O kanalları tarafsız gözle izleyenler bilir.
Aman Allah'ım! Ne yalanlar ne iftiralar!
Biri yalanı basıyor, sonra hep birlikte o yalanın çevresinde dolaşmaya başlıyorlar. Örnek mi? Buyurun...
Efendim, “Lozan Sevr'den betermiş.” Bu yalan üzerinde doktora tezi yazılırken hooop başka bir yalana geçtiler. “Lozan’da Sevr aynen kabul edilmiş.”.
Affedersiniz ama salaklığında bir derecesi olmalı.
Hani Lozan Sevr’den beterdi. Biraz sonra “Aynen kabul edildi!”ye nasıl döndü?
Oturup Sevr ve lozan'ın maddelerini tek tek yazıp okuyun demeyeceğim. Bu salaklar bugüne kadar öğrenemedilerse bugün de öğrenemezler. Biliyor da çarpıtıyorlarsa -ki bilmemelerine imkân yok- o zaman onlara şunu söyleyeceğim: "Ahlaksızlık sizin iliklerinize işlemiş."
Bulaşmamak gerek ama bu alçaklara laf atmadan duramam: "Sevr sonucunda Türkiye'ye kalan alan, dünyanın en büyük 66. ülkesi olarak kabul gören Finlandiya'nın yüzölçümü kadar. Oysa günümüz Türkiye'sinin kapladığı alan, o Finlandiya'nın tam 2,41 katı... Bu da dünyanın 36. büyüğü olduğunun ispatı. Göl, nehir gibi yerleri dışlar ve sırf karaları ele alırsak da 37. dünya ülkesi.
E, n'aber? Lozan'da Türkiye ne kaybetmiş?"
Acaba anlayabildiler mi?
Şüpheliyim.
Konunun başlatıcısı Recep Bey ya, bunlar da her zamanki gibi onun her söylediğinin doğruluğunu ispat peşindeler. O yüzden abuklukları daima bol kepçe oluyor. Bu tiplere soruyorum: “Sizler Recep Tayyip Erdoğan’a taptığınız kadar Yücelerin Yücesi Allah’a tapsaydınız bu denli yalan söyleyebilir miydiniz?”. Bir zamanlar Fetullah'a da böyle tapmaktaydınız. Şimdi "fırdöndü" oldunuz.
Hadi ölümün ve ilahî hesap vaktinin ne zaman geleceği belirsiz. Bu yüzden Yüce Allah’ın emirlerini ikinci plana atıyor ve bugün için ondan korkmuyorsunuz, peki programdan sonra yüzlerine bakacağınız eşinizle çocuklarınızdan da mı utanmıyorsunuz? Yoksa onları da kendinize mi benzettiniz? Peki onlar okulda ya da yolda arkadaşlarının yüzüne bakabiliyorlar mı? Psikanalizciler için fıstıki makamında eğlenceli bir konu…
Efendim, Atatürk şöyleymiş de İnönü böyle...
Yalanın bini bir mecidiye!
Dilleri bataktan üretilmiş ya, bir de "Osmanlı"nın teknolojik gelişimine Atatürk'ün engel olduğunu ima eder salakça bir cümleyi de “gündem oluştursun hesabıyla” hizmete sokmazlar mı? Sokarlar elbet… Çünkü onu da ileride kullanacaklar. Mayasını şimdiden tutturmalı.
Dedim ya dilleri bataktan, kalpleriyse…
Bire madrabazlar! Osmanlı topraklarında yapılacak her yenilikte ayağa kalkıp, “Din elden gidiyor!” diye isyan çıkaran sizin savunduğunuz kafa yapısı değil miydi? Padişahlar, kapitülasyonlar aracılığıyla neredeyse her türlü ilerlemeyi kendi elleriyle frenlememişler miydi? Osmanlı’da sanayi mi vardı? Askerin üniformasıyla giydiği iç çamaşırların kumaşları bile yabancılardan alınıyordu. Tasarımı da kumaşı da dikişi de tamamen Hristiyan işi olan “fes”i önce giymemek, giydikten sonra da çıkarmamak için “Din elden gidiyor!” isyanları çıkaran aynı kafa değil miydi?
Sizlere ne demeli bilemiyorum. Hıdiv Kasrı yapılırken “Mısır Hıdiv”i Abbas Hilmi Paşa’nın Moskova’yı gözleyip oradan emir almak için bir de kule yaptırdığını, o kuleden Moskova’yla işaretleşeceğini söyleyenler kimdi? Peki, bu saçmalıklardan etkilenip kulenin inşasını durdurarak bugünkü seviyesinden yukarı çıkmasına izin vermeyen kişi, âlâyıvâlâ ile övdüğünüz Osmanlı padişahı II. Abdülhamid değil miydi? Hadi, bahanenin saçmalığını unutup, oradan “Moskova’nın görünmesi ihtimal dâhilindedir” diyelim. İyi de koskoca ülkede, bu olayı test edecek, örneğin bunun için bir İstanbul camisinin minaresine çıkıp Moskova’yı görüp görmediğine (!) bakmayı akıl edecek bir Allah kulu da mı yetişmemiş?
Hezârfen Ahmed Çelebi’nin ilminden ve dolayısıyla Galata’dan Doğancılara dek uçuşundan korkup “Pek korkulacak biridir. Her ne isterse yapar. Böylelerinin yaşaması uygun değildir.” diyerek eline bir para kesesi tutuşturduktan sonra onu Cezayir’e süren IV. Murad, Çin imparatoru muydu?
Bir zamanların bilimde ileri ülkesinin; tahtından korkan padişahlar ve dini kullanarak çıkar peşinde koşan iblis ruhlu dinciler nedeniyle geldiği noktaya bakın. Bilimden ne denli uzak olursan o denli aptalca iş yaparsın. O denli sömürülür o denli saldırıya uğrar, ülkeni o denli koruyamaz hâle düşersin.
Bisiklet ve otomobili şeytan icadı diye taşlayanlar hangi ülkenin halkıydı? Ya treni?.. Hangi birini anlatmalı? Hangisini hangisini?..
Teknolojiymiş; Allah’tan korkun, kuldan utanın be!..
Bir gecede Latin harfleri kabul edilerek milletin Osmanlıca kitapları okuyamaması sonucu geçmişiyle ilgisi kesilmiş. Hatta mezar taşlarını okuyarak tarihlerini öğrenmelerinin önüne geçilmiş.
Palavra! Bunların hepsi komedyen olmalıymış. Önce şunu söyleyeyim, Türkçenin bir gecede damdan düşer gibi geldiği de yalan. Birtakım eğitimlerden sonra uygulanmaya başladı. Eğitimlerin bir kısmında aktif olarak Atatürk de yer aldı. Gazeteler, eski ve yeni dilde yazılmış yazılarla bu seferberliğe katkı verdiler.
Bir başka yalan da Osmanlı halkı silme okur yazarmış havasının yaratılması. Oysa okur yazar nüfusu öylesine azdı ki, aşağıda adresini vereceğim "Mezar Taşından Tarih"i okuduğunuzda, o sayıya zor inanacaksınız.
Osmanlıca denen yazı şekli gerek stil gerekse anlam olarak dönemlere göre değişiklik içerir. Bu yüzden hiç kimse, birkaç dönemi bilmekle "Osmanlıcaya baştan sona vâkıfımdır." diyemez. Bunca tarih kitabı bu palavracılara gerçek tarihi öğretememişken, üstünde birkaç sözcük yazan mezar taşları mı öğretecekmiş? Hem de birçoğu zamanın tahribatı nedeniyle kırılıp dökülmüş ya da silikleşmişken. Allah bu insanlara akıl fikir versin.
Bu cahillere bir tüyo vereyim de Lozan furyası bittikten sonra Atatürk devrimlerini rahatlıkla "O zaten sultan bilmem kimin eseridir." diye çarpıtabilsinler.
Beyler! Bir gecede, tarihinizi mezar taşlarından öğrenmenizi engelleyen o "Harf Devrimi" var ya, işte o devrimi, Sultan Abdülmecid ve Ulu Hakan dediğiniz II. Abdülhamid'de düşünmekteydi. Bu iş için birinin yaşam vadesi diğerininse taht ömrü yetmedi. Allah tüm ölmüşlerimize rahmet etsin. Amin!
Bu arada, çok olduğu yolundaki tüm yalanların aksine, Osmanlı döneminde basılan üç beş kitabın öyküsünü Tarihin Habercisi'nde yayınlanan ve Mezar Taşından Tarih'le başlayan yazı dizisinde bulabilirsiniz. Belki yararı olur.
Bir komiklik de Vahdettin'in vatanını ne denli sevdiği ve işgalcilere karşı gerekirse tebaasıyla birlikte savaşacağı palavrası. O hâlde neden savaşmamış? Gerekmemiş mi yoksa? Vatanını bu denli seviyormuş da o hâlde Atatürk'ü neden jurnallemiş, neden engellemeye kalkmış? Neden Türkiye'nin planlarını İngilizlere haber vermiş. El yazısıyla sabit. Mektup hâlâ İngiltere'de...
Her şey bir yana; vatanını seven hazineyi yüklenir de başka ülkelere kaçar mı? Efendim 5 kuruş almamış. Yaban ellerde aç gezmişler. Soruyorum, var mı bu yalana gerçekten inanan?
Vatanını seven, adam gibi yerinde oturur. Kovsalar gitmez. "Sıkıysa gelin cezalandırın" der.
Üstelik, adam kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, ülkenin sahibi, milletiyse kulu olarak görüyor. Yani kendi hesabına göre kendi malını bırakıp gitmiş. Ne gidiş ama... Tüymüş be, tüymüş!
Programlardan birinde dediler ki, “Biri ‘Ulu Atatürk!’ diye söze başlarsa ne mal olduğu hemen anlaşılıyor.”. Yuh size be, daha birkaç dakika önce II. Abdülhamid’e “Ulu Hakan Abdülhamid Han” demediniz mi? Yıllardır da ondan bahsederken öyle söylemiyor musunuz? Bu bahtsız adam zamanında vatan topraklarımız bir bir elden çıkmadı mı? Elden çıkmayanların da gelecekleri kararmadı mı? Aman efendim, bunlar hep taktikmiş; Ulu Hakan II. Abdülhamid Han müthiş bir dehaymış. O taktiklerle düşmanı oyalamış. Güldürmeyin Allahaşkına, ne dehası be! O da garip bir faniydi ama boyu kadar değil cürmü kadar yer yaktı. Yanan o yerde ne yazık ki Türk'ün kanlarıyla suladığı vatan topraklarıydı.
Bu televizyon programlarında, adaların tarihi ve hâlihazır durumu hakkında da milleti bölecek yalanlar uyduruyor, iftiralar düzüyorlar.
"Beyler! Hiç merak buyurmayın. Biz 12 ada meselesini de hangi adayı hangi padişahın kimlere peşkeş çektiğini de biliyoruz. Bitmedi... 17 adayla 1 kayalığın bizim Akdeniz'imizle Ege’mizden alınıp Yunan'a peşkeş çekildiğinin ve bu peşkeşin devam etmekte olduğunun da farkındayız. Bu rezillikleri yıllardır vatanseverlere mal etmenin peşindesiniz. Kendi suçunuzu başkalarının üstüne atmakla elinize ne geçtiğini öğrenemedim ama gerçek tarihi tahrif etmekte herkesten üstün olduğunuz çok açık.".
Yalan ve iftiraları bırakın!” desem, bırakamayacağınızı biliyorum.
Çünkü geçim kapınız bu!
Hiç olmazsa palavra frenine azıcık basın da milleti birbirine düşürmeyin. Vatansever kesimi ölüp gitmiş insanlara düşman etmeyin. Palavralarla kurgulanmış kitapları delil diye gündeme taşımayın. Ermeniler aynı sahtekârlığı sizden önce yaptılar. Yanisi şu, uyandık artık!
Son bir söz daha:
Osmanlı padişahları en büyük Türk’müşler.
Türkleri şöyle korumuş, böyle el üstünde tutmuşlar.
Lütfen aklımızla alay etmeyin.
Kafatascılık ne benim ne de soyumun işi olmadı ama eğer bu sahte tarihçiler meseleye kan bağı açısından bakıyorlarsa onlara bir önerim var:
Bayanlar Baylar! Sultan Orhan’ın Nilüfer Hatun’u almasıyla başlayan süreçte; Osmanlı padişahlarının, yedi düvelden yaptıkları evlilik sonucu damarlarında ne kadar Türk kanı kaldığını ve DNA’larının Türklerle yüzde kaç eşleştiğini görmek için genetik uzmanlarına başvurun. Sonucu aldıktan sonra da eğer içinizde bir damla doğruluk kaldıysa bugüne dek yaptığınız tarih katliamını sürdürmez, beyinlerini yıkadığınız insanlardan özür dilersiniz.
Yok eğer kan bağı açısından değil de koruma kollama açısından konuşuyorsanız şunu kafanıza iyice sokun: Savaşlarda Türk kökenliler çarpışıp şehit düşerken “ekalliyet, azınlık, gayrimüslim” gibi adlarla anılan Ermeni, Yahudi, Rum vs kökenliler ticaretle uğraşıp maddi açıdan sürekli güçleniyor, nüfusça artıyor, Osmanlı pastasının en iyi yerini ham yapıyorlardı. Sonunda da Yahudiler hariç diğer hepsi devletlerine ihanet ederek işgalcilerle el birliği yaptılar.
Yalancılar, İftiracılar, Nifakçılar, Hizipçiler, Osmanlıcılar, Yeni Osmanlıcılar, Mezar taşından tarih öğrenenler, “Lozan tü kakadır”cılar, Şaklabanlar, Yağcılar, Hık deyiciler, Çanak yalayıcılar!
Bu işe ne dersiniz?
Nasıldır, iyi midir haberler?
Günay Tulun
Efendim, Atatürk şöyleymiş de İnönü böyle...
Yalanın bini bir mecidiye!
Dilleri bataktan üretilmiş ya, bir de "Osmanlı"nın teknolojik gelişimine Atatürk'ün engel olduğunu ima eder salakça bir cümleyi de “gündem oluştursun hesabıyla” hizmete sokmazlar mı? Sokarlar elbet… Çünkü onu da ileride kullanacaklar. Mayasını şimdiden tutturmalı.
Dedim ya dilleri bataktan, kalpleriyse…
Bire madrabazlar! Osmanlı topraklarında yapılacak her yenilikte ayağa kalkıp, “Din elden gidiyor!” diye isyan çıkaran sizin savunduğunuz kafa yapısı değil miydi? Padişahlar, kapitülasyonlar aracılığıyla neredeyse her türlü ilerlemeyi kendi elleriyle frenlememişler miydi? Osmanlı’da sanayi mi vardı? Askerin üniformasıyla giydiği iç çamaşırların kumaşları bile yabancılardan alınıyordu. Tasarımı da kumaşı da dikişi de tamamen Hristiyan işi olan “fes”i önce giymemek, giydikten sonra da çıkarmamak için “Din elden gidiyor!” isyanları çıkaran aynı kafa değil miydi?
Sizlere ne demeli bilemiyorum. Hıdiv Kasrı yapılırken “Mısır Hıdiv”i Abbas Hilmi Paşa’nın Moskova’yı gözleyip oradan emir almak için bir de kule yaptırdığını, o kuleden Moskova’yla işaretleşeceğini söyleyenler kimdi? Peki, bu saçmalıklardan etkilenip kulenin inşasını durdurarak bugünkü seviyesinden yukarı çıkmasına izin vermeyen kişi, âlâyıvâlâ ile övdüğünüz Osmanlı padişahı II. Abdülhamid değil miydi? Hadi, bahanenin saçmalığını unutup, oradan “Moskova’nın görünmesi ihtimal dâhilindedir” diyelim. İyi de koskoca ülkede, bu olayı test edecek, örneğin bunun için bir İstanbul camisinin minaresine çıkıp Moskova’yı görüp görmediğine (!) bakmayı akıl edecek bir Allah kulu da mı yetişmemiş?
Hezârfen Ahmed Çelebi’nin ilminden ve dolayısıyla Galata’dan Doğancılara dek uçuşundan korkup “Pek korkulacak biridir. Her ne isterse yapar. Böylelerinin yaşaması uygun değildir.” diyerek eline bir para kesesi tutuşturduktan sonra onu Cezayir’e süren IV. Murad, Çin imparatoru muydu?
Bir zamanların bilimde ileri ülkesinin; tahtından korkan padişahlar ve dini kullanarak çıkar peşinde koşan iblis ruhlu dinciler nedeniyle geldiği noktaya bakın. Bilimden ne denli uzak olursan o denli aptalca iş yaparsın. O denli sömürülür o denli saldırıya uğrar, ülkeni o denli koruyamaz hâle düşersin.
Bisiklet ve otomobili şeytan icadı diye taşlayanlar hangi ülkenin halkıydı? Ya treni?.. Hangi birini anlatmalı? Hangisini hangisini?..
Teknolojiymiş; Allah’tan korkun, kuldan utanın be!..
Bir gecede Latin harfleri kabul edilerek milletin Osmanlıca kitapları okuyamaması sonucu geçmişiyle ilgisi kesilmiş. Hatta mezar taşlarını okuyarak tarihlerini öğrenmelerinin önüne geçilmiş.
Palavra! Bunların hepsi komedyen olmalıymış. Önce şunu söyleyeyim, Türkçenin bir gecede damdan düşer gibi geldiği de yalan. Birtakım eğitimlerden sonra uygulanmaya başladı. Eğitimlerin bir kısmında aktif olarak Atatürk de yer aldı. Gazeteler, eski ve yeni dilde yazılmış yazılarla bu seferberliğe katkı verdiler.
Bir başka yalan da Osmanlı halkı silme okur yazarmış havasının yaratılması. Oysa okur yazar nüfusu öylesine azdı ki, aşağıda adresini vereceğim "Mezar Taşından Tarih"i okuduğunuzda, o sayıya zor inanacaksınız.
Osmanlıca denen yazı şekli gerek stil gerekse anlam olarak dönemlere göre değişiklik içerir. Bu yüzden hiç kimse, birkaç dönemi bilmekle "Osmanlıcaya baştan sona vâkıfımdır." diyemez. Bunca tarih kitabı bu palavracılara gerçek tarihi öğretememişken, üstünde birkaç sözcük yazan mezar taşları mı öğretecekmiş? Hem de birçoğu zamanın tahribatı nedeniyle kırılıp dökülmüş ya da silikleşmişken. Allah bu insanlara akıl fikir versin.
Bu cahillere bir tüyo vereyim de Lozan furyası bittikten sonra Atatürk devrimlerini rahatlıkla "O zaten sultan bilmem kimin eseridir." diye çarpıtabilsinler.
Beyler! Bir gecede, tarihinizi mezar taşlarından öğrenmenizi engelleyen o "Harf Devrimi" var ya, işte o devrimi, Sultan Abdülmecid ve Ulu Hakan dediğiniz II. Abdülhamid'de düşünmekteydi. Bu iş için birinin yaşam vadesi diğerininse taht ömrü yetmedi. Allah tüm ölmüşlerimize rahmet etsin. Amin!
Bu arada, çok olduğu yolundaki tüm yalanların aksine, Osmanlı döneminde basılan üç beş kitabın öyküsünü Tarihin Habercisi'nde yayınlanan ve Mezar Taşından Tarih'le başlayan yazı dizisinde bulabilirsiniz. Belki yararı olur.
Bir komiklik de Vahdettin'in vatanını ne denli sevdiği ve işgalcilere karşı gerekirse tebaasıyla birlikte savaşacağı palavrası. O hâlde neden savaşmamış? Gerekmemiş mi yoksa? Vatanını bu denli seviyormuş da o hâlde Atatürk'ü neden jurnallemiş, neden engellemeye kalkmış? Neden Türkiye'nin planlarını İngilizlere haber vermiş. El yazısıyla sabit. Mektup hâlâ İngiltere'de...
Her şey bir yana; vatanını seven hazineyi yüklenir de başka ülkelere kaçar mı? Efendim 5 kuruş almamış. Yaban ellerde aç gezmişler. Soruyorum, var mı bu yalana gerçekten inanan?
Vatanını seven, adam gibi yerinde oturur. Kovsalar gitmez. "Sıkıysa gelin cezalandırın" der.
Üstelik, adam kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, ülkenin sahibi, milletiyse kulu olarak görüyor. Yani kendi hesabına göre kendi malını bırakıp gitmiş. Ne gidiş ama... Tüymüş be, tüymüş!
Programlardan birinde dediler ki, “Biri ‘Ulu Atatürk!’ diye söze başlarsa ne mal olduğu hemen anlaşılıyor.”. Yuh size be, daha birkaç dakika önce II. Abdülhamid’e “Ulu Hakan Abdülhamid Han” demediniz mi? Yıllardır da ondan bahsederken öyle söylemiyor musunuz? Bu bahtsız adam zamanında vatan topraklarımız bir bir elden çıkmadı mı? Elden çıkmayanların da gelecekleri kararmadı mı? Aman efendim, bunlar hep taktikmiş; Ulu Hakan II. Abdülhamid Han müthiş bir dehaymış. O taktiklerle düşmanı oyalamış. Güldürmeyin Allahaşkına, ne dehası be! O da garip bir faniydi ama boyu kadar değil cürmü kadar yer yaktı. Yanan o yerde ne yazık ki Türk'ün kanlarıyla suladığı vatan topraklarıydı.
Bu televizyon programlarında, adaların tarihi ve hâlihazır durumu hakkında da milleti bölecek yalanlar uyduruyor, iftiralar düzüyorlar.
"Beyler! Hiç merak buyurmayın. Biz 12 ada meselesini de hangi adayı hangi padişahın kimlere peşkeş çektiğini de biliyoruz. Bitmedi... 17 adayla 1 kayalığın bizim Akdeniz'imizle Ege’mizden alınıp Yunan'a peşkeş çekildiğinin ve bu peşkeşin devam etmekte olduğunun da farkındayız. Bu rezillikleri yıllardır vatanseverlere mal etmenin peşindesiniz. Kendi suçunuzu başkalarının üstüne atmakla elinize ne geçtiğini öğrenemedim ama gerçek tarihi tahrif etmekte herkesten üstün olduğunuz çok açık.".
Yalan ve iftiraları bırakın!” desem, bırakamayacağınızı biliyorum.
Çünkü geçim kapınız bu!
Hiç olmazsa palavra frenine azıcık basın da milleti birbirine düşürmeyin. Vatansever kesimi ölüp gitmiş insanlara düşman etmeyin. Palavralarla kurgulanmış kitapları delil diye gündeme taşımayın. Ermeniler aynı sahtekârlığı sizden önce yaptılar. Yanisi şu, uyandık artık!
Son bir söz daha:
Osmanlı padişahları en büyük Türk’müşler.
Türkleri şöyle korumuş, böyle el üstünde tutmuşlar.
Lütfen aklımızla alay etmeyin.
Kafatascılık ne benim ne de soyumun işi olmadı ama eğer bu sahte tarihçiler meseleye kan bağı açısından bakıyorlarsa onlara bir önerim var:
Bayanlar Baylar! Sultan Orhan’ın Nilüfer Hatun’u almasıyla başlayan süreçte; Osmanlı padişahlarının, yedi düvelden yaptıkları evlilik sonucu damarlarında ne kadar Türk kanı kaldığını ve DNA’larının Türklerle yüzde kaç eşleştiğini görmek için genetik uzmanlarına başvurun. Sonucu aldıktan sonra da eğer içinizde bir damla doğruluk kaldıysa bugüne dek yaptığınız tarih katliamını sürdürmez, beyinlerini yıkadığınız insanlardan özür dilersiniz.
Yok eğer kan bağı açısından değil de koruma kollama açısından konuşuyorsanız şunu kafanıza iyice sokun: Savaşlarda Türk kökenliler çarpışıp şehit düşerken “ekalliyet, azınlık, gayrimüslim” gibi adlarla anılan Ermeni, Yahudi, Rum vs kökenliler ticaretle uğraşıp maddi açıdan sürekli güçleniyor, nüfusça artıyor, Osmanlı pastasının en iyi yerini ham yapıyorlardı. Sonunda da Yahudiler hariç diğer hepsi devletlerine ihanet ederek işgalcilerle el birliği yaptılar.
Yalancılar, İftiracılar, Nifakçılar, Hizipçiler, Osmanlıcılar, Yeni Osmanlıcılar, Mezar taşından tarih öğrenenler, “Lozan tü kakadır”cılar, Şaklabanlar, Yağcılar, Hık deyiciler, Çanak yalayıcılar!
Bu işe ne dersiniz?
Nasıldır, iyi midir haberler?
Günay Tulun