Oğuzlardan olan atam Tulun Bey, Türkler Müslümanlığı benimsedikten sonra, komutanları arasında bulunduğu Abbasi Ordularıyla defalarca Anadolu'da sefere çıkmış
ve İznik'e kadar gelmiş.
Devlet kuran oğlu Ahmet ve torunu Humaraveyh'se Başkentleri Fustat'ın da bulunduğu Mısır, Sudan, Libya, Arap Yarımadası'nın Kızıldeniz kıyıları, Filistin, Musul, Ürdün, Suriye, Hatay, Harran, Adana, Mersin, Silifke'yi alarak Anadolu'yu ilk kez Türklerin yurtlanmalarına açmış. Ahmed Bey ve Humaraveyh'in temsil ettği devletin, yani Anadolu'yu ilk kez yurt edinen devletin adıdır Tulunoğulları...
Bu şu demek: Anadolu'nun kapılarını Türklere açan, 1071'deki Malazgirt Savaşı değildir.
Sözünü ettiğim tarih, 800'lü yılları kapsamaktadır ve Alparslan'ın gelişine daha iki yüzyıl vardır.
Şu işe bakın, bizi atmaya kalktıkları Anadolu'daki yerleşik Türk yaşamı bile en azından bin iki yüz yıllık. Üstelik de bu, işin yalnızca bilinen kısmı...
Aklımın ermediği şeylerden biri de şu: Çocukluğumda imparatorluk olarak okutulan Tulunoğulları bugün neden beylik mertebesine indirildi. Eğer bu indirişte Abbasilerden devlet beratı almaları yatıyorsa o dönemde tüm Müslüman devletlerin Abbasi Halifesinden berat alması, neredeyse Müslümanlığın temel kurallarından biri hâline sokulmuş uygulamalardan biriydi.
Başka bir şey değil.
Diğer Türk Devletleri nasıldı dersiniz?
Açmama gerek yok sanırım, anlaşılmıştır demek istediğim.
İşte tekrarladığım soru:
Yukarıda saydığım yerlerde egemen olan koskoca bir devletin, beylik mertebesine indirilmesine hangi aklı tutuk karar verdi ki?
Tulunoğulları Silifke'yi alırken, yendikleri devasa ordunun adı, "Roma İmparatorluk Ordusu"dur.
Öyle, Fatih İstanbul'u aldıktan yüz küsur sene sonra Alman Hieronymus Wolf tarafından Bizans adıyla uydurulmuş hayalî bir devletin ordusu değil.
Anlı şanlı Roma Ordusu'dur bu...
Tıpkı Malazgirt'te Selçukluların, İstanbul'daysa Osmanlıların yendiği ordular gibi...
Bizans adı ilk zamanlar pek ses getirmemiş. Ancak çok yakın bir zaman içinde, yani daha iki yüzyıldır bazı uyanıklar sayesinde kullanılmaya başlanmış. Bunda da Yunanlıların, hayranlarının ve kendilerine soylu bir köken arayan Almanların payı çok büyüktür. Bizim kraldan fazla kralcı tarihçilerimizi de unutmamak gerek.
Bu sayede Almanlar, kendilerini Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu'nun varisi ilan ederek hayalî soyluluklarına, Yunanlılar da hayalî Bizans'ın hayalî tapusuna kavuşmuşlardır.
Yunanlıların, Romalılarla tek ilgisi, imparatorluk sınırları içindeki unsurlardan biri olmaktan öte gitmez. Birgün bunu da anlatırım.
Tulunoğulları filoları Akdeniz adalarında cirit atar ve Selanik'i geçici olarak zaptederken de şehri onlara teslim eden Romalılardır.
Siz tarihçilere bakmayın.
Açıkça tekrarlıyorum: Bizans tarih boyunca olmamış bir devlettir. Yunanlılarsa her şeye sahip çıkan, tarih çapulcuları...
Tulunoğullarının tek ve büyük hataları sonlarını getirmiştir.
Defalarca, Abbasi Devleti'ni yok edebilecek kadar Başkent kapılarına gelmelerine rağmen, "Müslümanların başıdır, halifemizdir" diye dokunmamışlar, hatta başkalarıyla yapılan birçok savaşta onları yok olmaktan kurtarmışlar.
Kurtarmışlar da işte o Araplar, bu alicenaplığa karşın; sinsice çevirdikleri saray entrikalarıyla 35 yıl içinde mucizevî bir şekilde çağının üstüne çıkan bu muhteşem devleti tüm eser ve şehirleriyle yıkmış, Tulunoğullarını ve onlara bağlı kalan herkesi vahşice katletmişlerdir.
Bu Arap Vandalizmi'nden geriye kalansa Kahire'ye su getiren bir su kemeri ve yıkmaya cesaret edemedikleri, aynı anda koca bir ordunun birlikte namaz kılabildiği dünyanın en büyük camilerinden biri olan Tulunoğlu Ahmed Camii'dir.
Gözünüzün önüne getirebilmeniz için söylüyorum. Bu cami, Ankara Kocatepe Camisi ile ünlü Edirne Selimiye Cami ve külliyesinin toplamından çok daha büyüktür.
Arap Vandalizmi'nden nasiplenen eserler arasında ünlü Fustat şehri ile hastaneler ve eczaneler de vardır.
Bu konuda yazılacak çok şey var. Aslında bir türlü son kontrolunu yapamadığım kitabımda anlattım tüm bunları. Bir gün yayınlarsam, belki birkaç kişi daha Arapların yalnız Osmanoğullarını değil, bir zamanlar Tulunoğullarını da arkadan vurduklarını ve bunu bir özellik olarak genlerine kazıdıklarını görecektir.
Arabın Türk'e karşı kini ne büyükmüş meğer.
Bugün Kürdistan olarak anılmak istenen topraklara gelirsek...
O devirde böyle bir söylem de böyle bir oluşum da yoktur.
Kürtlerin sürekli Sakalarla birlikte oldukları hatta Sakalarla birlikte defalarca Anadolu'ya girip çıktıkları ve yine Sakalarla birlikte ta Macaristan'a kadar gittikleri bilinir. Nedense Anadolu'yu yurt edinmeyi tercih etmemişler ama bir kısmının Macaristan'da kalmasına rağmen asıl büyük çoğunluk, her defasında, Orta Asya'ya geri dönmüştür.
Bugün, kendisini Kürt sanan, aslında belki de bizlerden çok daha koyu Türk olan o kadar çok kişi var ki!..
Bazılarına göreyse Türk boylarından biridir, Kürtler.
Yenisey Anıtları arasındaki Elegeş Anıtlarında yazılı olan, "Kürt Beyi Alp Urungu"nun ölüm söylevi, bu konudaki önemli delillerden biri olarak gösterilir.
Bir diğer delilse Saka Türkleriyle iç içe yaşamaları ve Türklere ait; ta şaman devirlerinden gelen adet, renk, bayram ve benzeri özellikleri hâlâ sahiplenmeleridir.
Kökeni ne olursa olsun insan, ne olmayı diliyorsa odur.
İster Kürt ister Türk ister Ermeni ister Rus...
Şu kısacık hayatta insanca olan da budur.
Yeter ki kimse eline silah almasın!
Yeter ki kimse kimsenin canına kastetmesin!
Bu gök kubbede hoş seda bırakmayı da becerebilmişsek eğer...
Günay Tulun