Eğitim İş Sendikası Hukuk İşleri Genel Sekreteri Maksut Balmuk, “Orta okulda ders arası geçişlerdeki animasyonda Atatürk’ün CHP’li olmasından tutun da öğrencilerin Adnan Menderes’in idam sehpası görüntüsü, boynuna ip geçirilmesi hatta tekme atılması gibi bilgilerin animasyon olarak verildiğini" söyleyerek bunun doğru olmadığını söylemiş.
Balmuk ayrıca; "Talim Terbiye Kurulu’nun onayladığı müfredatta böyle bir ders içeriği yok. EBA’da ders içeriklerinde siyasi, ideolojik yayın yapılıyor. Ortaokul öğrencilerine, idam görüntüsü izlettirmek zaten corona virüsü nedeniyle moralleri bozuk olan çocukları daha da olumsuz etkiliyor. Çok sayıda dini içerik yüklendiğini hatta Diyanetin hazırladığı görüntülerin de yayınlandığını görüyoruz. Mevzuat aykırı ve müfredat dışı eğitim verilmesine karşı hukuki olarak EBA derslerini takibe aldık." demiş.
Habere göre; "EBA’da ders aralarında, ‘Sordum Sarı Çiçeğe’ gibi ilahi yayınları da yapılıyor" muş(1)
Göreve getirildiği günlerde, işin mutfağından gelen bir kişi olması sebebiyle taraflı tarafsız hemen her kesimden "İsabetli Bir Atama" olarak nitelendirilen Milli Bakanı Ziya Selçuk bile bu görüntülere isyan ederek; "Bir haftada üç yeni kanal kurup içeriklerini hazırlamak için ben ve ekibim büyük bir gayretle çalıştık. Dersleri merkez alarak yüzlerce çekimin tamamını kontrol ettik. Bu yoğun süreçte üzülerek ifade ediyorum ki, görev dağılımında kendilerine güvenerek denetleme ihtiyacı duymadığım ekibin hazırladığı etkinlik saati görüntülerini ben de onaylamıyorum ve çocuklara uygun olmadığını düşünüyorum. Nasıl ki okullarımızdaki içeriklere hassasiyet gösteriyorsak yayınlara da göstereceğiz. Hepimiz için yeni ve zorlu bir süreç. Bu konuda sizlerin de anlayışınızı rica ederim. Gözden kaçırdığım bir kaç dakikalık bir görüntünün üzerine titrediğim sisteme verdiği zararı konuşuyor olmanın ne kadar rahatsız edici olduğunu anlatamam.'' demiş(2).
Sayın Bakan "Görev dağılımında kendilerine güvenerek denetleme ihtiyacı duymadığım ekibin hazırladığı etkinlik saati görüntülerini ben de onaylamıyorum ve çocuklara uygun olmadığını düşünüyorum..." diyerek kimi suçladı veya buradaki sorumluluğu kimin üzerine attı bilmiyorum. Ancak bakanlığın teşkilat şemasına bakıldığında, üç tane Bakan Yardımcısı olduğu ve öğretimle ilgili birimlerin, bu arada Orta Öğretim Genel Müdürlüğü'nün ve haliyle EBA üzerinden Orta Öğretim öğrencilerine verilen uzaktan öğretim derslerinin de Bakan Yardımcılarından Prof. Dr. Mustafa Safran'a bağlı olduğu görülmektedir. Acaba Sayın Bakan, yardımcısı Mustafa Safran'ı veya Mustafa Safran'ın da güvenerek denetleme ihtiyacı duymadığı bir başkasını, mesela Orta Öğretim Genel Müdürünü mü suçladı? Bilmiyoruz.
Ancak demek ki; ilahi eşliğinde idam görüntüsü izlemenin, öğrencilere iyi geleceği düşünülmüş olacak ki; EBA'ya bu tür görüntüler de eklenmiş! Belki de bu görüntülerin "Dindar ve kindar nesil yetiştirme" programıyla yakından ilişkisi vardır!
Hocam Bakan Yardımcısı Olmuş Ne Güzel!
Bundan birkaç ay önceydi. Televizyonda Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Mustafa Safran ismini duyup resmini görünce, eşimle birlikte ilgimizi çekti. Çünkü Mustafa Safran, lisede benim de, eşimin de tarih öğretmenimizdi. Kendisi benden ancak üç yaş büyüktü ama ben İHL'de öğrenci, o ise tarih öğretmeniydi(Bu arada ilkokula 9 yaşında başladığımı ve 7 yıl süren İHL'yi 20 yaşında bitirdiğimi söylemem gerekiyor). İster istemez kendisiyle ilgili bazı anılarım canlandı gözümün önünde.
Sanırım 1980-1981 dönemiydi(1979-1980 dönemi de olabilir). Ben 19-20 yaşında bir öğrenci, Mustafa Safran ise en fazla 22-23 yaşlarında bir tarih öğretmeniydi. Tarihi sevdiğim için dolayısıyla genç tarih öğretmenimiz Mustafa Safran'ı da çok seviyordum. 36 kişilik sınıfımızda çoğunluk Milli Görüşçü gençlerden oluşuyordu. "Akıncı" diyorlardı kendilerine. Okulda da onlar hakimdi.
Böyle olunca okulun sportif ve kültürel etkinlikleri de bu Akıncı gençlerin elindeydi. Okulumuzda iki ana grup vardı zaten; Ülkücüler ve Akıncılar. Diğer grupların, mesela Nurcuların fazla sesleri çıkmamakla birlikte, Ülkücülerle Akıncılar sık sık kavga ederlerdi. İdeolojik kamplaşmaların ve kavgaların revaçta olduğu 1980 ve öncesi dönemden bahsediyorum! Akıncı gençler "Başar Vakıf Öğrenci Yurdu" isimli bir özel yurtta topluca kalıyorlardı ve sanırım hayırseverler tarafından bağışlanan kapişonlu yeşil renkli parkalar giyiyorlardı. Okula toplu gelip gidiyorlar, zaman zaman okul dışındaki Ülkücülerin taarruzuna muhatap olup dayak yiyorlar, bunun intikamını da gelip okulda bize saldırarak çıkarıyorlardı!
Ülkücülerin okul başkanı bizim sınıfta idi ve o yüzden ona saldırıyorlar arada bize de sataşıp saldırıyorlardı. Okul başkanımız Erdoğan, oldukça haylaz bir gençti ve iki yıl üst üste sınıfta kalarak nihayet bizimle mezun olma şansını yakalamıştı galiba! Demek ki; okul dışında doğru durmuyor, Akıncıların öfkesini üzerine çekiyor, haliyle onlar da okula gelince Erdoğan'a ve bize saldırıyorlardı. Hayatımda aldığım tek adli sicili de zaten onların haksız saldırılarına cevap verme zorunda kaldığım için aldım!
Dedim ya; okulda Akıncılar ağırlıkta olunca sosyal, kültürel ve sportif etkinlikler de onların elindeydi. Mesela okulun basketbol takımı onlardan oluşuyordu ve takımın çoğunluğu bizim sınıfta idi. Zira 7 yıllık okulun son sınıfında olmakla okulun abileri biz oluyorduk! Genç tarih öğretmeni Mustafa Safran da sanırım basketbol takımının koçluğunu yapıyordu.
Akıncılarla aramızda tatlı bir rekabet vardı ve sınavlardan onlardan yüksek not almaya çalışıyorduk. Sınıfta bir hayli başarılıydım ve dolayısıyla Akıncıların şimşeklerini üzerine çekiyordum. Sürekli bana sataşıp duruyorlardı; hatta gözlüklü olduğum için bana "Cam göz", "Dört Göz", "Optik" gibi aşağılayıcı lakaplar takmışlardı. Hatta bazen "Abuzittin Çorçil" diyerek benimle dalga geçiyorlardı. Ancak ben aldığım yüksek notlarla onları ezip geçiyor, bu da onları deli ediyordu! Çünkü hem notlarım iyiydi, hem de notları düşük olan yakın arkadaşlarıma yardımcı oluyor, mesela sınavlarda bazen kopya bile veriyordum!
Bir gün genç tarih öğretmenimiz Mustafa Safran, "Haftaya yazılı var arkadaşlar, iyi çalışın. Müsamaha yok" dedi. Bunun üzerine sıkı bir çalışma ile sınava hazırlanmıştım. Ancak o da nesi; Mustafa Safran, koçluğunu yaptığı basketbol takımının şımarık Akıncı gençlerinin ricası üzerine sınavı ertesi hafta aynı güne erteledi! Ben de mecburen yeni baştan çalışmak zorunda kaldım ders konularına. O hafta gelince Mustafa Safran, yine o şımarık Akıncı gençlerin isteği ile sınavı ikinci kez erteledi. Üçüncü hafta geldi aynı şey tekrarlanmaya ve Akıncıların baskı ve talebi ile sınavı ertelemeye kalkınca, itiraz ettim Mustafa Safran'a: "Hayır hocam, sınavı erteleyemezsiniz. Bugün bu sınav yapılacak!" dedim.
Mustafa Safran; "Tamam o zaman" dedi. "Geç öğretmen masasına, seni tek başına sınav yapacağım!" Bütün sınıfın şaşkın bakışları altında, kâğıdı kalemi aldım ve geçtim öğretmen masasına! Mustafa Safran başladı nerede kıyıda köşede kalmış bir konu varsa oralardan en kazık soruları sormaya! Ancak ben kitabı yalamış yutmuşum; ne kadar kazık soru sorarsa sorsun, ne çıkar? Sorular bittikten sonra; şakır şakır cevaplarını yazdım verdim kendisine. Elimden kağıdı alır almaz ne yapsa beğenirsiniz? Bütün sınıfın huzurunda ve Akıncı gençlerin alaycı kahkahaları eşliğinde cart cart yırtıp sobaya attı yazılı kâğıdımı!
Galiba üçüncü yazılıydı ve ilk iki yazılıdan yüksek notlar almıştım. Hatta iyi hatırlıyorum ilk iki yazılı notum 8 8 idi. Aldığım notları ikiye değil üçe, hatta dörde bile bölse sınıfı rahat geçiyordum. O cesaretle ve sırf Mustafa Safran'ı protesto için 3. ertelemeden sonra bir sonraki hafta yapılan yazılı sınava kasten girmedim. Mustafa Safran da anlamıştı sanırım hatasını. Çünkü daha önce yapılan iki sınavda alınan notları normalde üçe bölüp ders notumu 6 vermesi gerekirken ikiye böldü, yani not kaybına uğratmadan sınıf geçme notunu 8 olarak vermek durumunda kaldı!
Yılını kesin hatırlamıyorum ama 1980'li yılların ikinci yarısıydı. DTCF'de bir akşam Prof. Dr. Fahrettin Kırzoğlu tarafından bir konferans veriliyordu. Öğretmenimiz Mustafa Safran'ın da Atatürk Ü. Tarih Bölümünden hocasıydı Fahrettin Kırzoğlu. Kendisini dinlemeye gitmiştim; baktım önümdeki koltukta o sırada G.Ü.de asistanlık yapan Mustafa Safran oturuyor! Güya kendisini şaşırtmak için arkadan bir not kâğıdı uzatarak kendimi tanıttım ve selam vermek istedim. Tanımazdan geldi! Yanındaki gençlerle kakara kikiri konferansı izlemeye devam etti. Baktım benimle konuşmaya niyeti yok, ısrarcı olmadım. Belli ki, Çankırı İHL'de aramızda geçen hadiseyi unutmamıştı!
Daha sonra 1990'lı yıllarda, kendisiyle tanışma fırsatı bulduğumuz Diyanet mensubu olan küçük kardeşi ziyaretime gelmişti Ankara'ya. Onun ısrarıyla Prof. Dr. Mustafa Safran'ı aramak durumunda kaldım; keşke aramasaydım! Çünkü hocanın bana duyduğu kinin halen devam ettiğini fark ettim ses tonundan ve konuşma üslubundan! Adeta tersler gibi, aşağılar gibi konuşuyordu çünkü!
Bakan yardımcısı olması üzerine yayınlanan özgeçmişine bakıldığında, özellikle Gazi Üniversitesi bünyesinde önemli görevler yaptığı görülmektedir. YÖK Başkan Danışmanlığı da yapan Prof. Dr. Mustafa Safran, yanılmıyorsam halen TÜBA Asli Üyesi, ayrıca YÖK Denetleme Kurulu üyesi olarak da görev yapmaktadır.
Bizim okuduğumuz dönemde Çankırı İmam-Hatip Lisesi'nde, hocaların hangi siyasi görüşe mensup oldukları az çok bilinirdi. Mesela okul yönetimi Milli Görüş tandanslı idi ve bu yüzden Akıncı gençleri koruyup kollarlardı. Ancak bugünün Milli Eğitim Bakan Yardımcısı olan o günün genç tarih öğretmeni Mustafa Safran'ın siyasi yönünü bilmezdik; çünkü pek belli etmezdi...
Ömer Sağlam 23.03.2020