Esasen Davutoğlu, görüşme sürecinin başında, bu görüşmelere "İstikşafi Görüşmeler" diyerek niyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Anlaşılan CHP, bu kavramın ne anlama geldiğini pek anlayamadığı için ısrarla ve koalisyon görüşmesi yaptıklarını zannederek
görüşmelere devam etmiştir. Oysa Arapça "İstikşafi" kelimesi, Türkçemizde "keşfe çalışma", "niyet okuma" gibi anlamlara geliyor.
Cumhurbaşkanı 14 Ağustos günü Rize'de yapmış olduğu konuşmada "Bahçeli'yi muhatap almıyorum. Makamım, şahsım ve ailem hakkında edep sınırlarını aşan ifadelerde bulundu. Bu konularda yasal işlemler başlatılmıştır..." diyerek, bir anlamda MHP ile de koalisyon istemediğinin sinyallerini vermiş bulunmaktadır. Ahmet Davutoğlu da yine aynı gün partisinin 14. kuruluş yıldönümünde MHP'yi ve Bahçeli'yi muhatap alarak söylediği sözlerle Bahçeli ile öylesine bir görüşme yapma niyetinde olduğunu açık etmiştir. Ayrıca, Davutoğlu, aynı toplantıda; "Bir erken seçime gitme zarureti Sayın Bahçeli'nin şu ana kadarki ifadelerinden kaynaklanmıştır. Ama bizi en mutlu edecek şey halkımızla meydanlarda buluşmaktır. 81 Vilayeti dolaştık yorulmadık bir daha dolaşmak gerekirse bir daha dolaşır yine yorulmayız." diyerek bir anlamda erken seçim startını da vermiş bulunmaktadır.
Kanaatimizce bu noktada MHP yönetiminin, en azından partileri için yapacakları en isabetli iş, Ahmet Davutoğlu'na vermiş oldukları randevuyu nazikçe iptal ederek hiç vakit geçirmeksizin erken seçime hazırlanmaktır. Evlenecek gelin ve damat adaylarının, birbirlerine hakaret ederek yüzük takıp, nişan töreni yaptıkları dünyanın hiçbir yerinde görülmüş şey değildir çünkü! Nişan merasimi yapılıp, karşılıklı hediyeler verildikten sonra dönüş çok daha zor olabilir ve belki de bu iş mahkemeye kadar gider. Bizden hatırlatması.
Gerçi MHP'nin 13 Ağustos günü yapmış olduğu yazılı açıklamadan ve 14 Ağustos günü MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın'ın bir özel TV'de kulanmış olduğu ifadelerden de öğrendik ki; MHP de AKP ile koalisyon kurmaya fazla istekli görülmüyor. Sadece kamuoyunun kendilerinden olan beklentisine cevap olsun kabilinden Davutoğlu'nun görüşme talebine olumlu cevap verdikleri anlaşılıyor. Ancak ileri sürdükleri şartları, içine Erdoğan'ın ruhu girmiş Davutoğlu'nun kabul edeceğini beklemek safdillik olacaktır.
Özetle; Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP kadroları, iktidarı başkalarıyla paylaşma niyetinde değiller ve bu sebeple Türkiye hızla erken seçime doğru gitmekte, Tayyip Erdoğan ise ülkeyi tek başına yönetme azmindedir. Bunun için de uzun süredir bu yönetim şeklinin altyapısını oluşturmaktadır Tayyip Bey. Cumhurbaşkanlığı kadrolarını bu yeni yönetim anlayışına göre dizayn ederek, yeni birimler oluşturmuş, üç dönem kuralıyla meclis dışında kalan AKP'li vekilleri silme cumhurbaşkanlığında görevlendirmiştir. Medyaya yansıyan haberlere göre; merkez ve taşra kuruluşları dahil olmak üzere, hatta köy muhtarlarına varıncaya kadar, bütün kamu kurumlarında Cumhurbaşkanlığı makamına direk bilgi verecek birim ve kişiler teşkil edilmiştir ki; geçtiğimiz 12 Ağustos günü muhtarlara verilen yeni görevle, Tayyip Bey, bir anlamda kendi "Jurnal Teşkilatı"nı da kurmuş bulunmaktadır.
"Osmanlı Devleti’nde Jurnal Teşkilatı 1835-1860" isimli kitabın yazarı Mehmet Zahit Yıldırım, ilk olarak II. Mahmut zamanında hizmete sokulan ve 1860 yılına kadar aktif olarak çalışan bu Jurnal Teşkilatı'nın şöyle tanımlamaktadır:
"Jurnal teşkilatı deyince, II. Abdülhamit ve döneminde var olduğu iddia edilen baskı ve ispiyonlamaları ifade eden çağrışımlar akla gelir. Ancak bizim yaptığımız bu çalışmadaki jurnal teşkilatı ile adı geçen dönemdeki uygulamalar ve teşkilat arasında benzerlik yoktur... Jurnal teşkilatı günlük hayatta yaşanan ve meydana gelen olayları ve bilgileri toplayarak bir deftere kaydeden teşkilattır. Bu kayıtları jurnal kâtibi isimli görevli yapmaktadır. Jurnal kâtibi gerek kendi gördüklerini, gerek duyduklarını, gerekse başka resmi dairelerdeki görevlilerce kaydedilen bilgileri kendi defterine kaydederek bunları önce sancak merkezine göndermektedir. Sancak merkezinde diğer kazalardan gelen jurnal defterleri ile birlikte her ay İstanbul’a gönderilmektedir. İstanbul’da bulunan kâtipler ise taşradan gelen bu defterlerden ilginç ve kayda değer gördüklerini Anadolu Jurnal Defteri’ne kaydetmişlerdir."(1).
Görüldüğü gibi yazar Jurnal Teşkilatı'nı bu şekilde ve faydalı bir yönetim tarzı gibi sunmaktadır. Umarız Tayyip Erdoğan'ın kurmak istediği yönetim sistemi de buna benzer bir yönetim sistemidir. Ancak geçtiğimiz 12 Ağustos günü muhtarlara verdiği göreve bakınca onun aklındaki sistemim, II. Abdülhamit tarafından uygulanan Hafiye Sistemi'ne daha yakın olduğu sonucuna varıyoruz. Nedir bizi bu şekilde düşünmeye iten sebep? Tayyip Erdoğan'ın "Çünkü ben biliyorum ki benim muhtarım hangi evde kim var, nedir, ne değildir, bunu gelecek gayet uygun, sakin şekilde, kaymakamına, valisine, emniyet müdürüne bildirecek..." şeklindeki sözleridir.
Esasen, başıbozukluğun, isyanların ve eşkıya hareketlerinin kol gezdiği bir dönemde, cumhuriyetin ilanından sadece 4.5 ay sonra, ülkedeki düzeni ve asayişi sağlamak üzere; 18.03.1924 tarihinde çıkarılan 442 sayılı Köy Kanunu'nun 36. maddesinde köy muhtarlarına "Köye gelip gidenlerin niçin gelip gittiklerini anlamak ve bunlar içinde şüpheli adamlar veyahut ecnebiler görülürse hemen yakın karakola haber vermek, köy civarında eşkıya görürse hükümete haber vermek ve elinden gelirse tutturmak" şeklinde bir sorumluluk verilmekte ise de, günümüz şartlarında bu hükmün uygulanabilirliği büyük ölçüde yoktur. Yaklaşık 30 yıldır devam eden terör olaylarında bölgedeki muhtarlardan kaçı acaba bu görevlerini yerine getirebilmişlerdir. Getirenler ise muhtemelen terör örgütünce "Muhbir" kabul edilerek ya infaz edilmiş, ya da korkutularak ülkenin başka bölgelerine kaçmak zorunda bırakılmışlardır.
Dolayısıyla; ekonomimizin canlanması için turizme bel bağladığımız ve kurtla kuzunun birbirinin içine girdiği böyle bir dönemde muhtarlarımızın kötü niyetli ecnebilerle kimin eşkıya ve terörist olduğunu ayırt ederek resmi makamlara bildirmesi, hele hele tutturması mümkün değildir. Bu, bile bile muhtarları, özellikle terör örgütleri karşısında açık hedef haline getirmek anlamına gelecektir.
Bilindiği gibi, İslamcı politikanın uygulayıcısı olarak tebarüz eden padişah II. Abdülhamit, kurdurmuş olduğu hafiye teşkilatını tamamıyla kendisine bağlamış ve bu teşkilat vasıtasıyla siyasi muhaliflerini bir bir saf dışı etmiştir.
Döneminde, teşkilatın icraatları için jurnalcilik ya da ispiyonculuk tanımlarını kullanarak karşı çıkanlara cevaben II. Abdülhamid, hatıratında bu kurumun kuruluşuyla ilgili şöyle demiştir: "Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilât budur"(2).
II. Abdülhamid böyle diyerek kendisini savunsa da ve teşkilatın bir amacının da Ermeni komitacıları hakkında istihbarat toplanması olarak açıklansa da uygulamalar bambaşka bir seyir izlemiştir. Esasen İttihat ve Terakki döneminde Hariciye Vekilliğine kadar yükselmiş ola Ermeni asıllı Gabriel Noradukyan Efendi'nin 1883'ten beri Hariciye teşkilatı içinde önemli görevler üstlendiği biliniyor. Esasen II. Abdülhamit'e meclisin hal (tahttan indirilme) kararını tebliğ edenlerin hemen tamamının azınlıklara mensup mebuslar olduğunu dikkate alırsak, II. Abdülhamid'in kurdurmuş olduğu teşkilatın asıl hedefinin, Türkler olduğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Söz konusu teşkilatın, Jön Türkler örneğinde olduğu gibi ülkedeki baskı rejiminden kaçarak Paris, Roma ve Londra gibi çeşitli dış merkezlerde üstlenen Türk siyasetçileri de yakından izlemiş olması bunu göstermektedir.
Umarız ve dileriz ki; Tayyip Erdoğan, tek adamlık düşüncesinden ve bu düşünceye uygun yeni kurum ve kuruluşlar ihdas etmekten bir an önce vazgeçer...
Ömer Sağlam
______________
1-http://www.tosyahaberleri.com/kultur-sanat/osmanli-devletinde-jurnal-teskilati-h3717.html,
2- http://www.mit.gov.tr/ek-nu2.html