Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Bir önceki yazı: "Annem ve Biz"...
Yaz gelince düğünler peş peşe yapılmaya başlar, hoşlandığımız için annem düğünlere bizi de beraberinde götürürdü. Bugün hâlâ öyle düğünler yapılıyor mu bilmiyorum, ama o zamanlar Beypazarı düğünleri günlerce sürerdi. Bu düğünlere gitmek için, tabii, önce davet edilmeniz gerekirdi. Düğün davetleri öyle davetiyeyle yapılmazdı. Düğünden bir süre önce, düğün ebesi denilen bir bayan vardı, o kapı kapı dolaşır, düğün sahibinin ismini (genellikle lakabıyla birlikte - falancaların falanca hanım gibi) ve selamını söyledikten sonra düğüne okur, yani davet ederdi. Davet edilen, ebeye mutlaka bahşiş verirdi.
Önce kız evinde gelinin çeyizleri duvarlara asılır, o gün herkes gider bunları görürdü. Ben bu çeyiz bakmayı çok severdim. Duvarlardaki kanaviçeleri, ince iplikle örülmüş
dantelleri, iğne oyalarını seyrederken, sanki bir sanat galerisini geziyormuş gibi zevk alırdım. Bir tarafta da düğün ebesi, damat tarafından gönderilen takıları (Buna dürü diyorlardı.) eline alıp gelenlere gösterir, yüksek sesle de kimden olduğunu - kaynanasından bir inci kolye gibi - söylerdi. Hediyeler açıklanırken hanımlar aralarında hediyelerle ilgili yorumlar yapar, bazen de düşüncelerini kaş göz işaretleriyle birbirlerine gizlice anlatmaya çalışırlardı. Bu arada ikramlar yapılır, gelen konuklar ağırlanmadan gönderilmezdi.
Önce kız evinde gelinin çeyizleri duvarlara asılır, o gün herkes gider bunları görürdü. Ben bu çeyiz bakmayı çok severdim. Duvarlardaki kanaviçeleri, ince iplikle örülmüş
dantelleri, iğne oyalarını seyrederken, sanki bir sanat galerisini geziyormuş gibi zevk alırdım. Bir tarafta da düğün ebesi, damat tarafından gönderilen takıları (Buna dürü diyorlardı.) eline alıp gelenlere gösterir, yüksek sesle de kimden olduğunu - kaynanasından bir inci kolye gibi - söylerdi. Hediyeler açıklanırken hanımlar aralarında hediyelerle ilgili yorumlar yapar, bazen de düşüncelerini kaş göz işaretleriyle birbirlerine gizlice anlatmaya çalışırlardı. Bu arada ikramlar yapılır, gelen konuklar ağırlanmadan gönderilmezdi.
Bir gün de gelin hamama götürülürdü, buna kına hamamı deniyordu.
Kına hamamına gelinin arkadaşları ve kız akrabaları da katılırdı.
Bu, oğlunu evlendirmek için kız arayan anneler için iyi bir fırsattı.
Hamama misafirlerin oturması için sandalyeler dizilirdi.
Aydınlatma gaz lambaları ya da mumla yapılıyor olmalıydı ki etraf oldukça loş olurdu. Gelin ayrı bir odada soyunarak simli peştamal sarınır, ayağına gümüş nalın giyer, omzuna sırmalı havlu atardı. Sağdıcı (Genelde görümcesi ya da eltisi olurdu.) ve birkaç evli kadınla yıkanma yerine girer, girerken gelinin başından aşağı bozuk para serpilir, bunun uğur ve bereket getireceğine inanıldığından herkes bu paraları kapmaya çalışırdı. Gelin içerde yıkanırken dışarıda misafirlere düğün sahibinin imkânlarına göre - genelde bu çay ve börek ya da kuru pasta olurdu - ikram yapılır, tef çalınır, türküler söylenir, oynanırdı. Kına hamamı gelinin hamamdan çıkıp kıyafetini giymesiyle son bulurdu.
Hatırladığım kadarıyla düğünün en önemli bölümü gelinin oğlan evine getirildiği gün olurdu. O gün hem eğlencenin en coşkulusu hem de ikramın en zengini yapılırdı. Sofra yaygılarının üzerine yer sofraları kurulur, etrafına minderler atılırdı. Daha sonraları yer sofralarının yerini masa ve sandalyeler almıştı. Yemekler genellikle ortadan yenir, ancak özel misafirlere ayrı tabaklar verilirdi. Yemekte önce yoğurt çorbası, sonra düğün sahibinin imkânına göre etli güveç, yaprak sarması, salata ve bazen de ilave zeytinyağlılar olurdu. Ardından el açması baklava verilir, baklavanın üstüne mutlaka pirinç pilavı ikram edilirdi. Yemek bittikten sonra çalgı başlar, hanımlar birer ikişer oynamaya kalkardı. En gözde türküler, "Meşeli" ile "Kayalar Mürdüm Mürdüm" türküleriydi. Hanımlar müziğin ritmine göre iki ellerini dirseklerinden kırıp havaya kaldırarak parmaklarını şıklatırken birbirlerine doğru yürürler, göbeklerini birbirine değdirdikten sonra aynı şekilde geri geri giderler, arada bir de kendi etraflarında dönerlerdi. Bu sırada gelin bir köşede duvağıyla oturur, sessiz sessiz oynayanları seyrederdi. Eğlence sona erdiğinde, misafirler düğün sahibine iyi dileklerini iletir, evlerine dönerlerdi.
Hatırladığım kadarıyla düğünün en önemli bölümü gelinin oğlan evine getirildiği gün olurdu. O gün hem eğlencenin en coşkulusu hem de ikramın en zengini yapılırdı. Sofra yaygılarının üzerine yer sofraları kurulur, etrafına minderler atılırdı. Daha sonraları yer sofralarının yerini masa ve sandalyeler almıştı. Yemekler genellikle ortadan yenir, ancak özel misafirlere ayrı tabaklar verilirdi. Yemekte önce yoğurt çorbası, sonra düğün sahibinin imkânına göre etli güveç, yaprak sarması, salata ve bazen de ilave zeytinyağlılar olurdu. Ardından el açması baklava verilir, baklavanın üstüne mutlaka pirinç pilavı ikram edilirdi. Yemek bittikten sonra çalgı başlar, hanımlar birer ikişer oynamaya kalkardı. En gözde türküler, "Meşeli" ile "Kayalar Mürdüm Mürdüm" türküleriydi. Hanımlar müziğin ritmine göre iki ellerini dirseklerinden kırıp havaya kaldırarak parmaklarını şıklatırken birbirlerine doğru yürürler, göbeklerini birbirine değdirdikten sonra aynı şekilde geri geri giderler, arada bir de kendi etraflarında dönerlerdi. Bu sırada gelin bir köşede duvağıyla oturur, sessiz sessiz oynayanları seyrederdi. Eğlence sona erdiğinde, misafirler düğün sahibine iyi dileklerini iletir, evlerine dönerlerdi.
Anı dizisi, gelecek yazı olan, "Babam"la devam edecek.
Semiramis Kanbak