Ülke gündemi arada bir değişiyor. Bazen de gündem aynı kalıp konuların sıraları değişiyor. Kıbrıs... Bazen sırası değişen, ama yıllardır gündemden düşmeyen konu. Biz de, şimdi yine baş sıralardaki Kıbrıs’ı yazı konusu seçtik.
Kıbrıs, tarihte zengin bakır madenleriyle tanınmıştır. Şimdiki adını da bakır anlamındaki “cumrup” sözünden almıştır. Sözün hangi dilden geldiğini bilmiyoruz ama, kelime yapısı Latinceye benzemektedir. Ancak... Ada’nın geçmişinde görülen ve bilinen ilk adı Alasia’dır. Kıbrıs’ın coğrafyadaki uygun yeri yanında; bakır madenleri ve buna dayalı ticaret, buraya duyulan ilgiyi hep yüksek tutmuştur. Böylesine bir ilgi de arkasından göçlerle istilaları davet edecektir. Nitekim, Lübnan’dan Fenikeliler ve Girit’ten Mikenler Ada’ya göçmekte gecikmemişlerdir. Şu da var ki, bu göçler Ada’yı daha bir yaşanır hâle koymuşlardır. Göçmenler burayı canlandırmışlar; getirdikleri sanat ve teknikle refah düzeyini artırmışlardır.
MÖ 1500’e yakın yıllardaki firavun III.Tutmes devrindeyse, Ada Mısırlılar tarafından
istila edilmiştir. Bundan sonra; MÖ VIII. yy’da kral Sargon zamanında Asurlular, MÖ VI. yy’da yaşayan firavun Amasis devrinde gene Mısırlılar, aynı dönemde yaşayan Büyük Dârâ’yla Persler Ada’ya el koymuşlardır. Yabancılar bu sıralar Ada üstünde egemenlik kurmuş olsalar da Mikenlerle Fenikelilerin şehir devletlerine dokunmamışlar, bunlar, vergi karşılığında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Perslerin egemenliklerinde Fenikeliler istilacılara sadakat gösterirken, Giritli Mikenler (Bir bakıma Yunanlılar) defalarca ayaklanmışlardır. Artık Yunanlı diye anacağımız Mikenler, İskender devrinde Kıbrıs’a egemen olmuşlardır. İskender’in çok kısa ömür ve iktidarından sonra parçalanıp dağılan İmparatorluk, onun komutanları eliyle paylaşılmıştır. Kıbrıs, o zaman Makedon Ptolemelerin (Kleopatra’nın ailesi) payına düşmüştür. MÖ 58’deyse, M.Porcius Caton komutasındaki bir Roma ordusu Kıbrıs’ı Ptolemelerden almıştır. Ada Roma İmp. Sezar döneminde tekrar Ptolemelere bırakılmakla birlikte, MS 22’de bu defa Roma’ ya bağlı bir eyalet statüsüne konmuştur.
Hristiyanlığın ilk girdiği ülkelerden biri de Kıbrıs’tır. Hristiyanlık, İsa’nın doğduğu toprakların yanı başındaki Kıbrıs’ta kolaylıkla yayılmıştır. İsa ’nın havarilerinden esasen Kıbrıslı olan Aziz Barnabas, Aziz Marcus ve Aziz Pavlus gibi Hristiyan büyükleri bu sırada Kıbrıs’ı ziyaret etmişlerdir. Roma ve sonra Doğu Roma (Bizans)’ın Kıbrıs egemenliği 1191’e kadar sürecektir. Bu tarihte (ki İslam’ın Halife Osman devridir) Şam valisi Muaviye Kıbrıs’a sefer düzenlemiştir. İstanbul’da, Eyüp camii ve semtleriyle hatırlanan Ebu Eyyub el-Ensâri de, bu savaşa komuta edenler arasında bulunmuştur. Arapların bu seferi sırasında bugün Magosa yakınında izleri bulunan Salamis Konstantia şehri harap edilmiştir. Kıbrıs’ın Araplara ve de vergiye bağlanacağı seferden sonra, 654’te ikinci bir sefer daha düzenlenmiş, bu, bir kısım Arapların Kıbrıs’a yerleşmeleriyle sonuçlanmıştır. Ancak, Emevilerden Muaviye’nin oğlu Yezid, daha sonra beklenmedik bir biçimde Kıbrıs’tan çekilmiştir. MS 689’daki, Abdülmelik bin Mervan ile İmp. Justinianus’un vardıkları Arap-Bizans anlaşmasıyla Kıbrıs’ın bağımsızlığı tanınmış ve fakat iki devlet arasında eşit miktarda vergiye bağlanmıştır. Emevilerden sonra Abbasiler döneminde Kıbrıs-Arap ilişkileri aynen sürmüşse de Adalılar, kendileri gibi Hristiyan olan ve aynı dili konuştukları Bizans’a herhâlde daha yakın olmuşlardır.
İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard, Haçlı Seferleri münasebetiyle 1191’de yanından geçtiği Kıbrıs’ı, buranın hâkimi İsaakios Komnenos’un elinden almış, daha sonra da Templier şövalyelerine satmıştır. Şövalyeler Ada’yı ellerinde fazla tutmayıp Fransız soylularından Frank Guy de Lusignan’a devretmişlerdir. Kıbrıs’ta dört yüz yıla yakın süren Frank dönemi böyle başlamıştır. Franklar, Suriye ve Mısır’ı elinde bulunduran Memluklar için ciddi bir rakip ve tehlike olmuşlardır. İşte bu sebeple, iki ülke arasında gerginlikler yaşanmıştır. 1270’te, Memluk Sultanı Türk-Kıpçak Baybars, Kıbrıs’a bir donanma göndermişse de bu donanma Limasol önünde yenilgiye uğramıştır. Kıbrıs’ta 1373’te Cenevizler sahneye çıkmışlardır. Kıbrıs’ı istila edip Frankları vergiye bağlayan Cenevizler, bundan sonra Magosa’yı da üs olarak bir süre elde tutmuşlardır.
Sonraki yıllarda, Kıbrıs ile Anadolu Selçukluları ve Memlaklular arasında zaman zaman savaşlar yaşanmış, karşılıklı istilalar görülmüştür. Venedik’in de araya girdiği bu münasebetler Osmanlı döneminde de devam etmiştir. O sırada üç kıtada ve denizlerde en güçlü dönemini yaşayan Osmanlılar, bir yıl süren savaştan sonra Kıbrıs’ı 1571’de tamamen ele geçirmişlerdir. Bunun Edirne için özel anlamı ve önemi vardır ki, Selimiye Camisi Kıbrıs’tan kazanılan haraç (vergi de diyebiliriz!) altınlarla yaptırılmıştır!
Osmanlılar Kıbrıs’ı aldıktan sonra; Antalya, Konya, Mersin dolaylarından buraya nüfus aktarmışlardır. Anadolu’da olaylara karışıp isyan çıkaran Türkmenleri de Kıbrıs’ın iskanında kullanmışlardır. Ada’nın Türklerce iskanı bu yüzden epey zaman devam etmiştir.
Osmanlılar 1878’de Ruslara yenilince, yardım ve korunma garantisi karşılığında Kıbrıs’ı üs olarak İngilizlere bırakmışlardır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlılarla İngilizler düşman saflarda yer almışlar, bunun üzerine, İngilizler kendilerine emanet edilen Ada’yı 1914’te düşmanca bir tavırla ilhak etmişlerdir. İşte... Günümüze kadar gelen ve artık kangren olmuş Kıbrıs davası da böyle başlamıştır. Bu sırada yaklaşık olarak dengede bulunan Ada nüfusu, İngiliz ilhakından sonra Türkiye’ye yönelik Türk göçüyle değişmiş, bugünkü duruma dönüşmüştür. 1974’ten sonra Ada’ya gönderilen Türkler de bu dengesizliği değiştirememişlerdir.
Ada’da bugün azınlıkta kalmış Türklerle çoğunluk Rumlar (Gerçek Yunanlılarla bu kültürde eriyen diğerleri) birlikte yaşamak zorundadırlar. Ama Rumlar, belki fazla olan sayıları veya belki de eski olan tarihleriyle kendilerini Ada’nın sahibi sayıyorlar. Türklere eşitlik tanımak istemiyorlar. Bütün bir dünya da onları haklı bulmuş, onlardan yana tavır koymuştur. Anlaşmazlığın düğüm noktası işte buradadır. Kıbrıs şimdi her vesileyle önümüze konuyor. “Ya taviz ve Avrupa Birliği” diyorlar, ya da!?.
Kıbrıs, tarihte zengin bakır madenleriyle tanınmıştır. Şimdiki adını da bakır anlamındaki “cumrup” sözünden almıştır. Sözün hangi dilden geldiğini bilmiyoruz ama, kelime yapısı Latinceye benzemektedir. Ancak... Ada’nın geçmişinde görülen ve bilinen ilk adı Alasia’dır. Kıbrıs’ın coğrafyadaki uygun yeri yanında; bakır madenleri ve buna dayalı ticaret, buraya duyulan ilgiyi hep yüksek tutmuştur. Böylesine bir ilgi de arkasından göçlerle istilaları davet edecektir. Nitekim, Lübnan’dan Fenikeliler ve Girit’ten Mikenler Ada’ya göçmekte gecikmemişlerdir. Şu da var ki, bu göçler Ada’yı daha bir yaşanır hâle koymuşlardır. Göçmenler burayı canlandırmışlar; getirdikleri sanat ve teknikle refah düzeyini artırmışlardır.
MÖ 1500’e yakın yıllardaki firavun III.Tutmes devrindeyse, Ada Mısırlılar tarafından
istila edilmiştir. Bundan sonra; MÖ VIII. yy’da kral Sargon zamanında Asurlular, MÖ VI. yy’da yaşayan firavun Amasis devrinde gene Mısırlılar, aynı dönemde yaşayan Büyük Dârâ’yla Persler Ada’ya el koymuşlardır. Yabancılar bu sıralar Ada üstünde egemenlik kurmuş olsalar da Mikenlerle Fenikelilerin şehir devletlerine dokunmamışlar, bunlar, vergi karşılığında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Perslerin egemenliklerinde Fenikeliler istilacılara sadakat gösterirken, Giritli Mikenler (Bir bakıma Yunanlılar) defalarca ayaklanmışlardır. Artık Yunanlı diye anacağımız Mikenler, İskender devrinde Kıbrıs’a egemen olmuşlardır. İskender’in çok kısa ömür ve iktidarından sonra parçalanıp dağılan İmparatorluk, onun komutanları eliyle paylaşılmıştır. Kıbrıs, o zaman Makedon Ptolemelerin (Kleopatra’nın ailesi) payına düşmüştür. MÖ 58’deyse, M.Porcius Caton komutasındaki bir Roma ordusu Kıbrıs’ı Ptolemelerden almıştır. Ada Roma İmp. Sezar döneminde tekrar Ptolemelere bırakılmakla birlikte, MS 22’de bu defa Roma’ ya bağlı bir eyalet statüsüne konmuştur.
Hristiyanlığın ilk girdiği ülkelerden biri de Kıbrıs’tır. Hristiyanlık, İsa’nın doğduğu toprakların yanı başındaki Kıbrıs’ta kolaylıkla yayılmıştır. İsa ’nın havarilerinden esasen Kıbrıslı olan Aziz Barnabas, Aziz Marcus ve Aziz Pavlus gibi Hristiyan büyükleri bu sırada Kıbrıs’ı ziyaret etmişlerdir. Roma ve sonra Doğu Roma (Bizans)’ın Kıbrıs egemenliği 1191’e kadar sürecektir. Bu tarihte (ki İslam’ın Halife Osman devridir) Şam valisi Muaviye Kıbrıs’a sefer düzenlemiştir. İstanbul’da, Eyüp camii ve semtleriyle hatırlanan Ebu Eyyub el-Ensâri de, bu savaşa komuta edenler arasında bulunmuştur. Arapların bu seferi sırasında bugün Magosa yakınında izleri bulunan Salamis Konstantia şehri harap edilmiştir. Kıbrıs’ın Araplara ve de vergiye bağlanacağı seferden sonra, 654’te ikinci bir sefer daha düzenlenmiş, bu, bir kısım Arapların Kıbrıs’a yerleşmeleriyle sonuçlanmıştır. Ancak, Emevilerden Muaviye’nin oğlu Yezid, daha sonra beklenmedik bir biçimde Kıbrıs’tan çekilmiştir. MS 689’daki, Abdülmelik bin Mervan ile İmp. Justinianus’un vardıkları Arap-Bizans anlaşmasıyla Kıbrıs’ın bağımsızlığı tanınmış ve fakat iki devlet arasında eşit miktarda vergiye bağlanmıştır. Emevilerden sonra Abbasiler döneminde Kıbrıs-Arap ilişkileri aynen sürmüşse de Adalılar, kendileri gibi Hristiyan olan ve aynı dili konuştukları Bizans’a herhâlde daha yakın olmuşlardır.
İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard, Haçlı Seferleri münasebetiyle 1191’de yanından geçtiği Kıbrıs’ı, buranın hâkimi İsaakios Komnenos’un elinden almış, daha sonra da Templier şövalyelerine satmıştır. Şövalyeler Ada’yı ellerinde fazla tutmayıp Fransız soylularından Frank Guy de Lusignan’a devretmişlerdir. Kıbrıs’ta dört yüz yıla yakın süren Frank dönemi böyle başlamıştır. Franklar, Suriye ve Mısır’ı elinde bulunduran Memluklar için ciddi bir rakip ve tehlike olmuşlardır. İşte bu sebeple, iki ülke arasında gerginlikler yaşanmıştır. 1270’te, Memluk Sultanı Türk-Kıpçak Baybars, Kıbrıs’a bir donanma göndermişse de bu donanma Limasol önünde yenilgiye uğramıştır. Kıbrıs’ta 1373’te Cenevizler sahneye çıkmışlardır. Kıbrıs’ı istila edip Frankları vergiye bağlayan Cenevizler, bundan sonra Magosa’yı da üs olarak bir süre elde tutmuşlardır.
Sonraki yıllarda, Kıbrıs ile Anadolu Selçukluları ve Memlaklular arasında zaman zaman savaşlar yaşanmış, karşılıklı istilalar görülmüştür. Venedik’in de araya girdiği bu münasebetler Osmanlı döneminde de devam etmiştir. O sırada üç kıtada ve denizlerde en güçlü dönemini yaşayan Osmanlılar, bir yıl süren savaştan sonra Kıbrıs’ı 1571’de tamamen ele geçirmişlerdir. Bunun Edirne için özel anlamı ve önemi vardır ki, Selimiye Camisi Kıbrıs’tan kazanılan haraç (vergi de diyebiliriz!) altınlarla yaptırılmıştır!
Osmanlılar Kıbrıs’ı aldıktan sonra; Antalya, Konya, Mersin dolaylarından buraya nüfus aktarmışlardır. Anadolu’da olaylara karışıp isyan çıkaran Türkmenleri de Kıbrıs’ın iskanında kullanmışlardır. Ada’nın Türklerce iskanı bu yüzden epey zaman devam etmiştir.
Osmanlılar 1878’de Ruslara yenilince, yardım ve korunma garantisi karşılığında Kıbrıs’ı üs olarak İngilizlere bırakmışlardır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlılarla İngilizler düşman saflarda yer almışlar, bunun üzerine, İngilizler kendilerine emanet edilen Ada’yı 1914’te düşmanca bir tavırla ilhak etmişlerdir. İşte... Günümüze kadar gelen ve artık kangren olmuş Kıbrıs davası da böyle başlamıştır. Bu sırada yaklaşık olarak dengede bulunan Ada nüfusu, İngiliz ilhakından sonra Türkiye’ye yönelik Türk göçüyle değişmiş, bugünkü duruma dönüşmüştür. 1974’ten sonra Ada’ya gönderilen Türkler de bu dengesizliği değiştirememişlerdir.
Ada’da bugün azınlıkta kalmış Türklerle çoğunluk Rumlar (Gerçek Yunanlılarla bu kültürde eriyen diğerleri) birlikte yaşamak zorundadırlar. Ama Rumlar, belki fazla olan sayıları veya belki de eski olan tarihleriyle kendilerini Ada’nın sahibi sayıyorlar. Türklere eşitlik tanımak istemiyorlar. Bütün bir dünya da onları haklı bulmuş, onlardan yana tavır koymuştur. Anlaşmazlığın düğüm noktası işte buradadır. Kıbrıs şimdi her vesileyle önümüze konuyor. “Ya taviz ve Avrupa Birliği” diyorlar, ya da!?.
Mete Esin