İslamın mübarek (kutsal) Ramazan ayı bugün başlamış bulunuyor. Ramazan, Arap takvimindeki dokuzuncu ay olup, gene kutsal sayılan üç ayların Recep ile Şaban’ın arkasından sonuncusudur. Toplum hayatında öyle önemli olaylar vardır ki, o toplumu daima ve derinden etkilemişlerdir. Beş şartın dördüncüsü oruç, İslam dünyası için işte böyle bir olaydır. Doğrusu, diğer dört şartın hiçbiri İslam üzerinde oruç kadar etkin olmamışlardır. Ramazan ise, altı milyara varan yeryüzü nüfusunun ortalama bir milyarı için, oruç tutup, bunun yanında başka ibadetler yapmaya vesile olur. Bir bakımdan, oruç tutulan gün sayısı demek olan otuz günlük Ramazan, bu yüzden her zaman oruçla birlikte anılmaktadır.
Arapçası savm veya sıyâm olan oruç sözü, dilimize, günlük anlamına gelen Farsça “rûze” veya “urûze” sözlerinden geçmiştir. Oruç, dünyanın belli başlı bütün inanç sistemleriyle bazı küçük kabilelerde görülmektedir. Yalnız Zerdüşt dininde oruç tutulmaz. Eski çağlarda ve putperest devirlerde de tanrılara yaranılmak için oruç vardır. Orucun amacı ana hatlarıyla hep aynı olmuştur. İslamın orucu, Kur’an’ın Bakara suresindeki 183. ayetle emr’olunmuştur. İslam hükümlerine göre orucun beş çeşidi
bulunur ve bunlar farz, vacip, sünnet, mendub ve mekruh diye sıralanırlar. Bu beş kavramı şöylece açıklayalım:
Farz, kaçınılmaz veya zorunlu demektir, uyulmaması günah sayılır. Vacip ise gereklidir. Sünnet, Hz. Peygamber'in eylem ve sözleri olur. Mendub için; olumlu, onaylanmış ve uygun diyebiliriz. Mekruh da iğrenç ve yasaktır. Asl’olan oruç farzlardır ki, Ramazan orucu bunların başında gelir. Bu orucun kazası (tekrarı) ve kefareti de farzdır. Adak orucu gibi bozulmuş bir nafile orucun da kazası vacip olur. Bir de mekruh orucu yazalım; oruç ne zaman iğrenç ve yasaktır? Şeker Bayramı'nın birinci günü ile Kurban Bayramı'nın bütünü, oruç için haram kılınmıştır. Bugünlerin orucu yasak olup, tutulması günah işlemektir. Muharrem ayının 10. günü ve nevruz günleriyle, cuma, cumartesi günlerinde sürekli tutulan oruçlar mekruhturlar. Her gün tutulan oruçla hiç konuşmadan tutulan suskun oruçlar da keza mekruh sayılırlar.
Oruç bir gündüz ibadeti olduğundan, süresi de saate değil güneşin doğuşuyla batışına bağlıdır. Bundan dolayı, oruç tutmak bir durumda mesele olur. Bilindiği üzere, gündüzler yazın uzar ve kışın kısalırlar. Ancak, kutuplar söz konusu olmadıkça oruç açısından bu önemli sayılmamaktadır. Ne var ki, kutup bölgesine varıldığında, gece gündüz kavramı değişmiş, altı ay süreli gece ve gündüzlere varılmış, namaz vakti gibi oruç süresi de şaşkınlık ve tereddüt uyandırmıştır. İşte... Burası, İslamda başvurulan bir kıyas noktasıdır. Kur'an ve hadislerde bulunmayan bir hususta, İslam kuralları uyarınca kıyasa başvurulmaktadır. Ancak... Herhangi bir kimse ortaya çıkıp da, öyle kendi mantığıyla ve ulu orta kıyas yapamayacaktır. Kıyâs-ı fukaha denilen şey, fıkıh bilgini sayılan islamcıların tekelindedir. Benzer başka konulara bakarak karşılaştırırlar ve yorumlar yapmak, bundan sonuçlar çıkarmak fakihlerin (fıkıhçıların) işidir. Bu tür yorum ve sonuçlar, bazen derin ve geniş görüş ayrılıklarına, buradan yeni mezhepler veya tarikatların doğmasına varmış olsa dahi bu ve benzeri durumlarda İslam’ın çıkış yolu ancak budur, yani kıyastır.
Bilim, insan sağlığı bakımından az ve sık yemeyi uygun görür, bunu salık verir. Bu durum oruçla ters düşer. Şu da var ki, aynı bilim; balıklar, böcekler, halkalı solucanlar ve yer solucanları üstünde yaptığı inceleme ve deneyler sonucunda, çok ilgi çekici sonuçlara varmış bulunmaktadır. Bu hayvancıklar, belli süreler aç kalmakla, büyüme ve gelişme açılarından zaafa uğramakta, hatta biraz da küçülmektedirler. Fakat, diğer yandan da ömürleri uzamaktadır. Mesela yer solucanında, ömür artışı tam tamına elli katına ulaşmaktadır! İşte... Bu da böyle bir gerçektir! Saydığımız hayvancıklarla insanların bir tutulamayacağı düşünülebilir. Ama aynı bilim, insanlar ve hayvanları ortak bir atadan getirmemekte midir!? O hâlde, biz buna, orucun faydasını bilim de kabul ediyor, diyeceğiz!
Ramazan Arapça bir kelimedir. Bizim “z” diye okuduğumuz Arapça harf, aslında “d-z” ortak sesini vermektedir. Biz Türkler bunu aynen okuyamadığımızdan, ramazanı ramadan diye söylememiz de mümkündür. Nitekim, ülkemizde ki bazı erkeklerde Ramadan ismine rastlanılmaktadır. Ramazanın anlamı; ısınmak, ısıtmak ve yakmak biçiminde görülür. Ramazan, Arabi aylar arasında İslam’ın bakış açısıyla müstesna bir yere sahiptir. Kur’an ayetlerinin tebliği de bu aydaki Kadir Gecesi'nde başlamıştır. İslam yorumcularına göre, Ramazan orucu tutarak bir de tövbe edenlerin günahları yanıp, o kişiler bu suretle ak pak olurlarmış. Ramazanda işlenen sevapların değeri, diğer aylardan tam yetmiş kat fazlaymış!
Günümüz Ramazanları, toplumu sadece ibadet açısından ilgilendirmektedirler. Geçmişteyse Ramazan ayrıca yoğun eğlence demek olurmuş. Teravih namazından sonraki saatler, sahura kadar eğlenerek geçirilirmiş. Bu hususta, Şehzadebaşı adı öne çıkmıştır. İstanbul’un bu küçük semti, bu yanıyla bir hayli ün kazanmıştır.
Oruç ve Ramazan deyip de Bektaşileri anmamak mümkün müdür? Biz de yazımızı bir Bektaşi fıkrasıyla bağlayalım. Bektaşi kime denmiştir? Önce bunu özetleyelim: XIII. yy’da Anadolu’da yaşamış Hacı Bektaş Veli’nin müritleridirler. İslam anlayışları Sünnilerden farklıdır. Sünnilerle bağdaşmayan dünya görüşleri vardır. Amel, yani eylemden daha çok imana önem verirler. Genellikle çok zeki insanlardır. Bir o kadar da hazır cevap, esprili ve sevimlidirler. Şarap içerler ve bununla özdeş olmuşlardır. Bir de oruç tutmamak yanları vardır. Kendilerine “erenler” veya “baba erenler” denilmiştir. Haklarında anlatılan gerçeklerle fıkraların hemen tamamı, içki ve oruç üzerine kurulmuşlardır.
İşte bir Bektaşi fıkrası: Erenlerin birini, Ramazanın ileri bir gününde atıştırırken görmüşler. Mübarek Ramazan geldi gidiyor; sen ne zaman oruç tutacaksın? diyerek sormuşlar. Baba erenler, soruyu hınzırca bir biçimde cevaplamış; o mübarek her yıl gidip, sonra gene geliyor ve bir ay kalıyor. Ama ben kulunuz bir gidersem, daha dönmem ne mümkün!?
İnananların Ramazanları hayırlı olsun!
Arapçası savm veya sıyâm olan oruç sözü, dilimize, günlük anlamına gelen Farsça “rûze” veya “urûze” sözlerinden geçmiştir. Oruç, dünyanın belli başlı bütün inanç sistemleriyle bazı küçük kabilelerde görülmektedir. Yalnız Zerdüşt dininde oruç tutulmaz. Eski çağlarda ve putperest devirlerde de tanrılara yaranılmak için oruç vardır. Orucun amacı ana hatlarıyla hep aynı olmuştur. İslamın orucu, Kur’an’ın Bakara suresindeki 183. ayetle emr’olunmuştur. İslam hükümlerine göre orucun beş çeşidi
bulunur ve bunlar farz, vacip, sünnet, mendub ve mekruh diye sıralanırlar. Bu beş kavramı şöylece açıklayalım:
Farz, kaçınılmaz veya zorunlu demektir, uyulmaması günah sayılır. Vacip ise gereklidir. Sünnet, Hz. Peygamber'in eylem ve sözleri olur. Mendub için; olumlu, onaylanmış ve uygun diyebiliriz. Mekruh da iğrenç ve yasaktır. Asl’olan oruç farzlardır ki, Ramazan orucu bunların başında gelir. Bu orucun kazası (tekrarı) ve kefareti de farzdır. Adak orucu gibi bozulmuş bir nafile orucun da kazası vacip olur. Bir de mekruh orucu yazalım; oruç ne zaman iğrenç ve yasaktır? Şeker Bayramı'nın birinci günü ile Kurban Bayramı'nın bütünü, oruç için haram kılınmıştır. Bugünlerin orucu yasak olup, tutulması günah işlemektir. Muharrem ayının 10. günü ve nevruz günleriyle, cuma, cumartesi günlerinde sürekli tutulan oruçlar mekruhturlar. Her gün tutulan oruçla hiç konuşmadan tutulan suskun oruçlar da keza mekruh sayılırlar.
Oruç bir gündüz ibadeti olduğundan, süresi de saate değil güneşin doğuşuyla batışına bağlıdır. Bundan dolayı, oruç tutmak bir durumda mesele olur. Bilindiği üzere, gündüzler yazın uzar ve kışın kısalırlar. Ancak, kutuplar söz konusu olmadıkça oruç açısından bu önemli sayılmamaktadır. Ne var ki, kutup bölgesine varıldığında, gece gündüz kavramı değişmiş, altı ay süreli gece ve gündüzlere varılmış, namaz vakti gibi oruç süresi de şaşkınlık ve tereddüt uyandırmıştır. İşte... Burası, İslamda başvurulan bir kıyas noktasıdır. Kur'an ve hadislerde bulunmayan bir hususta, İslam kuralları uyarınca kıyasa başvurulmaktadır. Ancak... Herhangi bir kimse ortaya çıkıp da, öyle kendi mantığıyla ve ulu orta kıyas yapamayacaktır. Kıyâs-ı fukaha denilen şey, fıkıh bilgini sayılan islamcıların tekelindedir. Benzer başka konulara bakarak karşılaştırırlar ve yorumlar yapmak, bundan sonuçlar çıkarmak fakihlerin (fıkıhçıların) işidir. Bu tür yorum ve sonuçlar, bazen derin ve geniş görüş ayrılıklarına, buradan yeni mezhepler veya tarikatların doğmasına varmış olsa dahi bu ve benzeri durumlarda İslam’ın çıkış yolu ancak budur, yani kıyastır.
Bilim, insan sağlığı bakımından az ve sık yemeyi uygun görür, bunu salık verir. Bu durum oruçla ters düşer. Şu da var ki, aynı bilim; balıklar, böcekler, halkalı solucanlar ve yer solucanları üstünde yaptığı inceleme ve deneyler sonucunda, çok ilgi çekici sonuçlara varmış bulunmaktadır. Bu hayvancıklar, belli süreler aç kalmakla, büyüme ve gelişme açılarından zaafa uğramakta, hatta biraz da küçülmektedirler. Fakat, diğer yandan da ömürleri uzamaktadır. Mesela yer solucanında, ömür artışı tam tamına elli katına ulaşmaktadır! İşte... Bu da böyle bir gerçektir! Saydığımız hayvancıklarla insanların bir tutulamayacağı düşünülebilir. Ama aynı bilim, insanlar ve hayvanları ortak bir atadan getirmemekte midir!? O hâlde, biz buna, orucun faydasını bilim de kabul ediyor, diyeceğiz!
Ramazan Arapça bir kelimedir. Bizim “z” diye okuduğumuz Arapça harf, aslında “d-z” ortak sesini vermektedir. Biz Türkler bunu aynen okuyamadığımızdan, ramazanı ramadan diye söylememiz de mümkündür. Nitekim, ülkemizde ki bazı erkeklerde Ramadan ismine rastlanılmaktadır. Ramazanın anlamı; ısınmak, ısıtmak ve yakmak biçiminde görülür. Ramazan, Arabi aylar arasında İslam’ın bakış açısıyla müstesna bir yere sahiptir. Kur’an ayetlerinin tebliği de bu aydaki Kadir Gecesi'nde başlamıştır. İslam yorumcularına göre, Ramazan orucu tutarak bir de tövbe edenlerin günahları yanıp, o kişiler bu suretle ak pak olurlarmış. Ramazanda işlenen sevapların değeri, diğer aylardan tam yetmiş kat fazlaymış!
Günümüz Ramazanları, toplumu sadece ibadet açısından ilgilendirmektedirler. Geçmişteyse Ramazan ayrıca yoğun eğlence demek olurmuş. Teravih namazından sonraki saatler, sahura kadar eğlenerek geçirilirmiş. Bu hususta, Şehzadebaşı adı öne çıkmıştır. İstanbul’un bu küçük semti, bu yanıyla bir hayli ün kazanmıştır.
Oruç ve Ramazan deyip de Bektaşileri anmamak mümkün müdür? Biz de yazımızı bir Bektaşi fıkrasıyla bağlayalım. Bektaşi kime denmiştir? Önce bunu özetleyelim: XIII. yy’da Anadolu’da yaşamış Hacı Bektaş Veli’nin müritleridirler. İslam anlayışları Sünnilerden farklıdır. Sünnilerle bağdaşmayan dünya görüşleri vardır. Amel, yani eylemden daha çok imana önem verirler. Genellikle çok zeki insanlardır. Bir o kadar da hazır cevap, esprili ve sevimlidirler. Şarap içerler ve bununla özdeş olmuşlardır. Bir de oruç tutmamak yanları vardır. Kendilerine “erenler” veya “baba erenler” denilmiştir. Haklarında anlatılan gerçeklerle fıkraların hemen tamamı, içki ve oruç üzerine kurulmuşlardır.
İşte bir Bektaşi fıkrası: Erenlerin birini, Ramazanın ileri bir gününde atıştırırken görmüşler. Mübarek Ramazan geldi gidiyor; sen ne zaman oruç tutacaksın? diyerek sormuşlar. Baba erenler, soruyu hınzırca bir biçimde cevaplamış; o mübarek her yıl gidip, sonra gene geliyor ve bir ay kalıyor. Ama ben kulunuz bir gidersem, daha dönmem ne mümkün!?
İnananların Ramazanları hayırlı olsun!
Mete Esin