Makaleler, Nisan 2012'den beri
redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Yaşar Nuri Öztürk
diyor ki; “Türkiye’de Cuma namazı farz
değildir!”eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Zekeriya Beyaz diyor ki; “Kur’an’da namaz yoktur, dua vardır!”
Ali Rıza Demircan diyor ki; “Eşlerle kurulan cinsel ilişki ibadettir. Hem de namaz kılmak kadar sevabı vardır!”
…
İşte size aynı konuda, üç ayrı din
adamından sâdır olan söz ve fetvalar. Peki, siz hangisinin sözüne itibar
edersiniz? Bu adamların ortak yanı ise her üçünün de Diyanet’in
yetiştirmesi olmalarıdır. Çünkü her üçü de Diyanet kadrolarında İmam-Hatip
olarak göreve başlamışlar. İlk ikisi imamlıktan sonra akademik hayata atılırken,
üçüncüsü olan Ali Rıza Demircan, emekli olana kadar Diyanet’te çalışmış. 12 sene
süreyle Süleymaniye Camii’nde vaizlik yapmış ve sözüm ona halka İslam’ı
anlatmıştır. Zaten “Namaz” konusunda en enteresan görüş de onun
görüşüdür! Ali Rıza Demircan’a göre; “Eşlerle kurulan
cinsel ilişki ibadettir. Hem de namaz kılmak kadar sevabı vardır!”(1).
E bu durumda bize düşen görev, “Allah ibadetinizi kabul etsin
hocam” demektir.
Peki, sizce hangisinin görüşü
daha isabetlidir? Daha doğrusu, size göre hangi Diyanet doğru söylüyor? Zira her
üç din adamı da Diyanet kadrolarından çıkmakla, karşımızda üç farklı Diyanet var
demektir! İşte bu yüzden biz diyoruz ki; “din
konusu, din adamlarına ve Diyanet teşkilatına bırakılamayacak derecede
önemlidir!”. Çünkü ulema kisvesine bürünmekle birlikte gerçekte
ulemalıkla ve ilimle alakası olmayan insanlar yüzünden İslam Dini tam anlamıyla
maskaraya çevrilmiştir ki; Akif merhum bu hususu şöyle ifade
eder:
“Çalış” dedikçe şeriat, çalışmadın,
durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
***
Aşere-i Mübeşşere hadisi sahihtir!
Aşere-i Mübeşşere hadisi sahihtir!
Cehennemde yanmamıza gönlü razı
gelmeyen ve bu sebeple bizi günahtan sakındırmayı kendisine vazife edinen bir
başka İlahiyatçı dostumuz, yapmış olduğu yorumda; “Çok konuda kendisini
takdir ettiğim Ömer Sağlam Bey’in ‘Aşere-i Mübeşşere Uydurması’ başlıklı
yazısını okudum” diyor ve konuya ilişkin hadisin geçtiği temel hadis
kaynaklarını sıraladıktan sonra bu kaynakların, söz konusu hadise
“Sahihtir” notunu verdiklerini belirtiyor.
Ayrıca kaynaklarda cennetlik oldukları
topluca belirtilen bu kişilerden başka Hz. Hatice, Abdullah b. Ömer ve Abdullah
b. Selam gibi sahabelerin de cennetle müjdelendiklerini söylüyor. Arkasından da
bizim konuya ilişkin hadislere “Uydurma” nazarıyla bakmamızın ve
yazımıza “Aşere-i Mübeşşere Uydurması” başlığını atmamızın yakışı
kalmadığını belirtiyor.
Yorumunun altına ismini yazmamakla
birlikte, üslubundan DİB Emekli Başmüfettişi olduğunu anladığım bu dostuma
vermiş olduğum uzunca cevabı söz konusu yazımızın altında bulabilirsiniz(2).
Bahse konu cevabi yazıda kullanmış olduğum birkaç cümleyi izninizle burada da
kullanmak istiyorum:
“…Bu sebeple siz ve Türk kamuoyu herkes
bilsin ki; Diyanet ‘Hadis Projesi’ adı altında bir proje
başlatarak sözüm ona sahih hadisleri uydurmalardan temizlemeyi istiyordu. Ancak
gelin görün ki; proje bir anda uydurma ve zayıf hadisleri derleme projesine
dönüştü. 2009 yılında Diyanet'ten ayrılırken bizzat projenin başındaki adam olan
Prof. Dr. M.Saim Yeprem'den işitmiştim 180.000 hadis toplandığını ve bu sayıyı
250.000'e ulaştırmayı hedeflediklerini. Dolayısıyla; egemen olan zihniyete
bakıldığında Diyanet yayınlarına tarafsızdır ve doğrudur denilemez.
Öte yandan, biz de zaman zaman
iyiliksever insanlara ‘Cennetliksin’ tabirini kullanırız.
Muhtemelen Hz. Peygamber de bazen ashabından çok güzel hareketler sadır
olduğunda onlara bu şekilde iltifatlarda bulunmuş olabilir… Ayrıca siz de
bilirsiniz ki; Hz. Peygamber bazen sahabelerine ‘Anam babam senin yoluna
feda olsun’ şeklinde iltifatlarda da bulunmuştur. Bu söz, bir nevi
deyimdir ve Hz. Peygamber de bu Arap deyimini kullanmıştır. Örneğin okçuluğu ile
bilenen Sad b. Ebî Vakkas'a Uhut Savaşı sırasında ‘Ey Saad, anam babam
sana feda olsun, ok at...’ buyurmuştur”(3).
Vah zavallı kâfir!
“Aşere-i Mübeşşere
uydurması” başlıklı yazımda, bu gruba giren kişilerle ilgili olarak
dedim ki;
“…Aleyhlerinde ise asla söz
söyletmeyiz. Aleyhlerinde söz edenleri ve onları kötüleyenleri, tekfir bile
ederiz. Yani kâfirlikle suçlarız. Hz. Peygamber ‘Ashabım yıldızlar gibidir,
onlardan hangisine uyarsanız hidayete erersiniz…’ dedi ya, artık ne deseniz
boş. Ashaptan birisi aleyhine bir söz mü söylediniz? Yandınız demektir. Zira siz
toplumun gözünde artık bir cehennemliksinizdir...”(4). “Hz.Ebu Bekir’le
başlayan İslam darbe geleneği” başlıklı
yazıma yorum yapan bir okuyucuma ise şu cevabı vermiştim: “…Evet, ne yazık ki;
önce uydurma rivayetlerle insanları adeta melekleştirdiler, arkasından da onlar
hakkında söz söyleyenleri günahkâr ilan edip öldürdüler. Gerçek İslam'ı ve İslam
tarihini öğrenmemizi her şekilde engellediler…”
Doğrusunu söylemek gerekirse; bugünkü
Türkiye şartlarında insan sadece ne zaman öleceğini bilemez. Örneğin, ortalama
zekâ seviyesine sahip bir insan eğer Türkiye’de yaşıyorsa, başına neler
gelebileceğini az çok önceden kestirebilir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz
ki; yukarıda bahsi geçen yazımız, geniş halk kitlelerince beğeni ile okunmuş ve
birçok destek ve tebrik mesajı almıştır. Ancak bu yazı sebebiyle bize “Vah
zavallı” diyenler olabildiği gibi, “ahlaksız”,
“sahtekâr” ve “müfteri” diyen bazı zıpçıktılar da
olmuştur. Bunları bir tarafa atacak olursak; internet ortamında kendisini
“Din Bilimci” diye pazarlayan ve birbirimizi hiç görmeksizin
telefonla konuşacak kadar ilişkileri ilerletip, yazmış olduğumuz kitapları
birbirimize gönderecek kadar yakınlaştığımız bir ilahiyatçının yediği herzeyi
doğrusu hiç hak etmediğimi düşünüyorum.
Göndermiş olduğu uzunca ve “Yüce Rabbimizin adı ve selamıyla”
başlayan e-postasında
“Aşere-i Mübeşşere uydurması” başlıklı yazımızı
“dedikodu” özellikli bulduğunu söyledikten sonra geçiyor haddimizi
bildirmeye ve “Kuran'ı Kerim'i iyi özümsemiş olsaydınız böyle bir yazıyı
yazmazdınız, inancındayım...” diyor. Sonra da Kur’an’dan Hz.
Peygamber’in arkadaşları olan ashaba işaret ettiğini söylediği
birçok ayetin anlamını aktardıktan sonra sözlerini şöyle
bağlıyor:
“Sevgili kardeşim,
gördüğünüz gibi Kuran'ı Kerim, Aşere-i Mübeşşere denilen kişiler de dahil; sizin
sözünüzü ettiğiniz Ensar da dahil özelliklerini saydığı ashabın neredeyse büyük
çoğunluğunun cennetlik olduğunu beyan ve ilan etmiştir. Bu yüzden Aşere
kapsamındaki kişilerin cennetlik olmadığını ileri süren kişiler küfre girerler.
Bu nedenle Allah rızası için sizi uyarmayı ve tövbeye çağırmayı bir Mümin
kardeşin olarak görev bildim... Sünnet konuusnda da "Sünnet Peygamber
Mesajlarının Türkçesi/Konu ve Kaynaklarıyla Sahih Hadisler” adlı 10.ciltlik
çalışmamda da kuşku duyduğunuz noktalara açıklık getirdim. Kitabın birinci cildi
yayınlandı çok şükür(Kargo ücreti karşılığında dilerseniz hediye
ederim.)...”
Bu kişi, telefon görüşmemizde
kendisinin “TURANCI” olduğunu söylemiş ve bana iki tane kitabını
göndermişti. Kitaplardan birisi Kur’an meali, diğeri de Kur’an’da Türkler’le
ilgili ayetlere ilişkindi. Onun dediğine bakarsanız; Kur’an-ı Kerim tamamıyla
Türklerden bahseden bir kitaptı! Ona göre bütün üstün hasletler sadece
Türkler’de vardı. Oysa yaptığı şuydu; önce Kur’an ayetlerine kendisine göre
anlamlar veriyor, arkasından da “bu üstün özellikler Türkler’de
var” deyip, ayetin Türkleri işaret ettiğini söylüyordu...
Bu dostumuza vermiş
olduğum cevaptaki bazı cümleleri siz aziz okuyucularımla da paylaşmak
isterim:
Sevgili Ahmet
hocam,
...Öncelikle şunu
söylemeliyim ki; ‘Bu nedenle Allah rızası için sizi uyarmayı ve tövbeye
çağırmayı bir Mümin kardeşin olarak görev bildim.’ şeklindeki ikazınız
için teşekkür ederim ama böyle bir uyarıyı hak ettiğimi sanmıyorum. Dolayısıyla
bu ikazınızı, şahsıma yapılmış bir haksızlık ve hatta hakaret olarak
algılıyorum.
Yazmış olduğunuz
kitaplar için sizi kutlarım. Umarım amacınıza ulaşırsınız. Ancak sağ olun,
lütfen ben almayayım! Telefon görüşmemizde, yanılmıyorsam bana ‘TURANCI’
olduğunuzu söylemiştiniz! Hem katı dindarlık hem Turancılık nasıl bir arada
duruyor bir türlü anlayamadım!
Bana göndermiş
olduğunuz kitaplardan birisi, hatırladığım kadarıyla Türklerle ilgiliydi ve
Türklere ilişkin Kur'an ayetlerini mercek altına alıyordunuz. Şunu bilin ki; o
kitabınızı hiç tutmadım. Zira olmadık çıkarımlarla bazı ayetlerin Türkleri konu
aldığını söylemek, Kur'an'ın tabiriyle ‘Allah'ın ayetlerini eğip,
bükmek’(5) veya yine Kur'an tabiriyle ‘Ucuza satmak’(6)
anlamına gelir...Oysa Allah'ın ayetleri ne eğilip bükülür, ne çarpıtılır, ne de
satılır. Ancak ne yalan söyleyim, sizin bana göndermiş olduğunuz kitaptan,
Allah'ın ayetlerini satmasanız bile oldukça eğip büktüğünüz ve çarpıttığınız
anlaşılıyor! Bu sebeple galiba öncelikle sizin tövbe etmeniz gerekiyor diye
düşünüyorum.
Ben ilk yazımda dedim
ki; ‘Ben ilahiyatçı değilim. Sadece İlahiyatçıların yalancısıyım’.
Dolayısıyla siz itibar etmeseniz de ben, benim yaşım kadar kitabı olan
onca İlahiyatçıya itibar etmek zorundayım. Üstelik benim yaptığım, (tıpkı sizin
yaptığınız gibi)Kur'an ayetlerini, yani Allah kelamını eğip bükmek ve onlardan
kendi işime gelen anlamlar çıkarmak değil, kul imalatı olan rivayetleri tenkit
etmek(ve o rivayetleri Kur’an ayetleriyle karşılaştırmaktır).
Dolayısıyla, zaafları
olan insanlar tarafından yapılan rivayetlere ‘Uydurma’ dediğim
için tövbe etmem gerekmiyor. Ayrıca ‘Uydurma’ lafını ben
demiyorum, diyenlerin sözlerini naklediyorum. Ben sadece Allah'ın ‘Siz hiç
düşünmez misiniz?’ şeklindeki sorusuna ‘Düşünüyorum
Allah'ım’ diyebilmek için çalışıyorum. Öte yandan ben İslam'ın ibadet ve
ahlaka yönelik ahkâmından çok, toplum hayatına yönelik tarafıyla ve hassaten
İslam Tarihi ile ilgileniyorum. Selam ve saygılarımla...
Ömer
Sağlam
_____________
3-Oysa o sırada Hz. Peygamber’in, Sad b. Ebî Vakkas’a
kurban edeceği ne bir annesi vardır ne de babası. Babası O doğmazdan önce,
annesi ise henüz 5-6 yaşında iken vefat etmiştir. Yani Hz. Peygamber, bir
anlamda mümkün olmayan bir şeyi vaat etmiştir arkadaşına. Tıpkı ona ve
diğerlerine Cennet’i vaat ettiği gibi. Dolayısıyla; eğer varsa bile Hz.
Peygamber’in bu tür sözlerine, bir vaat, bir taahhüt veya müjde gibi değil,
ashabını teşvik anlamında veya onlara olan sevgisini belirtmek üzere teşekür
sadedinden söylenmiş güzel sözler olarak bakmakta fayda vardır. Tıpkı
kültürümüzdeki “Başımın üstünde yerin var”,
“Başım gözüm üstüne” veya “Ben sana kurban
omlayım” sözlerinde olduğu gibi,
5-Âl-i İmrân-3/78,
6- Bakara Suresi-2/41, Tevbe-9/9,