Sosyal Medya’da Atatürk’ün muhtemelen İstanbul’da Florya sahillerinde kayıkta çekilmiş bir fotoğrafını paylaşmışlar. Fotoğrafta Atatürk ve şapkalı bir köylü vatandaş dışında kimse bulunmuyor. İşin ilginci adam biraz çekingen vaziyette öylece oturuyor, kürekleri ise bizzat Atatürk çekiyor. Fotoğrafı paylaşanlar üzerine şöyle bir ibare yazmışlar: “Bir lider düşünün… Milletinden bir ferdi kayığına alır, derdini dinler, dertleşir, kürekleri bile kendi çeker. Aynı gemide olmak işte budur..” Fotoğrafın aslında yakınlarında
başka kayıklar ve kürek çekenler de var(1). Ancak sosyal medyada fotoğraf kırpılarak, sadece Atatürk’ün bulunduğu kayığın görüntüsü paylaşılmış.
Fotoğrafı görüp üzerindeki ibareyi okuyunca hatırladım. II. Abdülhamid’in torunu Merhum Ertuğrul Osmanoğlu, dedesi Abdülhamid’in nasıl hilekâr ve adam harcamakta nasıl kurnaz bir siyasetçi olduğundan bahisle, örnek olması bakımından aşağıdaki anekdotu anlatmıştı bir TV programında. Aklımızda kaldığı kadarıyla aktarıyoruz: Plevne Kahramanı Müşir Gazi Osman Paşa, halkın gözünde bir efsane haline gelmişti. Halk kendisine müthiş saygı duyuyor ve ancak Osman Paşa’nın devletin kötü gidişine dur deyip, milletin geleceğini kurtaracağına inanıyordu. Vesvese, kuşku ve desiseleriyle meşhur II. Abdülhamid ise bundan rahatsız oluyor, Osman Paşa’nın, halk üzerinde yaratmış olduğu büyük etkiyi kırmak ve onu gözden düşürmek için fırsat kolluyordu.
başka kayıklar ve kürek çekenler de var(1). Ancak sosyal medyada fotoğraf kırpılarak, sadece Atatürk’ün bulunduğu kayığın görüntüsü paylaşılmış.
Fotoğrafı görüp üzerindeki ibareyi okuyunca hatırladım. II. Abdülhamid’in torunu Merhum Ertuğrul Osmanoğlu, dedesi Abdülhamid’in nasıl hilekâr ve adam harcamakta nasıl kurnaz bir siyasetçi olduğundan bahisle, örnek olması bakımından aşağıdaki anekdotu anlatmıştı bir TV programında. Aklımızda kaldığı kadarıyla aktarıyoruz: Plevne Kahramanı Müşir Gazi Osman Paşa, halkın gözünde bir efsane haline gelmişti. Halk kendisine müthiş saygı duyuyor ve ancak Osman Paşa’nın devletin kötü gidişine dur deyip, milletin geleceğini kurtaracağına inanıyordu. Vesvese, kuşku ve desiseleriyle meşhur II. Abdülhamid ise bundan rahatsız oluyor, Osman Paşa’nın, halk üzerinde yaratmış olduğu büyük etkiyi kırmak ve onu gözden düşürmek için fırsat kolluyordu.
Bunun için küçük bir plan yapar ve plana göre, bir Ağustos sıcağında Padişah ile Gazi Osman Paşa, Yıldız Sarayı’nın rıhtımından kayığa binip denize açılırlar. Padişah kayığın bir köşesine kurulmuş, küreklerin başında ise o altın madalyalarla ve sırma şeritlerle süslü üniformasıyla Müşir Gazi Osman Paşa oturmaktadır. Yani kürekleri Osman Paşa çekmektedir! Derken yaz sıcağında kürek çekmekte olan Osman Paşa terlemeye başlar. Padişahın tavsiyesi üzerine önce başındaki fesi, biraz sonra sırmalı ceketini ve daha sonra da pantolonunu çıkartarak, sonunda don gömlek kalır küreklerin başında.
Bu manzarayı gören rıhtımdaki ahali ise doğal olarak; “Osman Paşa’da da umut yok. Manzaraya bakılırsa o da padişahın kulu kölesi olmuş…” diye düşünür, sonra bu hadisenin haberi basında yer alarak ülkeye dağılır ve böylece Osman Paşa halkın gözünden düşer. II. Abdülhamid de potansiyel bir tehdidi daha böylece savuşturmuş olur…
II. Abdülhamid hakkındaki bu rivayet, oğlu Burhaneddin Efendi’den olma torunu Ertuğrul Osmanoğlu’na ait olduğuna göre, hadiseyi doğru kabul etmemiz gerekiyor. Ertuğrul Osmanoğlu, 1912 doğumludur. II. Abdülhamid ise 1918 yılında vefat etmiştir. Yani dedesi öldüğünde o henüz 5-6 yaşlarında küçük bir çocuktur. Gazi Osman Paşa ise 1900 yılında ölmüştür. Bu durumda, Ertuğrul Osmanoğlu’nun hadiseye bizzat şahit olması mümkün değil. Dolayısıyla; kendisi bu hadiseyi saraydaki yakınlarından dinlemiş olmalıdır.
Ayrıca Ertuğrul Osmanoğlu’nun dedesi ile Gazi Osman Paşa arasındaki ilişki hakkında anlattıklarını doğrulayan tarihi bilgiler de mevcut. Mesela, Osmanlı Hanedanı’nın yaşayan üyelerinin pek çoğu ile yakın ilişki içinde olduğu bilinen ve hatta onların bazılarıyla dost ve ahbap ilişkisi olduğunu söyleyen Murat Bardakçı, “Gazi Osman Paşa’nın hazin öyküsü” başlıklı yazısında “Paşa mason muydu?” diye sorduktan sonra devamla şöyle diyor: “Yağcıoğulları ailesine mensup olan ve Tokat’ta 1833’te dünyaya gelen Osman Nuri Paşa, 1877’deki Plevne müdafaasından sonra Ruslar’a esir düştü, birkaç ay Rusya’da kaldı ve savaş esirinden ziyade bir kahraman muamelesi gördü. Sonra İstanbul’a döndü, zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid tarafından ‘Gazi’ unvânı verilerek ‘Mâbeyn-i Humâyun Müşîri’ yani ‘saray mareşali’ yapıldı, dört oğlundan ikisi padişahın iki kızı ile evlendirildi ve Paşa 1900 senesinin 5 Nisan’ındaki vefatına kadar Yıldız Sarayı’nda, hükümdarın gözünün önünde yaşadı.
Sultan Abdülhamid’in Paşa’ya unvanlar vermesinin yanı sıra kendisine dünür yapmasının ama sarayda yanı başında yaşamak zorunda bırakmasının sebebinin, zamanının en büyük millî kahramanı olan bu saygın askerin muhalifler tarafından kandırılması endişesi taşıması olduğu söyleniyordu. İşte, birilerinin ‘Gazi Osman Paşa da bizdendir’ iddiasında bulundukları bu büyük asker son senelerini böyle bol unvanlar içerisinde ama sıkı bir tarassut altında geçirdi…
Mason olması ve ‘biraderleri’ ile bir araya gelmesi ihtimalini bir tarafa bırakın, Yıldız Sarayı’nın hemen ilerisinde, Beşiktaş’ta bulunan yalısına da ancak ayda-yılda bir ve padişahın izni ile gidebilmiş ve çocuklarının annesi olan eşi Zâtıgül Hanım’ı da hayatının son 20 senesinde sadece birkaç defa görebilmişti… Kaldı ki, Gazi Osman Paşa ile Zâtıgül Hanım’ın bazıları Türkiye’de, bazıları da Avrupa’da yaşayan torun çocuklarından çoğunu yakından tanırım ve bir kısmı yakın dostumdurlar. Bu torunlar arasında tarih ile profesyonel derecede meşgul bulunanları da vardır ve büyük dedelerinin masonluğu iddialarının palavradan ibaret olduğunu söylerler…
Dolayısı ile tarihimizin Gazi Osman Paşa gibi diğer önemli isimlerinin ‘kendilerinden’ olduğunu iddia eden zevât iddialarında samimi ve ciddî iseler ve şayet ellerinde varsa, bu kişilerin masonluk belgelerini, özellikle de ‘tekris evrakını’ yayınlamak, aksi takdirde susmak ve böylesine önemli şahsiyetlerin masonluğu ‘ayıp’ kabul edenler tarafından boş yere suçlanmalarına son vermek zorundadırlar. Ortaya atılan hayâlî güç ve geçmişte devlete hâkim olma iddialarına inanıp Paşa’nın masonluğu gibisinden safsataları manşetlerine taşıyanlara düşen vazife de, Plevne Kahramanı’nın hatırasından özür dilemektir!”(2)
II. Abdülhamid ile Müşir Gazi Osman Paşa arasında geçen hadisenin yaşandığı yıllarda(1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın hemen sonrası olmalıdır) henüz küçük bir çocuk, ya da belki de henüz doğmamış olan Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya gelince: Müşir Gazi Osman Nuri Paşa, belki halkın kendisinden beklediklerini verememiş ve halkın umudunu boşa çıkarmıştır ama tıpkı onun gibi Harbiye’den yetişen ve yine tıpkı onun gibi Müşir ve Gazi olan bir başka paşa halkın yok olan umutlarını yeniden yeşertmiştir. O, Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır.
Kaderin cilvesine bakın ki; tıpkı Müşir Gazi Osman Paşa gibi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa da bir ihtimal Tokatlı’dır; yani iki mareşal belki de hemşeridirler. Zira, Doğum yeri Selanik olarak gözüken Mustafa Kemal Paşa’nın, aslında Kızıloğuz Türkmenlerinden olduğu ve mensubu bulunduğu Türkmenlerin, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum ve Bozok yörelerinde oturmakta iken Osmanlı’nın iskân politikası gereği önce Konya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli ve Çanakkale taraflarına, arkasından da Balkanlar’a yerleştirilen Kızıloğuz Türkmenlerine dayandığını tespit eden yayınlar vardır piyasada. Üstelik bu yayınlar, Osmanlı arşiv kayıtlarına istinat ettirilmektedir(3). Müşir Gazi Osman Nuri Paşa’nın Tokatlı olduğu ise zaten bilinmektedir(4).
İşte Saltanat ile Cumhuriyetin farkı. Saltanat, adam harcayan, Cumhuriyet ise adam kazanan bir rejimdir. Saltanat rejiminde devletin dümeni başkalarının elinde, Cumhuriyet rejiminde ise halkın seçtiklerinin elindedir. Saltanatta, insanlar bir nevi kuldur, köledir; bu sebeple de sultanın amacı doğrultusunda kullanılır, amaç gerçekleştikten veya iş bittikten sonra bir köşeye atılır, olmadı yok edilirler! Tıpkı yaklaşık iki haftadır gündemimizi işgal eden Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayında olduğu gibi.
Gerçek anlamıyla, bütün kurum ve kurallarıyla işleyen Cumhuriyette ise insanlar eşit yurttaşlardır, ehil ve liyakat sahibi oldukları sürece hizmetlerinden istifade edilir. Dahası, Cumhuriyet rejiminde lider seçimle iş başına gelir ve devletin başındaki lider, kendisini seçip oraya çıkaranlara hizmet etmeyi kendisine vazife bilir. Hizmet etmediği veya halkı ile uyuşmadığı takdirde bir dahaki seçimde seçilmeyerek yönetim yetkisini kaybedeceğini de bilir.
1-http://www.arkaguverte.com/gundem/halkina-hic-yalan-soylemeyen-bir-lider-hicbir-kompleksi-olmayan-vatandasinin-seven-lider-ataturk-25140/
2-https://www.haberturk.com/polemik/haber/757286-pasa-mason-muydu,
3- Örn. Bkz. Mehmet Ali Öz, Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü, Özel Yayın, Sivas-2014, s,17. Karşılaştırma için bkz. Dr. Ali Güler, “Atatürk’ün Saklanan Soyağacı” başlıklı makalesi, 03 Eylül 2012, http://haberiniz.com.tr/kose-yazisi/61839/ataturkun-saklanan-soyagaci–ali-guler.html.
4-http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=394 & https://www.timeturk.com/gazi-osman-pasa/biyografi-779476.
Şu hususu da önemle belirtelim ki; Tokat ve civar illerden sadece kahramanlar değil, tıpkı yurdun diğer köşelerinden olduğu gibi bu yörelerden de hainler çıkabilmektedir. Tıpkı Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi örneğinde olduğu gibi.(Mustafa Sabri hakkında daha geniş bilgi için. bkz. http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-39/seyhulislam-mustafa-sabrinin-milli-mucadele-ve-ataturk-inkilaplari-karsiti-tutum-ve-davranislari)