Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Okul Dışında"...
Evdeki yaşamımız en az okuldaki yaşamımız kadar disiplinliydi. Her şeyin bir kuralı ve programı vardı. Yemekler belli saatlerde yenilir, belli saatte yatılır, belli saatte kalkılırdı. Öyle ben acıktım diye yemek saatleri dışında abur cubur yenilemez ya da ben daha acıkmadım diyerek sofradan kaçılamazdı. Uykumuz gelmese de saati geldiğinde yatağa girmek zorundaydık.
Okuldan dönüşümüzü anneannem pencerede bekler, birkaç dakika gecikecek olsak nedenini sorardı. Cam kenarına oturamazdık çünkü kız çocuklarının pencere önünde oturması yanlış anlaşılabilirdi. Yine yüksek sesle gülmemiz yanlış değerlendirilebileceğinden gülerken sesimizin perdesinin alçak olmasına dikkat ederdik. Bir şey içip ferahladığımızda derin bir "Ooooh" çekecek olsak rahmetli anneanneciğim "Yavrum öyle deme, onun yerine; 'Ya Rabb'i, şükür!' de." diyerek bizi uyarırdı.
Kış yüzünü göstermeye başlayınca hemen el örgüsü yün fanilalar giyilir ve ilkbahar ortalarına kadar çıkartılamazdı. Banyo ancak hafta sonlarında yapılır ve banyo yapıldığı gün sokağa çıkılmazdı. Anneanneciğim bize hep, derdin okkayla girdiğini, sonra da dirhem dirhem çıktığını söylerdi. Nitekim onun otoritesinden kurtulur kurtulmaz hem yün fanilayı atan hem de ıslak saçla dışarıya çıkan ben, bugün hala bronşitin ve sinüzitin dirhem dirhem çıkışını yaşıyorum:)
Kışın sobanın üzerinde hep bir çaydanlık durur, içerisinde de ıhlamur bulunurdu. Ben ıhlamuru, özellikle de kokusunu, pek sevmesem de anneannem göğsümüzü yumuşatacağını söylediği için içerdim. Kış aylarında ellerimin üzeri çatlar, o zamanlar bugünkü gibi çeşit çeşit el kremleri olmadığından, anneanneciğim dedeme eczaneden gliserin aldırır, içine limon suyu karıştırarak bana el losyonu yapar, ellerime onu sürerdim.
Bir de yalnızca alnıma musallat olan ergenlik sivilceleri ile sorun yaşadığımı hatırlıyorum. Okuldan dönerken Misakımilli Sokağı'nın üzerindeki bir binanın altında bulunan turşucudan alıp içtiğim bol biberli ve lahanalı turşu suyu onları iyice azdırıyor, anneannem bunu bilmeme rağmen hala içtiğim için bana çok kızıyordu. Onları kurutmak için alnıma talk pudrası, bir de mevsimiyse salatalık kabuğu sürdüğümü hatırlıyorum. Tabi o zamanlarda her sebzenin ve meyvenin mevsimi vardı, yazınkini kışta, kışınkini de yazda bulamazdınız. Bir yılbaşı gecesinde bir dilim portakalla bir dilim domatesi bir arada yemiştik de bunu çok özel bir şey saymıştık.
Yılbaşı gecelerinde genellikle bizi dayımlar yemeğe alırlar. Bazen de onlar bize gelirdi. Her zamankinden daha özenle hazırlanmış olan sofrada önce yemeğimizi yer, yemekten sonra bir yandan kuruyemiş ve meyvelerimizi yerken bir yandan da tombala oynardık. Televizyon daha yoktu, onun için radyodan yılbaşı programını dinlerdik. Saat 12 yi vurduğunda birbirimizi kucaklar, iyi dileklerimizi iletir, biraz sonra da yatardık.
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Ah! O Yıllar, Geçip de Giden Yıllar" ile devam edecek.
Semiramis Kanbak