TAMER UYSAL *Amerika Türkiye'ye Neden Gelir




Amerika Türkiye’ye niye gelir? Bir şiirle ve bir iki sözle örnek vererek gireyim. 

İlkinde M. Akif diyordu ki:

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Bunun adı Kıssadan Hisse. Hegel ve onun düşüncesini geliştiren Marx da diyorlardı ki: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…” Geçen TBMM’nde yaptığı konuşmada İ. Kesici’nin hatırlattığı bir söz daha var. Gelelim ona, o da çok önemli. İngiltere'nin eski başbakanlarından Lord Palmerston'un bir sözü. Palmerston, “İngiltere’nin ezeli ve ebedi dostları yoktur değişmez menfaatleri vardır.” diyordu…

Akla 68 olaylarını getiriyor bu söz.. NATO’nun üs olarak kullandığı Türkiye’ye Amerikan savaş gemisi geliyor ya, bir yanda onları kovalayan devrimci öğrenciler, bir tarafta devrimcilere saldıran gericiler..

Amerika niye gelir Türkiye’ye, zaten incirlik üssüne konuşlandırdıkları füzeler vardı ya...

Deniz Gezmiş’in o yıllarda dile getirdiği söz vardı: 35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür... Ve ekliyor Deniz Gezmiş... Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum..

Amerika Türkiye’ye ne diye gelir... Belki bir ironi gibi...  Geçen burada yazmıştım bunu. Ne yazık ki ABD’de yetişip bu ülkeye gelen herkes bir şekilde asimilasyona uğramış olarak memlekete geri dönüyor ve bir süre sonra bu halktan gerekli ilgiyi görmeyince gerici güruha katılıp gönüllü bir ABD elçisi gibi aşkı depreşiyor sayıklamaya başlıyor. Bu kişinin  sürekli sağda solda adı anılmaya da başlıyorsa bir süre sonra o kişi sapıtmaya başlıyor. Yani gerçekten bir medya maymununa dönüşüyordu... Yılmaz Güney’in şahsında da buna benzer tartışmalar yaşatılmıştı. O zaman E. Kürkçü’den bir alıntı yapmıştım."Kitlesel tüketim ve ideolojisini yeniden üretmek için hergün okur ile izleyicileri aptal yerine koyarak konuşup yazmak zorunda olan medyanın yazarları sonunda kendileri aptallaşma riskiyle yüzyüze kalıyor. Güneyle ilgili tartışma bu riskin gerçeğe dönüşme olasılığının yüksekliğine yeni bir kanıt sadece.” diyordu  Kürkçü. 

Güney’in o günlerde aleyhine yazanlar bugün yine aynı saftalar çünkü. Ve o isimler yine aynı isimler...

Tarafsız görünmekten daha zordur tarafsız gibi yazmak… Kolay değil. O günlerde ben de Yılmaz Güney’i savunan yazılar yazmıştım. Yine yazarım... ABD’yle haşır neşir olan o isimlerin o zamanlar söylediklerini hafızalardan bir yoklayayım;  bunlardan birisi... Ş. Eygü… Diyordu ki: Sovyetlerden çok ABD’ye yakın olduk... Arabistan’da yıllarca yaşadığını, bu tip söylevleri buradan verdiğini bildiklerimizden biri… Sonra... Yıllar sonra.. Yine orda bankalardan birinde idarecilik yapmış biri ülkenin başına geliveriyordu... Hem de C.Reisi olarak... Bu kişinin adı arşivlerde 68’lerde Denizlerin yine karşısında olan bir isim olarak görünür... Heyhat!.. Gelin de tarihin gerçekten tekerrür ettiğine inanmayın şimdi....

H. Cevizoğlu yakın zamanda bir kitap yazmıştı.  Adı “1919'un Şifresi”... Belge ve fotoğraflarla desteklenen bir kitap... Çok satan kitapları alıp okumak gibi bir adetim yoktur ama sözkonusu sürekli böyle gündem oluşturan konular olunca alıp okumak gerekiyor, tekerrür ya... Şöyle diyor kitapta:

"Satış rekoru kıran, uzun zaman 'en çok satan kitaplar' listesinin başında yer alan 'İşgal ve Direniş (1919 ve Bugün)' adlı kitabımı yazarken, çok ilginç bir gerçekle karşılaşmıştım. 1919'da ülkemizi işgal eden sömürgecilerin arasında ABD'yi gördüm!... Oysa, hiçbirimiz okul yıllarından bu yana ABD adını duymadık!... İşgalci ülkeler olarak Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya'yı biliyor, onların yaptıklarını okuyorduk. Sanki, 'gizli bir el'(!) resmi tarih kitaplarımızdan ABD adını kazıyıp, çıkarmıştı!.."

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri yanında, ABD ise İtilaf Devletleri yanında yer aldı ama birbirlerine savaş ilan etmediler. Fakat Çanakkale Savaşı sırasında ABD savaş gemileri İtilaf Kuvvetleri'nin savaş malzemelerini taşıyıp Osmanlı'nın Anadolu'da kalan topraklarının işgaline yardımcı oluyordu. ABD'nin işgale yardımı lojistik destekle sınırlı kalmadı.İzmir'in işgaline USS Arizona ve üç tane savaş gemisiyle koruma sağladı. 1922'de  ABD savaş gemileri Samsun ve Trabzon'u bombaladı… Kısaca ABD Kurtuluş Savaşı’nda ülkemizin işgaline katılmıştı.

Çok derinlere inmeye gerek yok. Resmi tarihler yazsa da yazmasa da, onlar inansa da inanmasalar da tarihsel gerçeklik ortada… Dün Osmanlının başına bela olan İngiltere ne ise bugün ABD başka ne?... Hiçbir fark var mı?.. Lord Palmerston'un lafını biliyorsunuz... Vahdettin’in sözlerinden birisini hatırlatayım... Diyor ki milli kurtuluş savaşını yürüten ve hain olarak suçlayıp haklarında idam hükmü verdikleri M. Kemal ve arkadaşlarının mücadeleleri hakkında:

“Bir avuç serseri başarı sağladı. Az sayıdaydılar ama halkın uysallığından yararlanıp üzerine çöktüler. Aralarında bir tane bile gerçek Türk yoktur. Gerçek Türkler padişaha sadıktır. Onlar, padişahın tutuklu olduğunu anlatan uydurma öykülerle uyutuluyor!..”

Oysa onlar sadece kendilerini vazifeye amir kılarken halkı ise koşulsuz bir sadakate (Ululemre itaate) vazifeli kılmışlardı…

Marx, “Louis Bonaparte'in 18 Brumaire'i”nde, ilkinde Napolyon Bonapart’ı ikincisinde de III. Napolyon’u kastederek söylemişti yazının başındaki o ilk sözü.  "İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar." diye de ekler.

Elbette haklı bir mazeret olmaksızın savaşların hiçbir gerekçesi olamaz, olmamalı da. Oktay Akbal, “Barış istemek, ama savaşımdan korkmamak!.. Barış durup dururken yaratılmaz. O nice savaşımlarla elde edilen bir değerdir.” diyordu…  M. Kemal ve arkadaşlarının mücadeleleri zaferle sonuçlanmış teslim olan Padişah, İstanbul Hükümeti ve taraftarları  ise ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardı…

M.Kemal daha sonra Söylev’de "Hakimiyet ve saltanat kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşmeyle tartışmayla verilmez. Hakimiyet ve saltanat kuvvetle kudretle zorla alınır. Osman oğulları Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardır. Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek hakimiyet ve saltanata isyan ederek kendi eline almış bulunuyor.” diyerek altını çiziyordu bu sonucun…

Türkiye-ABD arasında yaşanan ikinci ihtilaf  16 mart 1964’te Kıbrıs’taki silahlanma konusunda yaşanır. Türkiye’nin NATO’dan bağımsız hareket etmesine ABD karşı çıkar ve Türkiye tarafına “Johnson Mektubu” diye de bilinen sert ve alaycı bir üslupla yazılmış bir mektup iletilir. O günlerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan İsmet İnönü’nün Time dergisine verdiği demeç  şöyledir: “Kıbrıs'taki bu haksız durum devam eder, Müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse, günün birinde Batı'nın bu savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur.”

Çok gerilere gidip uzatmayacağım ama son yazdığım yazılardan birinde de buna işaret etmiştim. Antik Roma’yı, Bizans’ı batıran ne ise Osmanlı’yı çökerten de aynı kafadır: Adaletsiz bir mülkiyetle bölüşüm düzeni... Antik Roma ve Bizans nasıl ki kendini çökerten saiklerle, halklara sırt dönüp din yoluyla bertaraf etmeye çalışıp muvaffak olamadı ise Osmanlı da devşirmeleri payanda yaparak tebaasını o aynı yolla avutamamıştır... Sermet Çağan bir oyununda (Ayak Bacak Fabrikası) der ki "İnsan aç kalmaya görsün, din artık onu avutamaz."…

El oğlu da yine tankı topu tüfeğiyle bunu bilerek geliyor. Tarih tekerrürdür ya… Amerikan özgürlüğünden kastın ne olduğunu bu halkın da daha iyi anlamış olması gerekir şimdi. Gelmesi kaşının gözünün hayrına değildir çünkü...




 Tamer Uysal
  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

Google'da Webler Arası ve Site İçi Arama

*TATİL ve DİNLENME
Marmara Adası
DAVRAN MOTEL

*HASTANE RANDEVU SİSTEMİ
182 Merkezi Hekim Randevu Sistemi ile RANDEVU ALMA

FotoğrafımGrup Kimliğini Görüntülemek İçin Tıklayın




HABERCİDEN, "Yazarlar ve Ozanlar" ile "Sessizliğin Sesi" Gruplarına Ait Özgün Bir Kanaldır.