Bu yazıda bir hâtıramızı nakletmekteyiz. Marmara’nın henüz deniz olup bugünkü pisliğe bulaşmadığı yıllardı. İstanbul-Bakırköy’de, şimdiki Ataköy Marinası yerinde aynı isimdeki yeni bir plaj açılmıştı: Ataköy Plajı. Burası, Ziraat Bankası’na yamanmakla artık târih olmuş Emlâk Kredi Bankası mülkiyetinde ve günün çağdaş bir plajıydı, tabiatıyla biraz da pahalıydı. Müşterisiyse elbette ona göre...
1962 yılında biz de okulumuzu bitirecektik. Ancak, mezun olmak için sınav vermek yetmiyor, üç aylık bir de mezuniyet stajı gerekiyordu. Okulumuz, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı, gece (18.00-24.00 arası) eğitim veren ve daha sonra YÖK’ün 1970’lerde kapatacağı bir yüksek okuldu. Burası, çalışan öğrenciler için açılmış, şartların zorladığı bir müesseseydi. Staj söz konusu olunca, biz Emlâk Kredi Bankası bünyesindeki İnşaat-Emlâk Şirketine başvurmuştuk. Başvurumuz kabûl olunmuş, şirketin yaptırdığı şimdinin Ataköy Siteleri II. Kısım inşaatlarına atanmıştık. 1962
yazında, o sıra çalışmakta olduğumuz Yeşilköy Havaalanı’ndaki işimizi bırakıp, staj yerine bu sûretle geçmişizdir.
Ataköy Plajı'yla stajyer bulunduğumuz inşaat alanı yan yana ve aynı bankanın mülkü olmakla, plaja karşı ayrıcalığımız doğmuş ve buraya ücretsiz girebilmişizdir. O yılın herhâlde bugünkünden daha sıcak bir yazının öğle paydoslarında, elimize bir şişe ayranla iki sandviç alır, geçerdik plaja. Ayrıca, bâzı akşam paydosuyla pazarları da buraya giderdik.
İşte böyle bir pazar günü gene Plajdaydık. Denize göre arka taraflardaki kabinlere yakın bir karakavak ağacı topluluğu vardı. Bayağı da güzel gölge yaparlardı ki, onların altında bir yer tutmak avantajdı. O gün, biz de böyle bir avantajı yakalamıştık. Çok yakınımızda da âile oldukları anlaşılmış kalabalık bir grup bulunuyordu. Hatırladığımıza göre, aralarından sâdece biri erkek olup o da âile reisiydi.
Buraya kadarki her şey olağan bir hâtıranın naklinden ibârettir. Fakat sonrası ilgi çekicidir. Yukarıki kalabalık âilenin yanlarında, yapıştırma plastikten ve parçalı renkli, tıpatıp hiçbir şeye benzemeyen bir balon görmüştük. Olsa olsa şapşal bir kaza benzeyebilirdi ve belki de öyleydi. Garâbet bu ya, âile, kedi köpek gibi sevdiği balona isim de vermişti: Ona ciddî ciddî “Canıtez” diyordu! Balon elden ele gezdikçe bir Canıtez lâfıdır gidiyordu. Bu tür oyuncaklar şimdi bakkallarda bile satılıyor. O zaman gâlibâ yoktu, Canıtez de dışarıdan gelmiş olmalıydı. Olan bitenin hepsi bu kadar değildi; âile daha nice densizlikler yapmıştı ki sormayın! Ortam bu minvâl üzereyken, bir de fotoğraf çekecekleri gelmemiş miydi? Gelmesine gelirdi ya, dizilip poz verirlerken aralarında Canıtez’i paylaşamayışlarına ne demeliydi!?. Yâhu! Paylaşamadığınız şu şey plastik bir oyuncak. Patlayıp tıs dese, bitti! Hemen kaldırıp çöpe atacaksınız! O hâlde, herkesin dönüp dönüp size baktığı bu densizlik nedir!? Eskinin deyimiyle fesüphanallah!..
Biz o günlerde yirmi üçünü idrâk etmiş bir gençtik. Ne tecrübemiz vardı ne psikoloji okumuştuk! Şu var ki, gene de kendimizi tutamamış; bu densiz, ruhsuz, şımarık âilenin ruh tahlilini yapmaya çalışmıştık. Toplumların her devrinde sonradan görmeler olmuştur. Fakat, o yıllarda ülkemizde hızlı bir sosyo ekonomik değişim yaşanıyordu. Bu tiplere de daha sık rastlanmaktaydı. Plajdaki yarım günlük komşu âile belliydi ki bunlardandı. O yıllarda özel otomobil sâhibi olmak çok zordu. Bu âilenin arabası var mıydı, bilemeyiz. Ama yok idiyse oraya otobüsle değil, ihtimâl ki dolmuş veyâ taksiyle gelmişlerdi. Onlar için bu da bir statü meselesi ve işin raconuydu! O gün olan bitene böyle ahkâm kesmiştik. Yâni, âilenin analizi için tecrübe ve psikoloji okumak gerekmemişti.
Olaydan ne kadar etkilenmişsek, çok lâzımmış gibi hâlâ daha hatırlarız. Canıtez’in ismini bile unutmamışızdır. Ne zaman, değer verilen böyle bir ucûbe görmüşsek, Ataköy Plajı'ndaki âileyle onun reisi ve plastik oyuncağı âdeta yeniden önümüze çıkmışlardır!
1962 yılında biz de okulumuzu bitirecektik. Ancak, mezun olmak için sınav vermek yetmiyor, üç aylık bir de mezuniyet stajı gerekiyordu. Okulumuz, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı, gece (18.00-24.00 arası) eğitim veren ve daha sonra YÖK’ün 1970’lerde kapatacağı bir yüksek okuldu. Burası, çalışan öğrenciler için açılmış, şartların zorladığı bir müesseseydi. Staj söz konusu olunca, biz Emlâk Kredi Bankası bünyesindeki İnşaat-Emlâk Şirketine başvurmuştuk. Başvurumuz kabûl olunmuş, şirketin yaptırdığı şimdinin Ataköy Siteleri II. Kısım inşaatlarına atanmıştık. 1962
yazında, o sıra çalışmakta olduğumuz Yeşilköy Havaalanı’ndaki işimizi bırakıp, staj yerine bu sûretle geçmişizdir.
Ataköy Plajı'yla stajyer bulunduğumuz inşaat alanı yan yana ve aynı bankanın mülkü olmakla, plaja karşı ayrıcalığımız doğmuş ve buraya ücretsiz girebilmişizdir. O yılın herhâlde bugünkünden daha sıcak bir yazının öğle paydoslarında, elimize bir şişe ayranla iki sandviç alır, geçerdik plaja. Ayrıca, bâzı akşam paydosuyla pazarları da buraya giderdik.
İşte böyle bir pazar günü gene Plajdaydık. Denize göre arka taraflardaki kabinlere yakın bir karakavak ağacı topluluğu vardı. Bayağı da güzel gölge yaparlardı ki, onların altında bir yer tutmak avantajdı. O gün, biz de böyle bir avantajı yakalamıştık. Çok yakınımızda da âile oldukları anlaşılmış kalabalık bir grup bulunuyordu. Hatırladığımıza göre, aralarından sâdece biri erkek olup o da âile reisiydi.
Buraya kadarki her şey olağan bir hâtıranın naklinden ibârettir. Fakat sonrası ilgi çekicidir. Yukarıki kalabalık âilenin yanlarında, yapıştırma plastikten ve parçalı renkli, tıpatıp hiçbir şeye benzemeyen bir balon görmüştük. Olsa olsa şapşal bir kaza benzeyebilirdi ve belki de öyleydi. Garâbet bu ya, âile, kedi köpek gibi sevdiği balona isim de vermişti: Ona ciddî ciddî “Canıtez” diyordu! Balon elden ele gezdikçe bir Canıtez lâfıdır gidiyordu. Bu tür oyuncaklar şimdi bakkallarda bile satılıyor. O zaman gâlibâ yoktu, Canıtez de dışarıdan gelmiş olmalıydı. Olan bitenin hepsi bu kadar değildi; âile daha nice densizlikler yapmıştı ki sormayın! Ortam bu minvâl üzereyken, bir de fotoğraf çekecekleri gelmemiş miydi? Gelmesine gelirdi ya, dizilip poz verirlerken aralarında Canıtez’i paylaşamayışlarına ne demeliydi!?. Yâhu! Paylaşamadığınız şu şey plastik bir oyuncak. Patlayıp tıs dese, bitti! Hemen kaldırıp çöpe atacaksınız! O hâlde, herkesin dönüp dönüp size baktığı bu densizlik nedir!? Eskinin deyimiyle fesüphanallah!..
Biz o günlerde yirmi üçünü idrâk etmiş bir gençtik. Ne tecrübemiz vardı ne psikoloji okumuştuk! Şu var ki, gene de kendimizi tutamamış; bu densiz, ruhsuz, şımarık âilenin ruh tahlilini yapmaya çalışmıştık. Toplumların her devrinde sonradan görmeler olmuştur. Fakat, o yıllarda ülkemizde hızlı bir sosyo ekonomik değişim yaşanıyordu. Bu tiplere de daha sık rastlanmaktaydı. Plajdaki yarım günlük komşu âile belliydi ki bunlardandı. O yıllarda özel otomobil sâhibi olmak çok zordu. Bu âilenin arabası var mıydı, bilemeyiz. Ama yok idiyse oraya otobüsle değil, ihtimâl ki dolmuş veyâ taksiyle gelmişlerdi. Onlar için bu da bir statü meselesi ve işin raconuydu! O gün olan bitene böyle ahkâm kesmiştik. Yâni, âilenin analizi için tecrübe ve psikoloji okumak gerekmemişti.
Olaydan ne kadar etkilenmişsek, çok lâzımmış gibi hâlâ daha hatırlarız. Canıtez’in ismini bile unutmamışızdır. Ne zaman, değer verilen böyle bir ucûbe görmüşsek, Ataköy Plajı'ndaki âileyle onun reisi ve plastik oyuncağı âdeta yeniden önümüze çıkmışlardır!