- Bal gibi de tanıyorsun, oğlum beni bırak, kendini bile inandıramıyorsun. Yalan söyleme konuş adam gibi… İş pisleşmeden halledelim.
- Vallahi abi ben tanımıyorum hiç bizim oralar…
Kemal cümlesini bitiremeden Korkut üstüne çullanıverdi bir anda. Önce omzundan tutup bez bebekmiş gibi kaldırıp sonra midesine indirdiği sert bir yumrukla ayaklarını yerden kesti.
- Kaçıncı kattayız?
- Ne, öhhhöh ne? karnına yediği yumruktan nefesi kesilen Kemal iki büklüm konuşmaya çalışıyordu ama bir türlü toparlanamıyordu.
- Kaçıncı kattayız dedim ulan!
- Abi ne bileyim. Kendime daha yeni geldim.
- Altı! Altıncı kattayız! Seni bur’dan atarsam karpuz gibi patlarsın. Anlat ne biliyorsan.
- Bilmiyorum dedim ya sen kimsin yahu…
Ve Kemal’in sözü iki dakika içinde üçüncü kez Korkut tarafından kesildi. Adamı itekleye sürükleye camsız pencereye doğru götürürken Kemal panik içinde bağırıyordu.
- Aykut Abiii, amirim bir şey söyle, lan bırak! Amir Abim, abi tut şunu n’oluyo abi?
- Oğlum ben nasıl tutayım öküz gibi herifi! dedim sakince. Korkut onu pencere olması gereken boş bir dikdörtgene yaslamıştı artık. Aşağı doğru iteklenirken panik içinde kenarlara tutunup bağırıyordu. Benden yardım istedikçe ben de umursamaz cevaplarla elimden bir şey gelmeyeceğini anlatıyordum.
- Bilmiyorum vallahi, kim öldürdü bilmiyorum, benle alakası yok, vallahi kim öldürdüyse benim haberim yok!
Korkut pencereden çektiği gibi ayaklarımın dibine fırlattı Kemal’i. Bir oraya bir buraya atılmanın sersemliğiyle toparlanamayan adam anlamaz gözlerle suratıma bakarken kendisini kibarca aydınlattım.
- Geri zekalı evladım, öldüğünü söyledik mi sana biz?
Kemal yaptığı hatayı anladığı anda boş bakışlarında küçük bir zekâ parıltısı nihayet belirmeye başlamıştı. Kaçacak yeri kalmamıştı.
- Hadi anlat ya da karpuz kırmacaya devam dedim. O sırada Korkut, yumruk yaptığı elini sertçe avucuna vurdu.
Kemal konuşmaya başlarken bir anda altına doldurup doldurmadığını merak etmeye başladım. Vallahi o pantolonla anlaşılmasının imkânı yoktu.
* * * * *
- Film gibi oldu yahu! dedim kendimi tutamayıp.
- Gerçekten öyle oldu! dedi Korkut, sigarasını yakarken.
Kemal bize bir sürü şey anlatmıştı. Laf kalabalıklarının arasından iki adamın ismini söylediğinde ise işin seyri değişmişti. Hicri ve Vecihi. Bunlar iki kardeşti. Hurdacı dükkânları vardı ama esas mesleklerini Korkut da ben de biliyorduk. Adam öldürürlerdi. Kiralık Katildiler. İkisi de sabıkalıydı ama yıllardır işledikleri cinayetlerle ilgili delil bulunamadığı için bir türlü adam gibi yakalanamamışlardı. Hurdacı kaç kere basılsa da bir şey çıkmamıştı.
- Eee! dedi Korkut, ”Yüklü müsün? Gidiyor muyuz dükkânlarına?”…
- Dur bir dakika bekle böyle olmaz, ani hareket etmeyelim.
(Çoğul mu konuşmuştum ben demin?)
- Nasıl yani, adamları yakalamayacak mıyız? dedi soran gözlerle.
- Yıllardır yakalayamıyoruz bu adamları, öyle bir gece yarısı çullanarak olacak iş değil, bu herifleri Eroin Kemal’le bir tutma…
- Tutmuyorum zaten.
Bir an sıkıcı bir sessizlik oldu sonra talimat beklercesine yüzüme bakarak
- Ne yapıyoruz o zaman? deyiverdi.
Hayatta en son istediğim şey bu adamla beraber iz sürmekti ama olan olmuştu artık. Doğruya doğru işe yarıyordu gerçekten.
- Sen bunların hurdacıyı gözle, giren çıkana bak bir iki gün. Benim aklımda bir şey var bu perşembe akşamı hurdacının yakınında buluşuruz.
- Peki nasıl yapalım vereyim mi telimi, sen mi verirsin yoksa? Yani haberleşelim diye…
- Öfff! diyerek iç çektim. Nerelere sürüklenmiştim ben gece gece yahu.
- Yaz 532…
* * * * *
Korkut’u hurdalığa dikmiştim ama ben de bu sırada boş durmayıp Selim’in çalıştığı gazeteye gittim. Biraz etraftakilerle konuştum. İş arkadaşlarıyla. Bütün o getir götür işleri arasında çocuğa birkaç haber de vermeye başlamışlar. Akıllı, hırslı çocuk ne yapacak bakalım diye eline tutuşturdukları işlerin de bir şekilde altından kalkmış oğlan. Kalkmış da tabii haberlerin çoğu da ıvır zıvır ne yalan söyleyeyim, sabun köpüğü ama bir tanesi için ciddi bir araştırmaya girmiş. Onun ağzından girdim şunun burnundan çıktım derken öğrendim ki bir inşaat firmasıyla ilgili araştırma yapıyormuş. “Bilge İnşaat”… Tam ne yapmış ne toplamış bakacakken kendimi yazı işleri müdürünün odasında buluverdim.
- Beyefendi arama emriniz var mı?
Kocaman çerçeveli gözlükleri olan haşin suratlı, oldukça boy fakiri sevimsiz bir adamla karşı karşıyaydım. Ulan bunda Napolyon kompleksi yoksa ne olayım!
- Efendim ben artık polis değilim kısa süre önce emekli oldum Selim’de akrabamız ben de son durumla ilgili bilgi almak için iş arkadaşlarıyla konuşuyordum o kadar.
- Adınız ne demiştiniz?
- Demedim ama diyeyim Aykut benim adım, Aykut Beştepe!
- Aykut Bey öncelikle başınız sağ olsun ama böyle olmaz ki kardeşim. Zaten polisler geldi, konuştuk, ettik. Bizim de çalışmamız lazım işimiz gücümüz var, rica ediyorum lütfen… Bizi daha fazla meşgul etmeyin!
- Anlıyorum beyefendi ama siz de biraz anlayışlı olun lütfen, sonuçta ölen kişi yakınımız.
Sevimsiz sevimsiz bakmaya devam ediyor bana adam… Zerre içtenlikli olmayan geçiştirme cümleler kurmaya çalışıyor.
- Yani biz de çok yıprandık inanın ama elden ne gelir… Akıllı, pırlanta gibi çocuk dedik, gitmiş hap içmiş. Yapacak bir şey yok. Lütfen rica ediyorum artık siz de bizi daha fazla meşgul etmeyin.
- Peki! diyorum masanın üstündeki ismine göz ucuyla bakarak;
- Metin Bey. Son bir ricam olacak, Selim’in bilgisayarı evde bulunamadı ofisinde galiba… Arkadaşlara söyleseniz de bana teslim etseler, nasıl olsa işinize yaramaz.
Adamın suratındaki renk dalgalanması görülmeye değer. Sevimsizliği katlanamaz boyutlara çıkarak bana bilgisayarın zaten kendilerinde olmadığını olsa da gazeteye ait haber niteliği taşıyan önemli dökümanları veremeyeceğini gittikçe yükselerek söylüyor. Avukat, mahkeme, tanıdık emniyet müdürü imaları bir anda havada uçuşuyor. Basit bir stajyerin bilgisayarı için ne büyük tantana...
Sevimsiz Metin’in odasından çıkmadan önce son bir kez ona dönüp baktım.
- Peki beyefendi kusura bakmayın rahatsız ettim, zaten şimdi aklıma geliverdi bu oğlanın bilgisayarında ne varsa tabletinde de yedekliydi. Tablet falan bende… Yeni, yeni alışıyorum. Kusura bakmayın, boşuna sıktım sizi... Kolay gelsin!