GUBA; Azerbaycan’ın güzel, şirin illerinden biri.
Başkent Bakü'nün 170 kilometre kuzeyinde, içerisinden ırmak geçen, tarihiyle elmasıyla meşhur bir Türk ili.Azerbaycan Türk Kadınlar Birliği tarafından, 26 -30 Mart tarihleri arasında, "31 Mart 1918: Bakü'nün Düşman İşgali ve Asılsız Soykırım İddiaları” konulu uluslararası bir konferans yapıldı.
Konferansa; "Türk Tarih Kurumu Ermeni Masası Başkanı" Prof. Dr. Kemal Çiçek, Afyon Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sadık Sarısaman, eski bakanlardan Agâh Oktay Güner; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eski başbakanlarından Derviş Eroğlu'nun hanımı Meral Eroğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti milletvekilleri; Brüksel'den ve Türkiye’den gazete ve televizyon yapımcıları, Azerbaycan bakanları, milletvekilleri, akademisyenler ve "Yalova Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği"ni temsilen iki arkadaş katıldık.
Güzel olan Türkiye’den dernek olarak bir tek bizim katılmamızdı.
Azerbaycan "Hocalı Katliamı"yla ilgili yaptığımız iki konferans ve çalışmalarımız, yakinen takip edilmiş kısacası gönüllerinde taht kurmuştuk.
27 Mart’ta konferansımız sabah 10:30 da başlayıp akşam 18:00 da bitti.
Ertesi gün sabah 11 sularında Guba'ya heyet olarak hareket ettik. Zahmetli ve yorucu yolculuktu. Yollar yeni yapılıyordu ve tamamen bozuktu, 170 km‘lik yolu üç saatte alabildik.
Guba’nın içerisinden güzel bir nehir akıyordu.
O nehrin kenarına kadar indik.
Tesadüfen bulunan brandalarla koruma altına alınmış yaklaşık 30 metre uzunluğunda, 6-7 metre genişliğinde, 5-6 metre yüksekliğinde bir yerdi.
Küçük bir kapısı vardı. Kapıdan içeri girdiğimde gözlerime inanamadım. Kanım donmuştu sanki, hiç bir şey düşünemiyor, yanımdaki arkadaşımla konuşamıyordum.
Kemik yığınları, kafatasları, yaşlı, genç, bebek, kadın cesetleri...
Kendimi dışarı attım, etrafımda bulunan "Azerbaycan İlimler Akademisi" başkanına:
- "Hocam bu ne hâl, burası neresi, burada kaç kişi var?" diye sorduğumda,
- "Bakü’nün 1918'deki işgali sırasında bu olayın gerçekleşti"ğini,
- "Burada 2000 ile 3000 arasında ceset bulacaklarını tahmin ettiklerini" söyledi.
Evet, 3000 kişi topluca katledilmiş, üst üste yığılmışlardı.
Bir metrekarelik yerde 6 tane kafatası sayabildim.
Hayatımın hiçbir döneminde görmediğim ve yaşamadığım bu olay karşısında hiç ama hiçbir şey düşünemiyordum.
Küçük çocukların kafataslarını görünce, kendi evlatlarım ve öğrencilerim gözümün önüne geldi.
- "Allah’ım dayanılmaz bir acı!"
Tanımlamada ve tarif etmekte zorlandığım bir tabloyla karşı karşıya kalmak, Ermenilerin bir zulmüne daha tanıklık etmek.
Tüm TV kanalları da bizimle beraber oradaydı.
Hiç kimse ne konuşabiliyor, hatta göz göze gelmemeye gayret ediyorlardı.
Çünkü herkes ağlıyordu.
Bu yerin 20 metre ilerisinde akan nehir, Hazar Denizi'ne dökülüyor.
Akademi başkanının dediği, belgeler ve tanıklarla sabitlenmiş ifadeler doğrultusunda, bu nehrin Hazar’a döküldüğü havza insan cesetleriyle dolmuş...
Bir kısmını (3000 kişi) topluca katlettikten sonra, bir kısmını da (sayı verilemiyor) öldürüp nehre atmışlar, nehirde sürükleyerek Hazar’a dökmüş.
Tarih Kurumundan Prof. Kemal ÇİÇEK Bey’e:
- Hocam gel içeri girelim. Benim fotoğraf çekmem lazım, dedim
Kemal Hocam:
- Ben dayanamadım, çok kötü oldum, sen git Hocam, dedi.
Kendimi toparladım içeri girdim. Çünkü fotoğraflarını çekmek ve onları Türkiye’de yayınlamak mecburiyetindeydim.
Fotoğrafları çektikten sonra gözüm K.K.T.C. eski başbakanlarından Dervişoğlu'nun eşi Meral Hanım'a ilişti. Cebinden bir poşet çıkardı ve oradan bir avuç toprağı poşetin içerisine koydu. Merak ettim:
- Meral Hanım neden toprak aldın? diye sorduğumda.
- Hocam bir gün kardeşimin mezarı olduğunda, oraya koymak için.
Mezarı olduğunda ifadesi garibime gitti. Ve tekrar sordum:
- "Mezarı olduğunda"yla ne demek istediniz?
Anlatayım Hocam:
- Kardeşim Hasan Yılmaz Ahmet; 1963 yılının 27 Aralığı 28 Aralığa bağlayan gece, Lefkoşa’dan Akıncılar köyünde öğretmen olan hanımının yanına giderken, İngilizlerin kontrolü altında bulunan bu bölgede Rum Çeteleri tarafından alındı.
Hasan'ın köye gelmemesi üzerine hanımı telaşlanıp bize haber yolladı. Tüm mercilere başvurduk, ama bir netice alamadık. Yıllarca kardeşimin gelmesini bekledik.
Bizim evimiz bahçe içerisindeydi ve bahçeye açılan üç kapımız vardı. Anacığım her bir kapıya bir koyun bağlamıştı.
- "Hasan'ım hangi kapıdan girerse orada kurban keseceğim", derdi.
Bu yıllarca devam etti. 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldığında, artık anacığımın tüm umutları kesilmişti.
"Hasan artık gelmeyecek", diye.
1963 yılında kardeşimi alıp götüren Rumlar onu katletmişti.
Anacığım 1976 yılında lösemiden vefat etti.
Şimdilerde bizlerden kan örnekleri alındı. Toplu mezarlar Birleşmiş Milletlerin kontrolü altında açılıyor ve kemikler teslim ediliyor.
Eğer kardeşim Hasan'ın kemiklerini bulup bana teslim ederlerse mezarına bu toprağı koyacağım.
Hasan'ın ve Hasanların ruhları şad olsun.
HABERCİDEN
Şemsettin Gürtekin
Guba, Azerbaycan-Özel
Hasan'ın ve Hasanların ruhları şad olsun.
HABERCİDEN
Şemsettin Gürtekin
Guba, Azerbaycan-Özel