Cyeler
[5] http://www.sabah.com.tr/gundem/2011/01/05/saidi_nursi_kapiyi_carpip_cikti_mi
[6] http://www.sabah.com.tr/gundem/2011/01/05/saidi_nursi_kapiyi_carpip_cikti_mi
[7]Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Âzam Savunması, İnkılâp Yayınları, İst. 2010, s,221-223.
[8] Tarihçe-i Hayat, s, 128-129, http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=TarihceiHayat&Page=128.
[9] bkz. http://www.hurriyet.com.tr/izmirdeki-operasyondan-bomba-fotograflar-40216764 &http://aa.com.tr/tr/turkiye/kurban-paralarini-pensilvanyaya-gonderen-23-kisi-gozaltinda/641064
[10] Bkz. http://www.tahavi.com/tarih/017.html