Hiçbir hakları olmadığı hâlde, dünyada hiç var olmamış hayali Bizans vasıtasıyla Anadolu'yu sahiplenmeye çalışan Yunanlılara, tarih sayfalarından yeni bir tokat daha geldi. Tokatlar art arda patlıyor ama Yunanlılar yalan söylemekten bir türlü vazgeçemiyorlar.
Ne yazık ki bu yalanların içinde bizim tarihçilerde yer alıyor. Hayali Bizans'ı gerçek gibi gösteriyorlar. Onunla da yetinmeyip Bizans adını verdikleri kürsülerle pozitif bilim yuvası olan üniversiteleri bozuyorlar.
Yalancıları, yatsıya kadar yanacak mumlarıyla
başbaşa bırakarak haberimize geçelim: Kütahya Seyitömer Höyüğü’nde yapılan kazılarda, 4300 yıl öncesinden kalma saray kalıntılarına rastlandı.
Ne yazık ki bu yalanların içinde bizim tarihçilerde yer alıyor. Hayali Bizans'ı gerçek gibi gösteriyorlar. Onunla da yetinmeyip Bizans adını verdikleri kürsülerle pozitif bilim yuvası olan üniversiteleri bozuyorlar.
başbaşa bırakarak haberimize geçelim: Kütahya Seyitömer Höyüğü’nde yapılan kazılarda, 4300 yıl öncesinden kalma saray kalıntılarına rastlandı.
Dumlupınar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nejat Bilgen başkanlığında, Türkiye Kömür İşletmeleri Seyitömer Linyitleri İşletmesi’ne bağlı kömür havzasındaki “Seyitömer Höyüğü”nde yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan ve 4300 yıl öncesine tarihlenen sarayın detayları da belirlendi.
Kazının nedeni, höyüğün altında yaklaşık beş yüz milyon lira değerinde on iki milyon ton kömürün olması ve bu kömürün ekonomiye kazandırılma çabası...
Zaten adı da bu yüzden "Kurtarma kazısı" ya!..
4300 yıllık kalıntının; höyüğün en yüksek kısmında yer alıyor olması, içerdiği mimari özellikler, kalıntının içinde bulunan megaron denen tapınak, bölmelerdeki önemli eser ve mühürler; çok sayıdaki metal, seramik ve fayans buluntular buranın bir zamanlar saray olduğu yolundaki kanıyı kuvvetlendiriyor.
Zaten adı da bu yüzden "Kurtarma kazısı" ya!..
4300 yıllık kalıntının; höyüğün en yüksek kısmında yer alıyor olması, içerdiği mimari özellikler, kalıntının içinde bulunan megaron denen tapınak, bölmelerdeki önemli eser ve mühürler; çok sayıdaki metal, seramik ve fayans buluntular buranın bir zamanlar saray olduğu yolundaki kanıyı kuvvetlendiriyor.
10 Kasım'da sona eren kazı, bu yılın 10 Mayıs günü, 50 öğretim elemanıyla 250 işçi tarafından başlatılmış. İlk kazmanın vurulduğu 2006 yılından bu yana, yerel iklim özelliklerine uygun olarak, altışar aylık dönemler hâlinde çalışılıyor. Bundan sonra da benzer dönemlerde sürdürülmesi planlanan bu kazılar sırasında, beş kültür katmanı ortaya çıkarılmış. Gelecek yılki çalışmaların, sekiz metre yüksekliğindeki Erken Tunç Çağı katmanında devam ettirilmesi ve kazının iki yıl içinde tamamlanması bekleniyor.
Kazının başından bu yana bulunan eser sayısı, yedi bini aşkın… Dokuz yüz altmış sekizi bu yıl olmak üzere, beş bine yakın eser envantere kaydedilerek müzeye gönderilmiş. Müzenin depolarındaysa iki binden fazla eser ön araştırma için duruyor. Bunların onarılıp yapıştırılmaları gerekiyor.
Kazılar sırasında ilginç görüntüler elde edildi. Bu ilginçlik aynı zamanda kazıların yavaş ilerlemesinin de nedeni… “Orta Tunç Çağı”yla höyüğün eteklerinde yer alan "Roma" ve nedense daima "Helenistik" olarak adlandırılan döneme ait kalıntılar, hem çok yüksek sayıda hem de açıklıkta sağa sola serpilmiş hâlde durmaktaydı. Tabii ki bu çok sayıdaki eserin toplanması ve ön çalışmalardan sonra tasnife tabi tutulması hayli zamana mal oldu.
.
.
Kazı Başkanı Prof. Dr. Bilgen; "Amaçlarının, geçen yıl saptadıkları MÖ 3000'deki Erken Tunç Çağı katmanının genel topoğrafyasını ortaya çıkarmak” olduğunu anlatarak konuyu şöyle özetlemiş:
''Önceki yıllardan kalan Roma, Helenistik ve Orta Tunç Çağı dönemlerine ait katmanları sıyırarak, höyüğü Erken Tunç Çağı dönemine oturtmaya çalıştık. Bugün itibariyle bunda da yarı yarıya bir başarı sağlayabildik. tam bir başarıdan söz edemememizin nedeni; saray odalarının metal, seramik ve porselen kaplarla dolu olması…”
''Önceki yıllardan kalan Roma, Helenistik ve Orta Tunç Çağı dönemlerine ait katmanları sıyırarak, höyüğü Erken Tunç Çağı dönemine oturtmaya çalıştık. Bugün itibariyle bunda da yarı yarıya bir başarı sağlayabildik. tam bir başarıdan söz edemememizin nedeni; saray odalarının metal, seramik ve porselen kaplarla dolu olması…”
“Orta Tunç Çağı'nın mimari çalışmaları büyük ölçüde tamamlandı. Ortaya çıkan, MÖ 2000'lerin başına ait çok hoş bir kent... Bu kent, Erken Tunç Çağı'ndaki bir seramik üretim merkezi. Üretimi kalıpla yaptıklarını saptadık. Son katmanının topoğrafyasını anlamaya çalışırken de başka bir bulguyla karşılaştık.”
“Bu da mimari bir bulgu. Özellikleri detaylandırdığımız ve içinden çıkanlara baktığımızda, bir sarayla karşılaştığımızı gösteren emareler vardı. Höyüğün en tepe noktasının orta kısmında yer alıyor olması, mimari biçimi, yan tarafında geçen yıl ortaya çıkarılan megaronun bulunması gibi faktörler burada bir yöneticinin ikamet ettiğini göstermekte…”
“Mekânın içinde çok sayıda oda vardı.Her odadaysa çok sayıda buluntu... Örneğin, bir tek odadan çıkan seramik kap sayısı yüz otuz beşti. Başka bir odanın köşesinde de metal ve seramik bulgular, fayanstan üretilmiş takılar bulduk.''
”Sarayda Mezopotamya’daki Akad dönemine ait fayanstan imal edilmiş 10 mühür ele geçirdik. Bu da Akadların buraya savaş etmeye değil, ticaret yapmaya geldiklerinin bir işareti… Mühürler bilim dünyası için çok değerli. Fayans işleme tekniği; Mezopotamya ve Mısır'dan alınarak Anadolu’ya taşınmış. Buradaki mühürler, Batı Anadolu'da şu ana kadar bulunmuş en önemli mühür koleksiyonu… İlk incelemelerimize göre, Akad izleri taşıyor ve MÖ 2300 civarında yapılmışlar. Batı Anadolu'da, bu evsafta başka mühür koleksiyonu ve böyle çok sayıda mühür grubu bulunmadığını düşünüyoruz. Bir iki tane bulgu var ama döneminin kültürünü tamamen yansıtan, çok iyi korunmuş ve iyi kalitedeki 10 mührün bir arada bulunmuşluğu yok…”
”Sarayda Mezopotamya’daki Akad dönemine ait fayanstan imal edilmiş 10 mühür ele geçirdik. Bu da Akadların buraya savaş etmeye değil, ticaret yapmaya geldiklerinin bir işareti… Mühürler bilim dünyası için çok değerli. Fayans işleme tekniği; Mezopotamya ve Mısır'dan alınarak Anadolu’ya taşınmış. Buradaki mühürler, Batı Anadolu'da şu ana kadar bulunmuş en önemli mühür koleksiyonu… İlk incelemelerimize göre, Akad izleri taşıyor ve MÖ 2300 civarında yapılmışlar. Batı Anadolu'da, bu evsafta başka mühür koleksiyonu ve böyle çok sayıda mühür grubu bulunmadığını düşünüyoruz. Bir iki tane bulgu var ama döneminin kültürünü tamamen yansıtan, çok iyi korunmuş ve iyi kalitedeki 10 mührün bir arada bulunmuşluğu yok…”
"Bu uluslararası tarihî eserler, bölgedeki seramik üretiminin seviyesini ve o dönemde erişilen teknolojik başarıları iyi anlatmakta. Ayrıca sarayın duvarlarında onar santimetre kalınlıkta sıvalar var. Bu bilgi de çok önemli. Gelecek yıllardaki kazılarda yazılı eserler bulmayı ümit ediyoruz.”
Kazı heyetinden Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Gökhan Coşkun’un olaya bakışıysa özetle şöyle:
“Geçmişteki kazılarda höyüğün üzerindeki tapınak temeli ve kutsal su kanalı yerleşimin Roma dönemine ait olduğunu belirledik. O döneme ait yapıtlar höyüğün üzerinde ve eteklerinde yer alıyor. Höyük içindeki kutsal mekânsa 4300 yıl öncesine ait. Erken Tunç Çağı döneminde yapılmış bir tapınak. Kentin planlaması çok düzgün. Planlanmış ve bir kerede inşa edilmiş. Terk nedeniyse yangın…”
“Ayrıca bu yıl, içleri tahılla dolu küpler bulduk. Birkaç yıl önce Dumlupınar Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde incelenen mercimek tohumlarının üçünün canlı olarak kalabildiğini ve daha sonra yeşerdiklerini kamuoyuna duyurmuştuk. Bu yıl küplerin içinde ve çok sayıda arpa, fiğ, buğday, mercimek gibi tahıl çeşitleri bulduk. Bunlar da biyoloji laboratuvarlarımızda incelenecek.''“Geçmişteki kazılarda höyüğün üzerindeki tapınak temeli ve kutsal su kanalı yerleşimin Roma dönemine ait olduğunu belirledik. O döneme ait yapıtlar höyüğün üzerinde ve eteklerinde yer alıyor. Höyük içindeki kutsal mekânsa 4300 yıl öncesine ait. Erken Tunç Çağı döneminde yapılmış bir tapınak. Kentin planlaması çok düzgün. Planlanmış ve bir kerede inşa edilmiş. Terk nedeniyse yangın…”
Gerçekten de ilginç değil mi?
Tohumları ülkemiz gerçeklerine bir kez daha ihanet ederek; Amerika, İsrail ya da bir başka ülkeye kaptırmazsak, hibrit ve GDO'lu tohumlarla sıfırlanmaya doğru itilen tarımcılığımızın kurtuluşu, atalarımızın 4300 yıl öncesinden gönderdiği hediyeler sayesinde olabilir.
Yaşarsak görürüz.
Günay Tulun