Yoktu da Atatürk'e saldırılarını hiç sıkılmadan sürdürmesi konuşmaya itti beni…
Atatürk'e diktatör deyip sonra yöneltilen sorulardan kaçan, bu haftanın sansasyonel skandalcısı Nagehan Alçı'dan söz ettiğimi anlamışsınızdır umarım.
Zorla kanıksattılar bize: Televizyonlar, gazeteler bu tür tiplemelerle dolduruldu.
Konulara vakıf olmayan insanlar bu "doldurulmuş kalabalığın" boş şeyleri aynı ağızdan konuşmaları yüzünden doğru söylediklerini zannediyorlar.
Klişeleştirdikleri sloganları da var:
Efendim, o konu kutsal mı? Bunları artık tartışmamız lazım.
Efendim, bu konu dokunulmaz mı? Bunları artık aşmamız lazım.
Efendim, şu konu sorgulanmayacak mı? Bunları artık sorgulamamız lazım.
Ne güzel değil mi?
Taktik çok zekice, itiraz görmeyecek cinsten…
Bir kesimde kızgınlık, başka bir kesimde de mutluluk yaratan bu olaya şaşanlar da var.
Nagehan Alçı, Atatürk'e demediğini bırakmamış.
Neden şaşılıyor ki?
Bu "hanım, bayan, kadın"dan başka ne bekleniyordu ki?
Türkiye'mizle ilgili konular gündeme gelince hep karşı yanda...
Tutunduğu dallarsa ya hayalden ya da çerden çöpten ibaret.
Programın gidişinden anladığıma göre, meydanı boş bulunca söylemiş o sözleri…
Meydana biri girince de kaçma çabası başladı hemen.
Önce ev taşımaktan, sonra sabah erken kalkacağından ve yorgunluktan dem vurarak; Hulki Cevizoğlu'nun yönelttiği sorulardan, Latif Şimşek destekli manevralarla kaçmaya çalıştı.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Programa, bir saate yakın koca bir süre devam etti.
Bu arada, şu diktatör meselesine bin kez açıklık getirebilirdi.
Getiremedi, çünkü…
Asıl derdi şuydu: Son saniyelerinde figür saçıp kaçtığı Enver Aysever'in programında söylediği anlaşılan o sözlere, yandaş bir şeyler araştırıp bulmak. Buluncaya dek de ona kimin bellettiğini bilemediğimiz o sözle ilgili sorulardan kaçabilmek.
Aklınca da birkaç yandaş bulmuş...
Bulduklarınınsa kim oldukları ya da neden öyle bir yakıştırma yapmaya kalkıştıkları, nedenleriyle birlikte; açık, seçik belli...
Şimdi ben de çıkıp örneğin bu insan, CIA-Mossad-Savama ajanıdır desem sonra dönüp bir araştırma yapsam, kendime yandaş bir dolu yazı bulamaz mıyım? Nitekim denedim ve buldum da...
Yani şimdi bu insanın gizli servis elemanı olduğu tescillendi mi?
Neden dinleyeyim ki!
O programı, sırf Hulki Cevizoğlu'ndan yararlanabileceğim bir şeyler olabilir diye izledim. Tam tersine konuşturulmayan bir Cevizoğlu'na, insana "Pes!" dedirtecek derecede açıkça paslaşan Şimşek'le Alçı'ya katlanmak zorunda kaldım.
Atatürk'ü eleştirmek?
Her insan gibi tabii ki o da eleştirilebilir.
Yalnız, maksadın o olmadığı o kadar belli ki...
Bu yurda hizmetlerini, hizmetlerinin şeklini, yedi düvele karşı çıkışını, din üzerinden çıkar sağlayanlara engeller çıkarmasını, Amerikan mandası olmamıza karşı durmasını, Sevr'i tanımayarak yurdumuzu Arap ülkeleri gibi cetvellerle çizilmiş birçok ülkeye böldürmemesini, Hatay meselesini, padişaha kul olan bir ümmet yerine özgür fertlerden oluşan bir toplum oluşturma gayretlerini; beğenen de olur, beğenmeyen de...
Gözlemlere göre girişim, "Canım, eleştirmeyelim mi?" oyunuyla başlayacak, ama arkasından iftiralara kadar uzanacak.
İnandırıcı olması için de gerçek bir olaydan yola çıkılacak. Yalnız bu gerçeklik fazla uzun sürmeyecek. Alelacele üretilecek hayali; ne hayalisi uyduruk nedenlere bağlanan karalamalara doğru uzanacak.
Nereden mi biliyorum?
İlk mikserlik değil ki bu...
Belledik artık!
Bu "hanım, bayan, kadın" da ROK* türünde, karşı tarafı konuşturmamaya programlanmış bir "hanım, bayan, kadın"...
Artık bu tipler sıkıntının daniskasını vermeye başladı.
Televizyon yapımcıları reyting topladıklarını sanıyorlar ama önceleri bu tiplerle;
"Koşun! Tiyatro saati başladı."
diye eğlenen izleyiciler, artık bunları görünce tahammül edemeyip kanal değiştiriyorlar.
Değiştiriyorlar da "Aman Allah!", nereyi açsanız karşınızda yine bunlar...
Tahrif edilmiş bilgilerle oynayan demagoglardan, bilmediği konularda bilgiçlik taslayanlardan hoşlanamadım bir türlü…
Bir konu hakkında kendi dogmalarına uygun bilgiler arayıp hıfzetmek, buna karşılık diğerlerini reddetmek; insana olumlu bir şöhreti değil, ancak ve ancak utanılacak sonuçlarla karşılaşmayı getirir.
Bu devirde buna aldıranların gittikçe azaldığının farkındayım.
Şöhret! Ne olursa, nasıl olursa olsun; şöhret!
Sal sözü, at iftirayı; aksi ispatlansa da izi kalır.
İşte kullanılan metot bu...
Önce saldırıyorlar, sonra karşı tarafı konuşturmamak ya da söyleyecekleri aklı başında sözleri izleyicilerin duymasını engellemek için başlıyorlar onunla aynı anda konuşmaya, hatta bağırmaya...
Hem bağırıyorlar hem de "Bana bağırma!" diyebiliyorlar.
Bu tür insanlardan hoşlanmama; hatta içimi bulandırdıklarını, bende baş ağrısı yaptıklarını söylemeye hakkım var mı acaba?
Eğer varsa söyledim sayın...
Kendisine nasıl hitap etmem gerektiğini keşfedemedim de o yüzden hepsini bir arada kullandım. Ben lafı ortaya koydum, dileyen dilediği şekilde alıp, cümledeki dilediği yere yapıştırır.
Konunun özüne gelirsek…
Bu türlerin kendi kişisel tarihleriyle yüzleşmeleri, kendilerini sorgulamaları şart.
Yoksa onların tarihleri de kutsal bir dokunulmazlık mı içeriyor?
*ROK: Rasim Ozan Kütahyalı
Günay Tulun