Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: " İstanbul'da Yaz Keyfi"...
Anneannemin genç kızlığı Karamürsel'de, Yunan askeri tehdidi altında geçmiş. Erkekler savaşa katıldığından geceleri kadınlar ve çocuklar bir evde toplanırlar, korkuyla bekleşirlermiş. Yunan askerlerinin özellikle genç kadın ve kızlara karşı acımasız tavrından çekindikleri için kendilerini çirkinleştirmeye çalıştıklarını, anneannemin haminnesinin ona "sen de hiç güzel çirkin olamıyorsun" diye çıkıştığını anlatırdı anneannem. Yunanlıların Karamürsel'i yakacağını duyduklarında, anneannem el emeği göz nuru çeyizlerini bir kuşak yaparak beline sarmış, babasının çeyiz olarak aldığı Singer dikiş
makinesini toprağa gömmüşler (toprak altından paslanmış olarak çıkarılan bu makineyi kendisi yaşadığı sürece kullandı) ve hep birlikte Maşukiye'ye, dayılarının yanına gitmişler. Geriye döndüklerinde Karamürsel'i çekilen Yunan askerleri tarafından yakılmış olarak bulmuşlar ve her şeye yeniden başlamak zorunda kalmışlar.
makinesini toprağa gömmüşler (toprak altından paslanmış olarak çıkarılan bu makineyi kendisi yaşadığı sürece kullandı) ve hep birlikte Maşukiye'ye, dayılarının yanına gitmişler. Geriye döndüklerinde Karamürsel'i çekilen Yunan askerleri tarafından yakılmış olarak bulmuşlar ve her şeye yeniden başlamak zorunda kalmışlar.
Anneannem dedemle evlendiğinde daha 16 yaşındaymış. O zamanlar dedem 34 yaşındaymış ve Karamürsel'e Şube Reisi olarak yeni tayin olmuş. Dedem bekâr olduğu için bir gün ona evlenmek üzere bir kız göstermişler sokakta. Kız 19 yaşındaymış, dedem o kızı yaşlı ( ! ) bulmuş ve kızın yanındaki arkadaşını, yani anneannemi sormuş. Başkatip Hüseyin efendinin kızı, rüştiyeyi bitirdi, o da bekar demişler. Dedem hemen istetmek için annesini anneannemlere göndermiş. Annesi, oğlunun savaş nedeniyle hiç evlenmediğini, sokakta anneannemi görüp çok beğendiğini ve anneanneme talip olduklarını söylemiş. Kısa bir araştırmadan sonra anneannemi dedeme vermişler.
Ancak sonradan dedemin daha önce evlendiği ve bu evlilikten bir de oğlu olduğu ortaya çıkmış. Dedem kendisini "Seni çok beğenmiştim, söyleseydim, vermezlerdi" diye affettirmeye çalışmış. Anneannemin babası bu işe çok üzülmüş ve kızına baba evinin kapısının ona her zaman açık olduğunu söylemişse de anneannem dönmemiş. Baba evine dönmemesini "Kızım doğmuştu, onu babasız bırakmak istemedim. Hem kardeşlerim de çok küçüktü, belki kızım onların arasında ezilir diye düşündüm" diye açıklardı anneannem. Bir süre sonra dedemin ilk evliliğinden olan oğlu da yanlarına gelmiş. Anneannemin büyük dayımla olan ilişkileri başlangıçtan itibaren hep iyi olmuş, onun bu davranışı çocuklarının ve bizim de öz-üvey ayrımı yapmamamıza neden olmuştur. Büyük dayım ve ailesi de bize karşı hep aynı şekilde davranmış, aramızda hiç bir zaman üveylik söz konusu olmamıştır.
Anneannem dindar bir insandı. Beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, fitre ve zekatını verir, kurbanını keser, kısacası dininin vecibelerini yerine getirmeye özen gösterirdi. Namaz kılarken başını beyaz bir tülbentle örterdi, sair zamanlarda ise başı açıktı. Son yıllarında sağlığı müsait olmadığı için hacca vekil göndermiş, hacı olduktan sonra başına ya bir bere ya da eşarp bağlar olmuştu. Tutumlu bir insandı ve israfı günah olarak görürdü. Dikiş, nakış, örgü, dantel vb. her türlü ev işinden anlar, güzel yemek pişirirdi. Gezmeyi çok sever, yol iz bilir, hatır gönül kırmamaya dikkat ederdi. Sohbeti çok keyifliydi. Harf devriminden sonra kendi gayretiyle Latin alfabesini öğrendiğinden gazeteleri okur, gündemi takip etmeye çalışırdı. Sezgileri çok kuvvetliydi. Kendisi "Ben iğnenin deliğinden Hindistan'ı görürüm" derdi. Biraz abartılı bir ifade olsa da sezgilerinde çoğu zaman haklı çıkardı. Çok ta akıllıydı. Sadece ailenin değil sülalenin akıl danıştığı bir insandı. Ne yazık ki benim canım anneanneciğim, bu akıllı insan 80 yaşında alzaymır oldu ve iki yıl bu şekilde yaşadı. Artık bizi dahi tanımıyordu. Onun bu hâli beni kahretti, o kadar ki onu kaybetmekten çok korkan ve Allah'a hep "Ne olur anneanneme 5 yıl daha ömür ver Allah'ım!" diye dua eden ben "Ne olur anneannemi kurtar Allahım!" diye dua eder oldum.
Ara sıra da sadece büyüklerin gideceği ev gezmeleri olurdu. Böyle zamanlarda biz çocuklar evde yalnız kalırdık. Anneannemlerin evi, evden apartmana dönüştürüldüğünden ince uzun bir evdi. Oturma odası öndeydi, uzun bir koridorun ortasında mutfak ve banyo, koridorun sonunda da iç içe geçmiş üç büyük oda vardı. Ablamla ben, küçük kardeşime ve dayımın çocuklarına hayali masallar anlatırdık, onlar da bizi merakla dinlerlerdi. Ama bu masallarda hırsızlar, ruhlar, acayip yaratıklar muhakkak olurdu. Bazen arka odalardan sesler gelirdi. Anlattığımız masalların da etkisiyle hepimiz çok korkardık. Herkes diğerine haydi sen git bak der, ama kimse cesaret edip arka odalara geçemezdi. Sonraları ablamla ben bu seslerin evin arka bölümünün ahşap olmasından kaynaklandığını anladık ve korkmamaya başladık. Ama küçüklere bunu söylemedik, sanırım onların korkması bizim çok hoşumuza gidiyordu. Yine böyle bir akşam küçüklerden biri tuvaletteyken ben mutfak penceresinden topu uzatarak tuvalet penceresinin önünde ileri geri sallamış, pencerenin arkasında bir şeylerin hareket ettiğini gören kuzenim bunu ruh geldi sanarak can havliyle, bağırarak tuvaletten dışarı fırlamış, onun o haline biz gülmekten kırılmıştık. Aslında hepimiz çocuktuk ve o zamanlar bize komikmiş gibi görünen bu yaptıklarımızın ne kadar tehlikeli olduğunu biz ancak yaşımız biraz ilerleyince idrak edebildik.
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "ÜAKL Yollarında" ile devam edecek.
Semiramis Kanbak