Onu bir kış günü tanıdık.
Öyle ürkek öyle masumdu ki!..
Hülya kızımız, bir sokak kedisinin ağzından almış, sonra oğlumla birlikte bakmışlar. Evdeki kedinin davranışları tedirgin edince de bize getirdiler.
Güzel, rengârenk, pırıl pırıl bir muhabbet kuşuydu.
Naifliği insanın içindeki koruma güdülerini ayağa kaldırıyordu.
Ona “Bili Boy” adını vermişler. Bizse yalnızca “Kuş” diye seslendik.
Islık ya da sesle “Kuş” dediğimizde bakar, kendisine seslenildiğini anlardı.
Evde müzik çalındığında ya da televizyonun yayınladığı spor karşılaşmalarında;
anlatıcının sesine uyar, keyifle şakırdı.
Evde müzik çalındığında ya da televizyonun yayınladığı spor karşılaşmalarında;
anlatıcının sesine uyar, keyifle şakırdı.
Kafesinin kapısı sürekli olarak açıktı. Ara sıra kafesini terk eder ama balkon kapısının açık olduğu anlarda bile evin dışına kaçmazdı.
Genelde iki, nadiren üç günde bir temizlediğimiz kafesinde bir problem olduğunda çıkar, salonun farklı bir yerinde konaklar; bir, iki gün geri dönmezdi.
Dönmesi için kafesi peşinde gezdirirdik.
Dönmesi için kafesi peşinde gezdirirdik.
Bir kez kandırıp kafese soktum. O da yalnızca bir kez. Bir daha kandıramadım.
Hani kuş beyinli diye bir söz var ya, o günden beri düşünürüm:
O söz acaba biz insanlar için mi?
Hani kuş beyinli diye bir söz var ya, o günden beri düşünürüm:
O söz acaba biz insanlar için mi?
Bir ihtiyacı olduğunda ayaklarımın dibine dek gelir, terliğimin üstüne çıkar ve ona ıslıkla hitap ettiğim şekilde "Canım, Kuş ya da eşimin adı"nı çağırarak seslenirdi bana...
Bugüne dek, o da zorunluluk nedeniyle iki kez elime aldım. Birincisinde güçlü bir şekilde gagalamış, parmağımda iz bırakmıştı. Saklanıp, hiçbir şey yemeden kafes dışında bir buçuk gün geçirdiğinde, yakalayıp ikinci kez elime aldım. Yine gagaladı. O an bir terslik olduğu duygusuna kapıldım. Gagalayışı eskisi gibi güçlü değildi. Kafesine koydum. Birkaç saat sonra geldiğimde yine yoktu. Aradık, bulduk. Kuytularda saklanmıştı. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Sandık ki yakalandığı için…
Biraz sonra tekrar kafes dışına çıktı, görmezden geldik. Yeniden baktığımızda, kafesinin kapısında yüzü kafese dönük duruyor. Pençeciklerini tellere geçirmiş daha da hızlı nefes alıyordu. Kafesi alıp yanımıza indirdikten hemen sonra boylu boyunca uzandı. Belli belirsiz nefes almaktaydı. Hemen elime aldım. O ele gelmekten hoşlanmayan “Kuş” çaresiz bir şekilde avucumda duruyor, gözlerini açabildiği anlarda teslimiyet duygusu içinde bana bakıyordu. Su içirmeye çalıştım. Nafile…
Hemen hayvan hastanelerini aradık. Aradıklarımız ya millî maç aşkıyla cevap vermedi ya da mesaisinin gündüz olduğunu söyledi. Maç vardı ve mesaileri gündüzdü ama gitmekte olan da bir candı. Öyle kanıksamışlar ki!..
Sonunda Suadiye’deki Anatolia Hayvan Hastanesi bize olumlu cevap verdi. Yavrucuğu avuçlarımın arasından hiç ayırmamıştım. O durumda hastaneye ulaştık. Müdahalesi yapıldı ama hayati riskinin olabileceği de söylendi.
Onu yine avuçlarımın arasından ayırmadan eve döndük. Tembih edildiği şekilde ilk ilacını verdim. Bir süre daha avucumda durdu. Bir ara ayaklanmaya da çalıştı. Bunu görünce iki saat sonraki ilacını verene kadar uyuyabilmesi için kafesine götürdüm.
İki saat sonra yanına gittiğimde ölmüştü.
Öyle yalnız, yapayalnız…
Ona yuva olamayan kafesin telleri üstünde…
Vedalaşamadık bile…
Keşke avuçlarımdan bırakmasaydım.
Gencecikti, şu dünyada topu topu bir buçuk yıl yaşamıştı.
Ne yazık ki onu da azgın bir kedinin yarattığı travma yüzünden esir gibi…
Şimdi biz su içerken, o içemeyecek.
Şimdi biz yemek yerken, o yiyemeyecek.
Şimdi biz konuşurken, o konuşamayacak.
Şimdi biz şarkı söylerken, o şakımayacak.
Şimdi biz su içerken, o içemeyecek.
Şimdi biz yemek yerken, o yiyemeyecek.
Şimdi biz konuşurken, o konuşamayacak.
Şimdi biz şarkı söylerken, o şakımayacak.
Candı, canandı...
Artık çalınan her müzikte, oynanan her maçta onun sesini arayacağım.
Bulamamanın hüznünü yaşayacağımı biliyorum.
Özledim şimdiden. İnanın, özledim!
Minicikti... Minnacık!
insanda koruma duygusu uyandırırdı.
Emanetti!
Emanete hıyanet ettim.
Koruyamadım!
Koruyamadım!
Günay Tulun