Çocukluk günlerime dönüp baktığımda, unutulmuş değerlerimizden biriydi Sarıkamış.
Çok acı bir şekilde sonuçlanan Sarıkamış Savaşlarıysa unutulmaya yüz tutmuş, unutturulmasında yarar görülmüş anılar yumağı…
Sonunda; zaman alışık olduğu, her dem şahit olduğu galibiyetlerinden birini daha alıp sessiz sedasız devam etti yoluna. Alışıktı o, bu nedenle hiç övünmedi bile… Sarıkamışlılarla vefalı birkaç insan dışındakilere unutturmuştu Sarıkamış’ı…
Onlar da gün gelir, unutup giderlerdi nasılsa…
Harita okuması öğretilmeyen çocuklarımız; kırk yılda bir, bir Coğrafya öğretmeni çıkıp da Sarıkamış dedi mi karatahtaya asılı Türkiye haritasına boş boş bakar, sonra kaçamak bakışlarla S.O.S yollardı sınıfa.
Bu Sarıkamış da nerden çıktı, neredeydi bu?
Yok mu bilen?
Sonra bir gün, biri düştü yollara…
Belleğime taşınan ilk isim ona ait olduğundan unutmadım hiç.
Hepiniz bildiğiniz için yazmıyorum o ismi...
Sonra iki kişinin, daha sonra da başkalarının adı girdi konuya.
Yanılıyorsam cahil deyip geçin, beni görünce…
İşte o kişi; bir elinde tutaç, diğerinde gazlı bezle dikildi zamanın karşısına. Kaçağı bulup akıntıyı engelleyecek, tampon yapacaktı toplumsal belleğe. Yapacaktı ki bir daha kaçıp gitmesindi Sarıkamış… Bir sevgi yumağıyla sarıldılar şehitlere… Yalnız şehitlere mi Sarıkamış’ın dağına, taşına, az bulunan yeşiline, her karış toprağına sarıldılar birlikte.
İkinci kez doğarken Sarıkamış, çıkmayacakmış gibi girdi Türkiye’nin gündemine.
Sarıkamış bilindi de ne oldu?
Sözünü ettiğim birkaç kişinin çabasıyla ünü bir çığ gibi büyüyen Sarıkamış; Ankara, İstanbul, Antalya kadar tanınan bir kenttir bugün.
Olmaz sanılan bir şey daha oldu. Türk Hava Yolları yeni aldığı bir uçağa Sarıkamış adını verip büyüyen bu ünü tescilledi.
Yarın öbür gün, tarihî değerleriyle kış olanaklarını daha iyi harmanlayıp turizmde patlama yaparlarsa ilçenin geçim standardı da yükselecek. İstenirse eşsiz doğasıyla bir sanat merkezi bile olabilir Sarıkamış...
İyi de nasıl?
Benim kısıtlı aklım bile bir şeyler üretebildiğine göre, nasılı şu:
İçinde yaşayanların, gurbete düşmüşlerinin ve devletimizin Sarıkamış’ta görevlendirdiği kadroların emanetleri taşıma biçimiyle ilgili bir şey bu.
Sarıkamış’a sahip çıkarlarsa elbirliğiyle hareket edebilirlerse ikinci bir dayanışma grubu olabilirlerse problem yerine yararlı projeler üretirlerse tüm zorluklar kolaya döner.
Şimdi kalkıp soracaksınız bana…
Göndere bayrak çekmenin bile probleme dönüştüğü bir kentte nasıl olacak bu?
Cevaplıyorum: Konuyu hiç duymayanlar için de biraz açarak tabii...
Sınırın hemen öte yanında, Ermenilerin, uyduruk soykırım için yaptırdıkları anıtı gözünüzün önüne getirin. Televizyonda da olsa görmüş olmanız gerek. Devasa bir şey... İşte bizimkiler de Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun çabalarıyla, bayağı da bir para harcayarak, adı artık Bayraktepe olarak anılan 2635 rakımlı yere, 54 metre boyunda rekortmen bir bayrak direği yaptırıyorlar. Bu bayrak direğine de 150 metrekarelik bir bayrak çekiyorlar.
Buraya kadar olay, nefis.
Ta uzaklardan görüyorsun bayrağını. Kalbin büyüyor, büyüyüp genişliyor. Dost düşman herkesi içine alacak kadar sevecenleşiyor.
Sorun da tam burada gösteriyor kendini.
Bayrağımızın, “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı sancak!” noktasındaki o buz gibi, rüzgârı kesilmeyen dorukta dalgalanmasıyla başlıyor sorun. Çünkü dünyanın en iyi kumaşından da yapılsa bir süre sonra parçalanmalar başlar.
Başlıyor da...
Olayın ayrıntılarıyla uğruna canların verildiği bayrağımızın hâlini, Çağdaş Kars Haber Gazetesi'nde yer alan haber ve fotoğraftan da izleyebilirsiniz.
Konuyu uzatıp sayfadan kaçmanızı istemem. Bayrak Kanunu’ydu, şehitlerimize yakışır mıydı demeden bir yere varacağım. Herkesin uyuduğu saatlerde Sarıkamış’ı tanıtabilmek için sabahın üçünde beşinde dahi görev başında bulabileceğiniz, “Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı” Sayın Bingür Sönmez’in, olayı her yönüyle özetleyen şu sözlerine dönelim.
“Sarıkamış Bayraktepe'deki her ay değiştirilmesi gereken dev bayrağımıza, gerekli özenin gösterilmediğini üzüntüyle izliyoruz.
Sarıkamış Dayanışma Grubu olarak, kurumlardan bağış yoluyla aldığımız bayrakları valiliğe takdim etmemize rağmen, eskiyen bayrakların tarafımıza iade edilmemesi de ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Valiliğimizden bayrağın gerektiği sıklıkla değiştirttirilmesini, gerekirse her hafta bir bayrak gönderebileceğimizin bilinmesini rica ediyoruz.”
Sayın Vali'm! Her şey son derece açık değil mi?
Kendilerini, başında bulunduğunuz Sarıkamış’a adamış bu insanlar, basit bir talimatınızla aşılacak küçük ama onur zedeleyici problemin çözümünü bekliyorlar. Belli ki ağızlarından çıkan sözcükleri büyük bir nezaketle seçmişler.
Belki şehitlerimiz de "Biz bu bayrak için can vermedik mi?" diye sormuşlardır meleklere...
Lütfen bu bekleyişe bir son verin.
Hepsi sizi bekliyor Sayın Vali'm!
Yaşayan da şehit düşen de...
Hepsi sizi bekliyor!
Günay Tulun
Erzurum
Çok acı bir şekilde sonuçlanan Sarıkamış Savaşlarıysa unutulmaya yüz tutmuş, unutturulmasında yarar görülmüş anılar yumağı…
Sonunda; zaman alışık olduğu, her dem şahit olduğu galibiyetlerinden birini daha alıp sessiz sedasız devam etti yoluna. Alışıktı o, bu nedenle hiç övünmedi bile… Sarıkamışlılarla vefalı birkaç insan dışındakilere unutturmuştu Sarıkamış’ı…
Onlar da gün gelir, unutup giderlerdi nasılsa…
Harita okuması öğretilmeyen çocuklarımız; kırk yılda bir, bir Coğrafya öğretmeni çıkıp da Sarıkamış dedi mi karatahtaya asılı Türkiye haritasına boş boş bakar, sonra kaçamak bakışlarla S.O.S yollardı sınıfa.
Bu Sarıkamış da nerden çıktı, neredeydi bu?
Yok mu bilen?
Sonra bir gün, biri düştü yollara…
Belleğime taşınan ilk isim ona ait olduğundan unutmadım hiç.
Hepiniz bildiğiniz için yazmıyorum o ismi...
Sonra iki kişinin, daha sonra da başkalarının adı girdi konuya.
Yanılıyorsam cahil deyip geçin, beni görünce…
İşte o kişi; bir elinde tutaç, diğerinde gazlı bezle dikildi zamanın karşısına. Kaçağı bulup akıntıyı engelleyecek, tampon yapacaktı toplumsal belleğe. Yapacaktı ki bir daha kaçıp gitmesindi Sarıkamış… Bir sevgi yumağıyla sarıldılar şehitlere… Yalnız şehitlere mi Sarıkamış’ın dağına, taşına, az bulunan yeşiline, her karış toprağına sarıldılar birlikte.
İkinci kez doğarken Sarıkamış, çıkmayacakmış gibi girdi Türkiye’nin gündemine.
Sarıkamış bilindi de ne oldu?
Sözünü ettiğim birkaç kişinin çabasıyla ünü bir çığ gibi büyüyen Sarıkamış; Ankara, İstanbul, Antalya kadar tanınan bir kenttir bugün.
Olmaz sanılan bir şey daha oldu. Türk Hava Yolları yeni aldığı bir uçağa Sarıkamış adını verip büyüyen bu ünü tescilledi.
Yarın öbür gün, tarihî değerleriyle kış olanaklarını daha iyi harmanlayıp turizmde patlama yaparlarsa ilçenin geçim standardı da yükselecek. İstenirse eşsiz doğasıyla bir sanat merkezi bile olabilir Sarıkamış...
İyi de nasıl?
Benim kısıtlı aklım bile bir şeyler üretebildiğine göre, nasılı şu:
İçinde yaşayanların, gurbete düşmüşlerinin ve devletimizin Sarıkamış’ta görevlendirdiği kadroların emanetleri taşıma biçimiyle ilgili bir şey bu.
Sarıkamış’a sahip çıkarlarsa elbirliğiyle hareket edebilirlerse ikinci bir dayanışma grubu olabilirlerse problem yerine yararlı projeler üretirlerse tüm zorluklar kolaya döner.
Şimdi kalkıp soracaksınız bana…
Göndere bayrak çekmenin bile probleme dönüştüğü bir kentte nasıl olacak bu?
Cevaplıyorum: Konuyu hiç duymayanlar için de biraz açarak tabii...
Sınırın hemen öte yanında, Ermenilerin, uyduruk soykırım için yaptırdıkları anıtı gözünüzün önüne getirin. Televizyonda da olsa görmüş olmanız gerek. Devasa bir şey... İşte bizimkiler de Sarıkamış Dayanışma Grubu’nun çabalarıyla, bayağı da bir para harcayarak, adı artık Bayraktepe olarak anılan 2635 rakımlı yere, 54 metre boyunda rekortmen bir bayrak direği yaptırıyorlar. Bu bayrak direğine de 150 metrekarelik bir bayrak çekiyorlar.
Buraya kadar olay, nefis.
Ta uzaklardan görüyorsun bayrağını. Kalbin büyüyor, büyüyüp genişliyor. Dost düşman herkesi içine alacak kadar sevecenleşiyor.
Sorun da tam burada gösteriyor kendini.
Bayrağımızın, “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı sancak!” noktasındaki o buz gibi, rüzgârı kesilmeyen dorukta dalgalanmasıyla başlıyor sorun. Çünkü dünyanın en iyi kumaşından da yapılsa bir süre sonra parçalanmalar başlar.
Başlıyor da...
Olayın ayrıntılarıyla uğruna canların verildiği bayrağımızın hâlini, Çağdaş Kars Haber Gazetesi'nde yer alan haber ve fotoğraftan da izleyebilirsiniz.
Konuyu uzatıp sayfadan kaçmanızı istemem. Bayrak Kanunu’ydu, şehitlerimize yakışır mıydı demeden bir yere varacağım. Herkesin uyuduğu saatlerde Sarıkamış’ı tanıtabilmek için sabahın üçünde beşinde dahi görev başında bulabileceğiniz, “Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı” Sayın Bingür Sönmez’in, olayı her yönüyle özetleyen şu sözlerine dönelim.
“Sarıkamış Bayraktepe'deki her ay değiştirilmesi gereken dev bayrağımıza, gerekli özenin gösterilmediğini üzüntüyle izliyoruz.
Sarıkamış Dayanışma Grubu olarak, kurumlardan bağış yoluyla aldığımız bayrakları valiliğe takdim etmemize rağmen, eskiyen bayrakların tarafımıza iade edilmemesi de ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Valiliğimizden bayrağın gerektiği sıklıkla değiştirttirilmesini, gerekirse her hafta bir bayrak gönderebileceğimizin bilinmesini rica ediyoruz.”
Sayın Vali'm! Her şey son derece açık değil mi?
Kendilerini, başında bulunduğunuz Sarıkamış’a adamış bu insanlar, basit bir talimatınızla aşılacak küçük ama onur zedeleyici problemin çözümünü bekliyorlar. Belli ki ağızlarından çıkan sözcükleri büyük bir nezaketle seçmişler.
Belki şehitlerimiz de "Biz bu bayrak için can vermedik mi?" diye sormuşlardır meleklere...
Lütfen bu bekleyişe bir son verin.
Hepsi sizi bekliyor Sayın Vali'm!
Yaşayan da şehit düşen de...
Hepsi sizi bekliyor!
HABERCİDEN
Günay Tulun
Erzurum