Yazımıza başladığımızda; Balıkesir, Bolu, Çanakkale, Edirne, İstanbul, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde hemen hemen aynı anda başlayan orman yangınları yaşanmaktaydı. Her ne zaman bir orman yangını duysak bizim de yüreğimiz dağlanmıştır. Bu yangın, velev ki dünyanın en uzak ve en bilinmez bir köşesinde olsun. Yangın, hele de bildik bir yer veya yakınımızdaysa, duyduğumuz hüzün tarifsiz boyutlara varmıştır. Şimdi, ormanlarımız tutuşmuşken işte böyle duygularla yoğurulmuş bulunmaktayız. Eğer insan kayıplarını gözden uzak tutabilsek; Hiroşima, Nagazaki, New York (11 eylül) faciaları bile, bize göre orman yangınları yanında hafif ve önemsiz kalacaklardır. Çünkü... New York’ta yıkılan kulelerin yeniden yapımı günümüz koşullarında bir iki yıl gerektirirken, yanan bir ormanın aynen geriye dönmesi için belki de yüz yıl beklenecektir. Yazımızda, çocukların dahi bildikleri orman ve ağaçların yararlarını ve yangınların zararlarını sıralamak düşüncesinde değiliz. Biz, aşağıda görüleceği üzere bu konudaki daha başka şeyleri yazmak istemekteyiz. Dünya orman varlığı, ağaçlar v.b. gibi...
Hâlen yeryüzünün üçte birini kara parçaları oluştururlarken, bunun da üçte birini çöller
ve gene üçte birini ormanlar kaplamaktadırlar. Geriye kalan üçte biri ise; iskân, tarım, sanayi gibi başka alanlarla doldurulmaktadır. Başlangıçta bütün bir yeryüzünün ormanlarla kaplı olduğu düşünülmekteyken, daha yakın bir zamandaysa üçte iki oranındaki orman örtüsü tahminen değil kesinlikle bilinmektedir. Günümüzde orman varlığının yaygın ve yoğun olduğu kıta Avrupa’dır. Avrupa’da doğudan batıya ve kuzeyden güneye yer yer dahi olsa, ormanlara rastlanır. Bunu Güney Amerika kıtası izlemektedir. Buradaki ormanlar, tamamına yakını kuzeyde olmak üzere yarıdan daha fazladır. Amerika kıtasının kuzeyiyse gene yarıya yakın ormanlarla kaplıdır. Buranın ormanları da çoklukla kuzey bölgesindedirler. Orantılı orman varlığı açısından üçüncü kıta Asya olmaktadır. Burasının da kuzeyiyle, doğusu ve güney doğusu ormanlarla örtülüdür. Afrika ve Avustralya ise orman varlığı itibârıyla en yoksul kıtalardır. Burada Afrika’nın imajı sarsılacaktır ama, şaşırtıcı gerçek böyledir. Afrika, Büyük Sahra gibi herkesçe bilinen dünyanın en geniş çölüne rağmen, geniş orman alanları olan bir kıta sanılır. Bunda, Afrika ormanlarında yaşandığı varsayılan bir öykünün rolü olsa gerektir! Tarzan denen öykü kahramanının maceraları, çocukluğumuzun filmleri arasında belki de birinci sırayı alıyorlardı ki, bunların konuları tamamen sık ormanlar içinde geçmekteydiler.
Ormanlar hakkında ülkemize dönecek olursak. Orman geçmişimizi veren bir bilgi kaynağına biz rastlamadık. Ancak... Okuduğumuz ve dinlediğimiz bölük pörçük bazı bilgileri birbirlerine eklersek doğruya yakın bir sonuca varabiliriz. Aynı sonuç, bizi mutsuz edecek gerçeğe de götürecektir. Timur ve Yıldırım’ın karşılaştığı 1402 Ankara Savaşı’nın, ormanlar arasında geçtiğini tarih bahsinde okumuş ve öğrenmişizdir. Artık yaşamayan bir büyüğümüz, Atatürk öldüğü sıralarda Edirne-Havsa arası meşe ormanıyla kaplıydı, demiştir. Bunu, Havsa-Babaeski, Babaeski-Lüleburgaz, Havsa-Uzunköprü... diye pekâlâ genişletebiliriz. Diğer yandan babamızdan dinlediğimize göre, onun çocukluğundaki Vize’de en kenar evin bahçe arkası ormanmış. Şimdiki Vize’deyse ormanlık alanlar pek o kadar daralmamış olsalar bile, kesimler sonucunda ağaç boyları kısalmış ve çapları incelmiştir. Bütün bunlar ve benzeri diğer bilgilerden anlamaktayız ki, Ülkemizin orman kayıpları, dünya ortalamasından daha az olmayıp, muhtemelen de bundan fazlasıdır. Şimdiki ormanlarımızın ülke alanına yüzdesi yirmi üç dolayındadır. Ancak şu da var ki, bozuk ve seyrek ormanlarla orman bölgelerindeki bodur bitki örtüsü de bu alan ortalamasına dahildirler. Orman varlığımızın en yoğun olduğu bölge, bilindiği üzere Bulgar sınırından Gürcü sınırına kadar Karadeniz kıyı şerididir. Coğrafya bölgesi olarak da, Karadeniz ormanları toplamın yüzde yirmi sekizidirler. Akdeniz bölgesi yüzde yirmi beşe yakındır. Sırasıyla Ege yüzde on altıya yakın, Doğu-Güney Doğu yüzde on üç, Marmara yüzde ona yakın, iç bölgelerse yüzde dokuza yakın ormana sahiptirler.
Yaban hayatının başlıca çevresi olan orman, bir başına ağaç demek olmasa bile, biz gene de önce ağaçları hatırlarız. Ağaçlar, bir çalı boyundaki en küçük makilerden başlayarak, yüz metreyi aşabilen yükseklikteki okaliptüs ve sekoya kadar değişen çeşitler gösterirler. Fakat küçük boydakiler bazen ağaçtan sayılmazlar. Ağaçların tasnifi tabiatıyla bundan ibaret değildir. Başka birinde de kışın yaprağını dökenlerle dökmeyenler diye ayırım yapılmaktadır. Ağaçların önemli tasnifiyse türler üzerine kurulu olanıdır. Burada ağaç türleri, kendi içlerindeki varyasyonlara göre ayrılmaktadırlar.
Ülke ormanlarının ağaç türleri şöyle sıralanmaktadırlar: Karadeniz: Çam, dişbudak, ıhlamur, gürgen, kayın, kavak, kestane, kızılağaç, köknar, ladin ve meşe. Akdeniz: Ardıç, çam, kavak, kayacık, kayın, kızılağaç, köknar, meşe ve sedir. Ege: Çam, kayın ve kestane. Doğu, Güney-Doğu: Ardıç, huş, kavak, meşe ve sarıçam. Marmara: Çam, dişbudak, gürgen, ıhlamur, kestane, kavak, kayın, köknar ve meşe. İç bölge: Ardıç, çam ve meşe. Bu türler arasındaki çam gibi çok yaygın bir türün yanında, huş, günlük, sedir gibi ender ve korunması gereken türler de bulunmaktadırlar. Bir orman görünümünde olmasalar da çoklukla sulak yerlerde rastlanan, bazen yalnız, bazen de kümeler veya sıralar hâlindeki koca çınarları da orman ağaçları sınıfındandırlar. Akdeniz’de, daha çok da Ege ve Marmara’da ormanlarla yan yana yaşayan zeytin ağaçları, ormandan daha çok kültür ağaçları sayılmaktadırlar.
Dünyanın başka bölgelerinde bizdeki türlerin biraz değişikleriyle, boy boy ve çeşit çeşit tamamen başka ağaçlar bulunmaktadırlar. Yeryüzünün en yüksek ağaçlarıysa Kuzey Amerika’yla Avustralya’da görülürler. Yüksek bu ağaçlardan bazıları, ayrıca çok geniş bedenleriyle ağaç dünyasının gerçek devleridirler. Sözün tam anlamıyla ulu denebilecek böyle ağaçlar, ayrıca uzun ömürleriyle ün yapmışlardır. Yaşları binlerce yılla söylenir. O kadar yaşlıdırlar ki, onlara yaşayan fosiller denilir! Bir pinus longaeva (çam) ağacının tam dört bin dokuz yüz yıllık olduğu anlaşılmıştır! Başka bazı ağaç türlerinde rekor yükseklikler şöyledir: Sekoya yüz kırk metreden fazla, yağmur ormanı ağaçlarında yetmiş mt.ye yakın, lawson servisi altmış mt., Norveç ladini elli dört mt., batı çınarı elli mt., bir cins meşeyle ABD beyaz çamı kırk beşer mt., ak dişbudak kırk bir mt., İngiliz kızıl meşesi kırk mt., huş otuz dokuz mt., doğu kayını otuz altı mt., kara kavak otuz beş mt., antarktik kayını, hurma otuzar mt. Ayrıca, Etna dağındaki bir kestane ağacının yere yakın beden çapı elli bir metre ve Kaliforniya’da General Sherman adı verilen bir sekoya ağacının kereste hacmiyse, bin yetmiş metre küp gibi müthiş bir miktara varmaktadır!
Ülkemizde de, şurada burada ulu ağaçlara rastlanmaktadır. Bunlar çoklukla çınar ağaçlarıdırlar. İst.-Beylerbeyi’ndeki ünlü çınarın yaşı üç bin beş yüz olarak hesaplanmıştır. Edirne ilinde de anıt ağaçlar (çınar ve meşe) vardır. Bunlardan birkaçı Yüksek Anıtlar Kurulu’na tarafımızdan ihbar edilip tescilleri sağlanmıştır. Edirne’nin mesire yerleri Sarayiçi ve Söğütlük’teki dişbudaklarla kara kavaklar, otuz metreye yakın boylarıyla, zannımızca Türkiye’nin de en yüksek ağaçlarıdırlar!
Mete Esin