Grup sitelerimizde yayınlanan makaleler hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Nisan 2012′den beri de özel
hâl dışında redakte edilmeyip doğru ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
İNTERNET, SOSYAL MEDYA, SOSYAL SORUMLULUK
Hiç unutmam, ilkokuldayken tanışmıştım internetle.Karne hediyesi olarak alınan bilgisayarımızı telefona bağlar, internete girmeye çalışırdık. Tabii internete bağlanır bağlanmaz meşgul çalardı ev telefonu. Pek de bir şey yapmazdık hani, en fazla ‘’super mario’’ falan oynardık.
Küçüktük o zaman, afacandık ya, bizimkiler uyur uyumaz tekrar açardık bilgisayarı, birkaç bölüm daha geçmeye çalışır, mutlu olurduk.
Tabii fatura gelince o mutluluk siliniverirdi yüzümüzden.
Şimdi öyle değil tabii…
Teknolojinin ışık hızıyla geliştiği şu zamanda, internette harcanan vakit de paralel olarak artıyor. Binlerce site, on binlerce kullanıcı ve herkesi ortak bir paydada
buluşturan sosyal medya siteleri. Zaman, mekân sınırlaması olmadan birbirleriyle özgürce etkileşimde bulunabiliyor insanlar. Bulunabiliyordu demek daha doğru olacak sanırım. Yakındır, yarın ya da öbür gün ‘’internete devlet kotası’’, ‘’günde 3 defa twitter’a girmek caiz değil’’ adlı birkaç yasa fırt geçirilirse meclisten, hiç şaşırmam.
Devletin halk üzerindeki otoritesini arttırdığı, basına şuursuzca sansür uygulandığı, yapılan her hareketin, paylaşılan her fotoğrafın, söylenen her sözün altında ‘’paralel’’ bir anlam arandığı şu günlerde, sosyal medya kullanımı tabiri caizse coşmuş bulunuyor. İnadına yapar gibi. Çünkü halk ve yöneticiler arasında bir uçurum var. İnsanlar seslerini duyurabilmek için kendi küçük ekranlarından paylaşımlar yapıp düşüncelerini ifade etmeye çalışıyor. Yine bu insanlar; düşüncelerini küfürsüz, hakaretsiz bir şekilde ifade ederken, eleştirilerine mizah katıp kimsenin huzurunu kaçırmadan ses çıkarmaya çalışırken; bugün bizi yöneten ve sosyal medyayı ‘’bela’’ olarak gören çoğunluğun, twitter’ın kapanma ihtimalini yine twitter üzerinden duyuruyor olması, kendi adamlarından biri olan ve koskoca başkente başkanlık yapan birinin, twitter hesabından muhalefete ve muhalif düşünen herkese patavatsızca yorumlarda bulunup hiçbir şekilde uyarılmaması da sergiledikleri tutumla hoş bir ironi oluşturuyor.
Düşünmeyince komik, ama olaya ciddi bakınca, traji komik bir durum oluyor.
Kontrol edemediği her şeyi bela olarak gören anti demokratik bir zihniyetten ve onun ‘’.akepex’’ uzantılarından beklenen de bu zaten.
Şaşırıyor muyuz?
Hayır.
Neden anlattın? Bunları zaten biliyoruz biz diyorsanız eğer, fazla konuştum, sadede geleyim. Benim kafama takılan sosyal medyanın nasıl kullanıldığı değil, kimin kimi iğnelediği, durduk yere sataştığı, laf attığı ya da laf çarptığı değil; orada oluşan, gelişen ve ses getiren sosyal sorumluluk projeleri. Örneğin; ALS hastalığına dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için başlatılan kampanya… Tüm dünyada bilinen adıyla; ‘’icebucketchallenge’’, bizde ki adıyla ise; ‘’kafandan aşağı bir kova buzlu su dök.’’ Gerçi bizdeki adını söylemek ‘’çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?’’ diye sormak kadar zor ama olsun.
Özellikle geçtiğimiz ay gündeme bomba gibi düşen bu kampanya, gerek televizyonlarda gerekse sosyal medyada büyük yanlı uyandırdı. Davutoğlu’nun bile Darth Vader’a özendiği bu teknoloji-uzay çağında, bu tarz sosyal sorumluluk hareketlerinin olması beni de çok heyecanlandırdı, çok mutlu etti.
Önce ALS’yi araştırdım, sonra da kampanyanın içeriğini. Sonra da hemen açtım bütün sosyal ağları (hâlâ açabiliyorken), başladım okumaya.
O günlerde kampanya inanılmaz ses getiriyordu.
Her yer kova, her yer buzlu su doluydu. İnsanlar birbirine meydan okuyor, bağışta bulunuyorlardı. Görünen tablo renkliydi, ancak toplanan bağışlar siyah-beyaz, film gibiydi biraz.
Ağustos aynın sonlarına doğru toplanan bağışlara baktım. Kampanya Amerika’da başladığı için oradan başladım bakmaya. Maşallah, iyi bağış toplamışlar. Sonra Türkiye’ye geldim. Önce 5 bindi, sonra 15 oldu sonra biraz daha arttı ama asla dudak uçurtacak, hadi dudak uçurtmayı da geçtim, ‘’vay, iyi bağış toplanmış be!’’ diye şaşırtacak boyutlara ulaşmadı. Aslında tam da beklediğim tabloyla karşılaştım. Dökülen su kadar para toplansaydı zaten, borsa falan talan olurdu herhâlde.
Eh, insan düşünüyor tabii.
Bu ülkede nasıl gerçek hayırseverler varsa, hayır işi adı altında minik çalışmalar yapıp vergi kaçıran insanlar da var. Bu ülkede, bu kampanyayı gerçekten ciddiye alıp katılanlar varsa, kameraların karşısına kısacık eteklerle, şortlarla geçip sadece moda olduğu için katılanlar da var. Onlar da pek bir…
Nasıl desem bilemedim.
Samimi gelmedi diyelim.
Uzun lafın kısası, biz bu ALS’nin altından kalkamadık gibi geldi bana.
İş reklam yapmaya, gündemde kalmaya dönüşünce, kampanya da inandırıcılığını kaybetti benim gözümde.
Birilerinin dikkatini çekmek, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlatmak ve farkındalık yaratmak için biraz daha bilinçlenmek lazım kanımca. Bazı şeyleri daha rahat yapmak, hisleri daha gönülden ifade edip, fikirleri daha özgürce savunabilmek için bu ülkede; herkesin birden toplanıp aynı anda meydan okuması, ‘’(k)oyuncular’’ın derin uykularından uyanıp gerçeklerin farkına varması gerek. Eh, bunun içinde ayılmak, ayılmak için de, evde bulduğumuz tüm kapkacak türevi şeylere buzlu su doldurup kafamızdan aşağı dökmek gerek bence.
En başta dediğim gibi, biz ne zorluklara girerdik internete. Hali hazırda hâlâ internet kullanabiliyorken, sosyal sorumluluk kampanyalarına biraz daha destek verelim derim ben. Biraz daha duyarlı olalım isterim. Daha samimi olmak kaydıyla tabii... Malum, yarın biri çıkar da ‘’internet yok, bitti. O da neymiş öyle, cadı icadı’’ falan derse hiç şaşırmayacağım çünkü.
Düşündüm de…
Öyle bir şey olmaz herhâlde. Çünkü Sayın Gökçek ne yapar eder iptal ettirir o kararı. Mesela ben çok merak ediyorum, kendisi twitter’dan arta kalan zamanında (kalırsa tabii), belediye işleriyle uğraşıyor mu diye.
Lafı açılmışken, tüm ALS hastalarına acil şifalar diliyorum.
Ağustos aynın sonlarına doğru toplanan bağışlara baktım. Kampanya Amerika’da başladığı için oradan başladım bakmaya. Maşallah, iyi bağış toplamışlar. Sonra Türkiye’ye geldim. Önce 5 bindi, sonra 15 oldu sonra biraz daha arttı ama asla dudak uçurtacak, hadi dudak uçurtmayı da geçtim, ‘’vay, iyi bağış toplanmış be!’’ diye şaşırtacak boyutlara ulaşmadı. Aslında tam da beklediğim tabloyla karşılaştım. Dökülen su kadar para toplansaydı zaten, borsa falan talan olurdu herhâlde.
Eh, insan düşünüyor tabii.
Bu ülkede nasıl gerçek hayırseverler varsa, hayır işi adı altında minik çalışmalar yapıp vergi kaçıran insanlar da var. Bu ülkede, bu kampanyayı gerçekten ciddiye alıp katılanlar varsa, kameraların karşısına kısacık eteklerle, şortlarla geçip sadece moda olduğu için katılanlar da var. Onlar da pek bir…
Nasıl desem bilemedim.
Samimi gelmedi diyelim.
Uzun lafın kısası, biz bu ALS’nin altından kalkamadık gibi geldi bana.
İş reklam yapmaya, gündemde kalmaya dönüşünce, kampanya da inandırıcılığını kaybetti benim gözümde.
Birilerinin dikkatini çekmek, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlatmak ve farkındalık yaratmak için biraz daha bilinçlenmek lazım kanımca. Bazı şeyleri daha rahat yapmak, hisleri daha gönülden ifade edip, fikirleri daha özgürce savunabilmek için bu ülkede; herkesin birden toplanıp aynı anda meydan okuması, ‘’(k)oyuncular’’ın derin uykularından uyanıp gerçeklerin farkına varması gerek. Eh, bunun içinde ayılmak, ayılmak için de, evde bulduğumuz tüm kapkacak türevi şeylere buzlu su doldurup kafamızdan aşağı dökmek gerek bence.
En başta dediğim gibi, biz ne zorluklara girerdik internete. Hali hazırda hâlâ internet kullanabiliyorken, sosyal sorumluluk kampanyalarına biraz daha destek verelim derim ben. Biraz daha duyarlı olalım isterim. Daha samimi olmak kaydıyla tabii... Malum, yarın biri çıkar da ‘’internet yok, bitti. O da neymiş öyle, cadı icadı’’ falan derse hiç şaşırmayacağım çünkü.
Düşündüm de…
Öyle bir şey olmaz herhâlde. Çünkü Sayın Gökçek ne yapar eder iptal ettirir o kararı. Mesela ben çok merak ediyorum, kendisi twitter’dan arta kalan zamanında (kalırsa tabii), belediye işleriyle uğraşıyor mu diye.
Lafı açılmışken, tüm ALS hastalarına acil şifalar diliyorum.
Merve Vatan