Yazılarımızda, yeri geldikçe geçmişimizden bahsederiz. Bugünkü konumuz da bizi geçmişimize götürecektir. İstanbul maceramız, daha önce birkaç kere yazdığımız üzere semt içinde ayrı bir semt olan Eyüp'teki Rami'de başlamıştır. Öğrenciliğin ilk adımlarını da 1947 yılında gene Rami'de atmışızdır. Bizim çocukluğumuzda, ilkokula başlandıktan sonra genellikle bir de spor kulübü seçimi yapılırdı. Sadık bir mürit gibi yaşam boyu bağlanacağımız Fenerbahçe'yi, biz de işte böyle seçmişizdir! Şimdi de altmış bir yaşın verdiği olgunlukla elli dört yıllık bir geçmişi yazmak istiyoruz.
Çocukların kulüp seçiminde, değişik ilhamlar, değişik telkinler rol oynamış olabilirler. Çoklukla evin büyüklerinin kulübü seçilmiştir. İki oğlumuzun aynen Fenerbahçeli oldukları gibi! Bizim, bu konuda etkisi altında kalacağımız bir aile büyüğümüz olmamıştır. Gazetelerin pehlivan tefrikalarını okumaya bayılan pehlivan yapılı rahmetli babamız, diğer yandan "Hayvanın aptalı rahvan, insanın aptalı pehlivan olur!" derdi. Konu futbola gelince sözü şöyleydi: “Haydi oynayanlar eğleniyor, peki ya seyredenlere ne
oluyor?” Böyle bir babanın oğlu, ayrıca evin iki çocuğundan ilki olduğumuzdan, kulüp seçiminde aileden ilham ve telkin alamazdık. Ama, o da bir Fenerbahçeli olan tek kardeşimiz, herhâlde bizden etkilenmiş olacaktır! Biz ise ilhamı Fenerbahçe'nin kendisinden, telkini de çevremizdeki taraftar denizinden almış olmalıyız.
Rami'de, ailece çok sevdiğimiz bir komşumuz ile abi bildiğimiz delikanlı bir oğulları vardı. İstanbul'un ve ilkokulun galiba ilk aylarıydı; komşu abi bir gün: “Mete sen hangi kulübü tutuyorsun?” diye soruvermişti. O gün ne olduğumuzu bilmemiz için, böyle bir soru lazımmış meğer! Bir anda, aynı şeyi kendi kendimize sormuştuk. Evet, biz hangi kulübü tutuyorduk? Bunun cevabının içimizde doğması fazla gecikmemişti; Fenerbahçeli olduğumuzu o anda anlamıştık! Anlamıştık da çok sevdiğimiz komşumuzun rengini bilmemekten dolayı, cevap veremiyorduk! Öyle ya, komşumuz Sarı-Lâcivert değilse aramız bundan sonra nasıl olacaktı? Onun atlarına, arabasına bundan sonra hangi yüzle binecektik? Ama gözümüze bakıp cevap bekleyen komşu abiyi daha fazla bekletemezdik. İçimizden geleni söyleyiverdik. İyi ki de söylemişiz! Meğer komşumuz da Fenerbahçeli değil miymiş! Onun, "Afferin Mete, afferin sana! Sakın değişme, sakın dönme ha!" diyen sözlerini şimdi bile duyar gibi oluyoruz.
İlkokulun iki yılını Rami'de okumuş, sonra Eyüp merkezine taşınmıştık. Buradaki iki yıldan aklımızda kalan altı kişinin Fenerbahçeli, birinin ise Beşiktaşlı olduklarını hatırlarız. O Beşiktaşlı komşu abinin yaşıtımız amca oğluydu! Eyüp'teki sınıf mevcudu otuzdan az fazlaydı. Bu mevcut içinde de, galiba iki Galatasaraylıyla beş, altı kadar Beşiktaşlı vardılar. Kalanı mı? Elbette ki Fenerbahçeliydiler! Yatılı okuduğumuz ortaokuldaki durum bundan farklı olmamıştır. Ankara'daki lisede, son sınıfta kırk iki kişiydik. İçimizde, topu görse bomba sanacak olanlar vardı! Ama herkes bir kulüp tutardı. Buradaki sayı şöyleydi; Fenerbahçe otuz dört, Beşiktaş dört, Galatasaray dört. Son sınıftayken veya bir önceki yıl Galatasaray İstanbul şampiyonu olmuştu. (Türkiye çapındaki ligler daha sonra başlamıştır.) İşte o yıl, Beşiktaşlı bir arkadaş kulüp değiştirip Galatasaray'a geçmişti. Kıbrıslı olup Galatasaray'ı tutan muzip bir arkadaşımız da, “Ulan insan hiç kulüp değiştirir mi?” demiş, bu yüzden ona "Kulüp" diye lâkap takmıştı! Ondan sonra; geldi Kulüp, gitti Kulüp! O yıllar, Beşiktaş'ın gerileyip Galatasaray'ın palazlandığı dönemin başlangıcı oluyordu.
Ülke ligi henüz başlamadığından, İstanbul kulüpleri Ankara'ya özel maçlar için gelirlerdi. Özel maçların seyircileri, sayı olarak yukarıki orantıdan farklı değildiler. En kalabalık ve coşkulu seyirci gene Fenerbahçe'nindi. Aynen bunun gibi, ülkeye özel maçlar yapmak için Avrupa takımları gelmişlerdir. Ülke kulüpleri olarak, bu maçları kazanmış veya kaybetmişizdir. Şu var ki, maçların sonuçları aleyhimize bile olsa, en ucuz kurtulanı çoklukla Fenerbahçe olmuştur!
Beşiktaş'ın, 1950'den sonraki basiretsiz, başarısız ve diktatör başkanı Sadri Usuoğlu'nun ciddi bir hatası, Galatasaray'ın kötü talihini döndürmesi için büyük bir fırsat doğurmuştur. İzmirli pırıl pırıl bir genç futbolcu, kalben bağlı olduğu Beşiktaş'ın kapısını çalmıştır. Transfer için istediği ise o zamanın beş bin lirasıdır. Sadri Usuoğlu, bu parayı Recep'e bile vermiyorum, diyerek İzmirli genci geri çevirecektir. Metin Oktay'ın bundan sonra gittiği veya çağırıldığı Galatasaray kulübüyse, Kendisini kaptığı gibi sözleşmeye bağlamıştır. Galatasaray, Metin Oktay'ın da büyük futboluyla yeniden Fenerbahçe'nin rakibi olacaktır. Doğrusu, Recep'in Beşiktaş'a kazandırdığı pek bir şey olmamıştır. Ama elden kaçan Metin, Galatasaray'ı yeniden hayata döndürecektir. Galatasaray'ın, yüzde üç, beş taraftardan gelip Fenerbahçe'ye yaklaşması böyle başlayacaktır. Beşiktaş'ın ikincilikten üçüncü sıraya düşmesi de gene böyle...
Şimdi anlattıklarımızı şöyle bir toparlamak gerekirse: Geçmişte ülkenin yüzde yetmiş, yetmişbeşi Fenerbahçeli’ydiler. Yüzde üç, beşi Galatasaray'ı tutuyor idiyseler, kalanlar da Beşiktaşlıydılar. Fenerbahçe sevgisi bu derecede yaygındı. Çevremize şöyle bir baktığımızda, orta yaşın üstündeki nüfusta bu zaten görülebilmektedir. Çocuk yaşlarımızdayken bunun sebebini bilmediğimiz gibi, doğrusu merak da etmemişizdir. Ama daha sonra öğrenmişizdir ki, Fenerbahçe'nin geçmişi pek parlaktır. Ayrıca, otuzlu, kırklı yıllarda Galatasaray'ın on dört veya on beş yıl süren bir bekleme dönemi daha bulunmaktadır. Ve anlamışızdır ki, taraftar sayısı başarıyla doğrudan bağlantılı ve orantılı oluyor.
Fenerbahçe'nin son on beş, yirmi yılı, tarihinin herhâlde en kötü dönemidir ve geçmişin mirasıyla avunmakla geçirilmiştir. İstanbul ligi şampiyonlukları fazla olan Fenerbahçe'nin, ülke şampiyonluğu sayısı, yazımızı hazırladığımız bu akşam Galatasaray'la eşitlenmiştir. Bunu sağlayan da geçmişin mirasıdır. Fatih Terim, futbolcuyken hiçbir şampiyonluk yaşayamamıştır ama, teknik direktör olarak Galatasaray'da ulaştığı inanılmaz başarılar, Fenerbahçe'yi imrendirmiş, kıskandırmıştır. Fenerbahçe, Türkiye'de bu akşam yeniden şampiyon olmuştur. Bakalım, Avrupa'da ne yapacaktır?
Bir şampiyonluk akşamında, Fenerbahçe üstüne bunları düşündük, yazdık.
Mete Esin
ALINTI YAPMAK İÇİN
- Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
ESER EKLEMEK İÇİN
- "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
YORUM YAZMAK İÇİN
Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.