Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Üniversite Yarışı"...
Burada bize o günlerde kucak açan bu güzel insanlardan biraz bahsetmek istiyorum. İhsan Abi -aslında ona amca dememiz gerekiyordu ama herhâlde herkes ona abi diyor diye biz de öyle diyorduk- diyebilirim ki benim hayatımda gördüğüm en nazik, en ince düşünceli erkekti, hani karıncayı incitmekten korkar derler ya aynen öyle bir beyefendi.
Bu davranışının yapmacık olmadığını, eşine, kızına, kısacası herkese karşı öyle davranmasından anlıyordunuz.
Eşi Nurten Yenge de güler yüzlü ve konuksever bir hanımdı. Bizi rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar. İbrahim Abi ise heyecanlanmayalım diye vaktinden önce bizi almaya geliyor, yabancısı olduğumuz Ankara'yı tanıtmak, belki biraz da
heyecanımızı yatıştırmak için, geçtiğimiz yerler ve çevremizdeki binalar hakkında bize sürekli bir şeyler anlatıyordu.
heyecanımızı yatıştırmak için, geçtiğimiz yerler ve çevremizdeki binalar hakkında bize sürekli bir şeyler anlatıyordu.
Sınavlar bitip Beypazarı'na döndükten sonra heyecanlı bir bekleyiş başladı. Bana yıllar kadar uzun gelen bu bekleyişin sonunda önce Robert Kolej'in sınav sonuçları belli oldu. Okuldan gelen mektup "İş İdaresi (Business Administration)" bölümünü kazandığımı, fazla gecikmeden kararımı vermem gerektiğini, zira sırada girmek için bekleyen çok sayıda öğrenci olduğunu bildiriyordu. Çok rahatlamıştım, çünkü artık açıkta kalmayacağım kesinleşmişti.
Sonra sırasıyla ODTÜ ve merkezi sistem sınav sonuçları belli oldu. ODTÜ Mimarlık Fakültesini, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (o yıllardaki adıyla Gazetecilik Enstitüsü) kazanmıştım. Kafam karmakarışıktı, mesleğime karar vermem gerekiyordu ve yine herkes farklı şeyler söylüyor, kafam iyice karışıyordu.
Tabii bu arada hayallerim de sınır tanımıyordu. Gözümü kapattığımda kendimi kah aydıngerler üzerine projeler çizerken görüyor, kâh siyah cübbemle, görkemli bir mahkeme salonunda, hakimin önünde ateşli bir savunma yaparken görüyordum.
Bazen büyük bir şirketin üst düzey yöneticisi oluyor, sağa sola emirler yağdırıyor, bazen de omzumda kameram, elimde not defterim haber peşinde koşuşturup duruyordum.
Hayal kurmak çok güzeldi ama artık yaz tatili bitiyordu ve benim bu hayallere bir son verip karar vermem gerekiyordu. Yeterince düşünmüş, tartmış ve ODTÜ'nün ağır bastığı kanısına varmıştım. Evet, ben ODTÜ'ye gidecek ve mimar olacaktım.
Bu kararla işin en zor kısmı bitmiş, sıra kayıt yaptırmaya gelmişti. Babacığımla Ankara'ya, ODTÜ'ye gidip önce kaydımı yaptırdık. Okul şehrin dışında, ağaçlıklı kocaman bir arazinin içinde modern binaları olan bir kampüstü. ÜAKL'yle kıyaslandığında çok büyüktü.
Hiçbir yeri, hiç kimseyi tanımıyor, ona buna sorarak yolumuzu bulmaya çalışıyorduk.
Bu şaşkınlık ve koşuşturmaca arasında rahmetli babacığımın bana :
"Yeni bir yere gittiğimde oranın acemisi olmak bana büyük zevk verir, daha sonra buraları avucunun içi gibi bileceksin, o kadar tadı kalmayacak, bu acemiliğin tadını çıkarmaya bak" dediğini hatırlıyorum.
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Yeni Heyecanlar" ile devam edecek
Semiramis Kanbak