Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Kardeşim Tomris, İstanbul'da Zeynep Kâmil Hastanesi'nde doğdu.
Onun doğumuyla artık yalnızlıktan kurtulmuş, küçük bir kardeşim olduğu için çok sevinmiştim. Herkes benim onu kıskanacağımı, istemeyeceğimi beklerken, ben ona âdeta bir anne şefkatiyle bağlanmış, hemen benimsemiştim.
Onu ayağımda sallıyor, mamasını yediriyor , annem yanından ayrıldığında oyalamaya çalışıyor, kısacası tam bir ablalık yapıyordum.
Onun doğumuyla artık yalnızlıktan kurtulmuş, küçük bir kardeşim olduğu için çok sevinmiştim. Herkes benim onu kıskanacağımı, istemeyeceğimi beklerken, ben ona âdeta bir anne şefkatiyle bağlanmış, hemen benimsemiştim.
Onu ayağımda sallıyor, mamasını yediriyor , annem yanından ayrıldığında oyalamaya çalışıyor, kısacası tam bir ablalık yapıyordum.
Bugün düşünüyorum da aileye üçüncü bir kız çocuğunun gelmesi özellikle de bizim toplumumuzda çok da sevinilecek bir şey değildi.
Muhakkak ki annemle babam onun erkek olarak doğmuş olmasını tercih ederlerdi. Ancak sanırım bunu bize ve
çevreye hissettirmemek için onun beslenme ve bakımına hiçbirimize olmadığı kadar özen gösterdiler.
Amerikan mamalarıyla, özel vitaminlerle büyüttüler.
Ona karşı hiçbirimize olmadıkları kadar hoşgörülü oldular.
Bunun sonucu olarak da kız kardeşim okulda ve mahallede erkek çocukları dahi dövüp korkutan, sözünü kimseden sakınmayan, istediğini yaptıran, haşarı ama bir o kadar da sevimli bir çocuk oldu.
Rahmetli eniştemin onu, Beypazarı'nda erkek gibi tavırları nedeniyle ünlü olmuş birinin lakabıyla, "Herif Havva" diye çağırdığını hatırlıyorum.
Muhakkak ki annemle babam onun erkek olarak doğmuş olmasını tercih ederlerdi. Ancak sanırım bunu bize ve
çevreye hissettirmemek için onun beslenme ve bakımına hiçbirimize olmadığı kadar özen gösterdiler.
Amerikan mamalarıyla, özel vitaminlerle büyüttüler.
Ona karşı hiçbirimize olmadıkları kadar hoşgörülü oldular.
Bunun sonucu olarak da kız kardeşim okulda ve mahallede erkek çocukları dahi dövüp korkutan, sözünü kimseden sakınmayan, istediğini yaptıran, haşarı ama bir o kadar da sevimli bir çocuk oldu.
Rahmetli eniştemin onu, Beypazarı'nda erkek gibi tavırları nedeniyle ünlü olmuş birinin lakabıyla, "Herif Havva" diye çağırdığını hatırlıyorum.
Babamın izni bitince yeni doğan kardeşimi de alarak ailece Beypazarı'na döndük.
Şimdi size biraz Beypazarı'nı anlatmak ve oradaki ilk evimizden bahsetmek istiyorum.
Ankara'nın kuzeybatısında , tarihi çok eskilere dayanan, eski "İpek Yolu" üzerinde kurulmuş olan Beypazarı, üç tepe arasına yerleşmiş, içinden geçen 3 derenin sağladığı yeşil örtüsü, tipik ahşap evleri, samimi, çalışkan, okumuş insana ve bilgiye saygı duyan, akıllı insanları ile şirin mi şirin bir Orta Anadolu kasabasıydı. Şimdi çocukluğumun en güzel günlerinin geçtiği bu kasabanın medyada görüntülerini izledikçe, turizm yönünde kaydettiği ilerlemeleri gördükçe çok seviniyor ve gurur duyuyorum.
Bugün gençler televizyonun, bilgisayar oyunlarının, internetin olmadığı o günlerde küçük bir kasabada yaşamın pek de keyifli olmadığını düşünebilirler.
Oysa biz; o zamanlar öyle mutluyduk, yaşamdan öylesine keyif alıyorduk ki…
Belki bilgisayar oyunları yoktu ama arkadaşlarımızla canlı canlı oynadığımız sokak oyunları vardı. İnternet arkadaşlarımız yoktu ama aile gibi olduğumuz komşularımızla kurduğumuz yakın ilişkilerimiz vardı.
Markalı giysilerimiz yoktu ama bayramdan bayrama ya da mevsimden mevsime alınan kıyafetlerin bize verdiği mutluluk bugün çocuklara her istediklerinde alınan markalı giysilerden çok daha büyük bir mutluluk veriyordu. Hiçbir şeyi kolay elde etmediğimiz için de küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkarmayı biliyorduk.
Sanırım mutluluğumuzun sırrı da bunda yatıyordu.
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Beypazarı ve Biz"le devam edecek.
Bir önceki yazı: "Yaşama Merhaba"...
Semiramis Kanbak