Sayfalar

…Ve böyle buyurdu Hz. Google

                                                                                                        Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
                                                                                                        eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır 
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez buyurmuşlar ki; “Artık bir Google çıktı. Bütün âlimlerden daha âlim görünüyor. Ne sorsan Diyanet’ten daha fazla cevap veriyor. Bu yüzden insanlara bilgi yüklemek yetmiyor, o bilginin niteliği önemli”.

Sayın Görmez’in, geçtiğimiz 24 Ocak günü İlim Kültür Sağlık Eğitim Çevre ve Sosyal Yardım Vakfı’nın yaptırdığı “Bayrampaşa İslami İlimler Akademi Yurdu”nun açılış merasiminde yapmış olduğu konuşmanın ilgili bölümü tam olarak şöyle:
“Bilgi, ilim denildiğinde elbette birinci özelliği ilim niteliği olmalıdır. Yoksa bilgisayarlar bizden daha âlim. Şimdi artık bir Google çıktı. Bütün âlimlerden daha âlim görünüyor. Ne sorsan Diyanet’ten daha fazla cevap veriyor size. Bu yüzden insanlara bilgi yüklemek yetmiyor. O bilginin niteliği önemli. Dinin bir

Bardakoğlu’nun Vuvuzelası, Ekranların Müptelası, F.Altaylı’nın Maskarası

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
2003-2010 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun“Başörtüsü” konusundaki görüşlerini, bir önceki yazımızda etraflı bir şekilde aktardık(*). Bardakoğlu’na göre, özetle; başörtüsü Müslüman kadınlar için gereklidir, ancak ne dinin bir ön şartı, ne de dinden çıkmanın bir göstergesidir. O, bu görüşlerini, 2006-2010 yılları arasında farklı ortamlarda olmak üzere defalarca dile getirmiştir. Mesela; 12.02.2006 tarihinde CNN Türk TV kanalında yayınlanan “Ankara Kulisi”programında gazetecilerin sorusu üzerine yaptığı ve bir sonraki gün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi internet sitesine de koydurduğu açıklamalarında şöyle demiştir: 
“…Bir insanın Müslüman olabilmesi için başını örtmesi şarttır gibi bir anlayış da hiç olmamıştır…

Siyasi Konjonktüre Göre Yön Değiştiren Fetvalar

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Kadın Faaliyetleri Müdiresi Ayşe Sucu’nun yanda da görülen ve tarafımızca“Sukeyne Kâkülü” olarak isimlendirilen(1) başörtüsü takış şeklini dikkate aldığımızda; Diyanet’in 2008 yılının Şubat Ayı’na gelinceye kadar, en azından sükût ikrardan gelir anlamında; Ayşe Sucu tarafından uygulanan Türban Modeli’ni yadsımadığı ve bu modelin, örtünmek isteyen bayanlar tarafından örnek alınabileceğini zımnen kabul ederek adı geçene herhangi bir uyarıda bulunmadığı ve bazı kesimlerce Nûr Sûresi’nin 31. âyetinde tarifi yapıldığı söylenen modeli uygulaması istikametinde hiçbir baskı yapmadığı anlaşılmaktadır.

Ancak 2008 yılının Şubat Ayı’na gelince işler değişmiş ve Diyanet, siyasi konjonktüre ve Gömleksiz Mili Görüş cephesinden gelen siyasi rüzgâra uygun olarak, türban konusunda kendisini tavır değişikliğine gitmek zorunda hissetmiştir. Çünkü Diyanet, Ocak-

Y.Nuri, Z.Beyaz, A.Demircan ve Ben Zavallı Kâfir

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Yaşar Nuri Öztürk diyor ki; “Türkiye’de Cuma namazı farz değildir!”
Zekeriya Beyaz diyor ki; “Kur’an’da namaz yoktur, dua vardır!”
Ali Rıza Demircan diyor ki; “Eşlerle kurulan cinsel ilişki ibadettir. Hem de namaz kılmak kadar sevabı vardır!”
İşte size aynı konuda, üç ayrı din adamından sâdır olan söz ve fetvalar. Peki, siz hangisinin sözüne itibar edersiniz? Bu adamların ortak yanı ise her üçünün de Diyanet’in yetiştirmesi olmalarıdır. Çünkü her üçü de Diyanet kadrolarında İmam-Hatip olarak göreve başlamışlar. İlk ikisi imamlıktan sonra akademik hayata atılırken,

Şam Emeviye Camii İmamı ve Türk Düşmanı El-Hatip

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Bilindiği gibi; Suriye Muhalefeti, geçtiğimiz Kasım Ayı’nda Katar’da bir toplantı yaparak ortak hareket etmeye karar verdi. Hareketin başına da Şam Emeviye Camii eski İmamı olan Muaz El-Hatip isimli bir din adamını getirdi. Bu sonucun, Suriye muhalefetinin kendi istek ve inisiyatifi ile elde edildiği elbette tartışılır. Bu sonuç, daha çok batılı güçlerin dizayn ettiği bir sonuçtur. Elbette hareketin başına gelen Muaz El-Hatip de yine batılı güçlerin istediği bir şahsiyettir.

Bizim başbakana bakarsanız, Suriye Muhalefetinin bu yapısı, en az 100 ülke tarafından kabul edilmektedir. Beşar Esat’ı ise dünyada hiçbir devlet kabul etmemektedir! Oysa Beşar Esat, birkaç gün önce halkına yapmış olduğu konuşmada Rusya, Çin ve İran’a açıkça teşekkür etmiştir. Gerçi bize göre de Beşar Esat rejimi artık meşruiyetini kaybetmiştir ama

Çöplükten Sultanuş Şuaralığa Necip Fazıl-1

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Geçtiğimiz günlerde Habertürk gazetesinde yer alan bir haber gündeme bomba gibi düştü. Haber, merhum Başbakan Adnan Menderes’in, Yassıada’da yargılanmasına konu olan “Örtülü Ödenek” davasında bulunan bazı mektuplara aitti. Bu mektuplar, Adnan Menderes’ten yardım isteyen yazar, şair, gazeteci ve sanatçılara ilişkin di ki; mektuplar, sahiden de sahiplerini utandıracak türden mektuplarmış! Hem sahiplerini utandıracak türden, hem de muhtemelen günümüzde de örtülü ödenekten yardım alan bu kabil adamlara ibret olacak türden mektuplardan bahsediyoruz.

Necip Fazıl: Çıldırmak Üzereyim-Millete Hesap Veremezsiniz!
“Necip Fazıl’dan Menderes’e yalvaran mektuplar” başlığıyla verilen haberde yer alan



“İslam’da demokrasi var(mı)dır” başlıklı yazımızda dedik ki; “Demokrasi konusuna gelince; özellikle Hz. Peygamber’in vefatından sonraki uygulamalar, İslam’da demokrasi olmadığını ya da en azından İslam’daki demokrasinin, çağdaş anlamda (bugünkü anlamıyla) bir demokrasi olmadığını göstermektedir…”(1) Bu bakımdan“İslam’da demokrasi vardır” yaygarası yaparak şeriat özlemi içinde olanlar iyi bilsinler ki; 
Uydurma bir rivayetle teşkil olunan “Aşere-i Mübeşşere” kavramının içine sokulan kişilerden birisi olan ilk halife Hz. Ebu Bekir, halifeliği seçimle değil, defacto bir durumla, yani oldubittiye getirerek ele geçirmiştir! Biat, yani tercih veya seçim diyebileceğimiz olay ise arkadan gelmiştir. Elbette kılıçların ve okların gölgesinde yapılan ve tek adayın bulunduğu böyle bir seçime ne kadar seçim denilebilirse.

Hz. Ebu Bekir’le Başlayan İslam Darbe Geleneği




“İslam’da demokrasi var(mı)dır” başlıklı yazımızda dedik ki; “Demokrasi konusuna gelince; özellikle Hz. Peygamber’in vefatından sonraki uygulamalar, İslam’da demokrasi olmadığını ya da en azından İslam’daki demokrasinin, çağdaş anlamda (bugünkü anlamıyla) bir demokrasi olmadığını göstermektedir…”(1) Bu bakımdan“İslam’da demokrasi vardır” yaygarası yaparak şeriat özlemi içinde olanlar iyi bilsinler ki; 
Uydurma bir rivayetle teşkil olunan “Aşere-i Mübeşşere” kavramının içine sokulan kişilerden birisi olan ilk halife Hz. Ebu Bekir, halifeliği seçimle değil, defacto bir durumla, yani oldubittiye getirerek ele geçirmiştir! Biat, yani tercih veya seçim diyebileceğimiz olay ise arkadan gelmiştir. Elbette kılıçların ve okların gölgesinde yapılan ve tek adayın bulunduğu böyle bir seçime ne kadar seçim denilebilirse.

İslam’da Demokrasi Var (mı)dır Diyenlere


Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
Asr-ı Saadet nedir?                                                                 eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Asrımızda bile “Asr-ı Saadet” özlemi içinde olanların bulunduğu, hatta bunların sayısının kayda değer derecede olduğu muhakkaktır. Bu toplum kesimlerine göre; ne de olsa bu devir, adaletin, hakkaniyetin, eşitliğin, barışın, demokrasinin, insan haklarının, güzel ahlakın ve kardeşliğin zirve yaptığı bir dönemdir! Acaba gerçekten öyle mi? Gelin isterseniz öncelikle şu “Asr-ı Saadet” kavramının tanımını yaparak yola çıkalım. Acaba nedir şu dillere pelesenk olan Asr-ı Saadet? Bir internet sitesinde şöyle bir tanım yapılmaktadır bu konuda:
“Arapça ‘asr’ (devir, zaman, çağ) ve ‘saadet’ (mutluluk, bahtiyarlık) kelimelerinden meydana gelen ‘asr-ı saadet’ terimi; ‘mutluluk dönemi, insanların en bahtiyar oldukları çağ’ manasını taşımaktadır. Asr-ı saadet tabiri, insanlık için hidayet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in nazil

Aşere-i Mübeşşere Uydurması

Makaleler, Nisan 2012'den beri redakte edilmemekte ve
eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır
Çocukluğumuzdan bu yana kulaklarımızda hep bir “Aşere-i Mübeşşere” lafıdır çınlar durur. “Sağlıklarında Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenen on kişi”anlamındaki tabirin içine giren bu on kişiyi zikrederken adeta yüreğimizin yağı erir, gönlümüz titrer. İsimlerinin başına (Hz.) sıfatını koymakla yetinmez, sonuna da (r.a.) duasını yerleştiririz. İslam’a yaptıkları büyük hizmetleri anlatmakla bitiremez, kahramanlıklarıyla övünürüz. Aleyhlerinde ise asla söz söyletmeyiz. Aleyhlerinde söz edenleri ve onları kötüleyenleri, tekfir bile ederiz. Yani kâfirlikle suçlarız. Hz. Peygamber “Ashabım yıldızlar gibidir, onlardan hangisine uyarsanız hidayete erersiniz…”dedi ya, artık ne deseniz boş. Ashaptan birisi aleyhine bir söz mü söylediniz? Yandınız demektir. Zira siz toplumun gözünde artık bir cehennemliksinizdir…