Sayfalar

DİN GERÇEĞİ ÜSTÜNE

Konuyu gazetede okuduk. Buradan öğreniyoruz ki, Türkiye’de misyonerler varmış, kiliseler açılıyor, Hristiyanlık adına ciddî çalışmalar yapılıyormuş. İşte, şimdi bu tartışılıyor. Müslüman mahâllesinde salyangoz satmak, işte buna denir!

Din konusuna sözün anlamından girersek... Söz aslen Arapçadır; gelenek, görenek, inanç ve töre gibi anlamlar taşır. Buradan Allah’a inanmak, O’na yönelmek anlamlarına varmıştır. Yeryüzünde hiçbir toplum yoktur ki, bir veyâ birkaç dîne mensup olmasın. Böyle olmasına rağmen, özellikle Batı toplumlarında din ile mesâfeli kişiler bulunmaktadırlar. Bunların yoğun oldukları ülkeler, Avrupa’nın zengin kuzey batısında yer alırlar ve Almanya bu konuda başı çekmektedir. Dinlerle tanışmayanların kimi, yaratan yöneten bir Tanrı’ya inanır, ama din diye bir müessese kabûl etmezler. Kimi de

inançtan büsbütün yoksundurlar. Esrar dolu varlıklarıyla masonlar, âlim ve filozoflar, bu iki kategoriden birinde gösterilebileceklerdir.

İnsanlar insan olalı, dünyâ ve evren üzerine kendi çaplarında kafa yormuşlardır. Çekindikleri, korktukları, saydıkları, gücü ve etkisini kabûl ettikleri şeylere, tabiata, dağa taşa, bu arada hayvanlara yönelmiş, onlara tanrı sıfatları verip tapmışlar, bundan tatmin duymuşlardır. Zamanla düşünceler gelişip değişince, tanrılar bu defâ insan suretine girmişlerdir. İnsan tabiatında neler görülmüşse, bunlar tanrılara da uydurulmuşlardır. Tanrılar kâh gazâba gelmişlerdir, kâh insafa! Kâh kızmışlardır, kâh sevmişler! Kâh cezâ vermişlerdir, kâh ödül! Sonra, bir kabînedeki başbakan ve bakanlar gibi bir baş tanrı seçilmiş, diğerlerine farklı görevler biçilmiştir! Din aslında kişinin doğasında vardır. Fakat hepsinden önce tanrı kavram ve inancı gelir. Din, tanrıya yönelmek üzere sonra bu temel üstüne kurulur. Milyarlarca insanı arkalarından sürükleyen peygambersiz Asya dinleriyse konuya daha farklı ve karmaşık bir biçimde bakmaktadırlar. Fakat, ilâhî dinler açısından bunlar zâten dinden sayılmamaktadırlar.

İnsanlar, bir dine girerlerken önce âileleri sonra da bulundukları toplumların etkisindedirler. Tıpkı, farkında bile olmadan ana dillerini öğrendikleri gibi, bir dine de giriverirler. İstisnâlar bir yana, önce neye inanmışlarsa, sonuna kadar da böyle giderler. Bu, tabiî ki bugün için geçerli kuraldır. Yoksa Hristiyanlık ve İslâm gibi dinler doğduğunda, büyük kitlelerin bir dinden diğerine geçtikleri unutulmamalıdır. Bu, Türkler için de böyledir. Türkler, târih boyunca birçok şeye inanmış birçok dine katılmışlardır. İslâm’a geçişimiz ise, Anayurt ve Orta Doğu'da ortalama üç yüz yıl sürmüştür. Kuzey Karadeniz’deki Tatarlarla Balkanlar’daki Çitak, Gacal ve Konyar Türkleri, İslâmla 1300’den sonra tanışmışlar ve kısa zamanda bu dîni benimsemişlerdir. Dünyâmızda, hâlen birkaç avuç Şâman, Budist, Mûsevî Türk, az sayıda Çuvaş ve Gagavuzlar ile Karamanlı vb Hristiyan Türk vardır. Diğer ezici Türk çoğunluk, başta Sünnîler olmak üzere, Şiî ve Alevî Müslümanlar olarak Orta Asya ve Orta Doğu çevresiyle Balkanlarda yaşamaktadırlar.

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde, burada Hristiyan yerli halkla karşılaşmışlardır. Yerli halkın ise, birer birer, âilece veyâ daha geniş bir toplulukla İslâm’ı seçtikleri [ihtidâ] sıkça görülmüştür. Orta ve Batı Anadoluda “Manav” denen sâdık vatandaşlarımızın bu zümreden oldukları bilinmektedir. Ancak, ihtidâ olayının bu kadarla sınırlı kalmadığı da bellidir! Daha sonra Rumeli’de de bu böyle olmuştur. Yerli halktan bir kısmı, bireysel, âilece veya topluca, zamanın efendileri Türklerin dinlerine girmişlerdir. Yeniçerilerin bu husustaki durumları farklıdır. Onlar henüz birer çocuk yaştalarken seçilip, âilelerinden alınmışlardır. Edirne’yle İstanbul’da (önce bir süre Gelibolu) özel eğitime tâbî tutulup, burada tabiatıyla Müslüman edilmişlerdir.

Kitlelerin din seçimleri artık tamamlanmıştır. Artık, dinler arası kitle göçleri beklenmemelidir. Olsa olsa kimi birini severek kimi de başka gerekçe ve hesaplarla dinlerini ferdî değiştirenler veyâ değiştirecekler olabileceklerdir! Kimi de, gerçekten inanıp din değiştirmişlerdir. Batılı şarkıcı eski Cat Stevens yeni Yusuf İslâm, buna dünyâ çapındaki bir örnek olarak gösterilebilir. Şu da var ki, Stevens alt tarafı bir şarkıcıdır. Kitleleri etkileyebilecek, arkasından sürükleyebilecek bir kimlik ve kişilik değildir. Bâzen şu âlim veyâ bu âlim Müslüman oldu, denilmiştir. Bunun son örneği, denizaltı araştırmalarından tanıdığımız Kaptan Custo’dur. Custo’nun İslâma geçtiği söylenmiştir. Bundan ne fayda umulmuştur bilemiyoruz ama, Custo öldüğü zaman bildiğimiz Hristiyan adıyla ve Hristiyan olarak toprağa verilmiştir!

Din olgusu toplumlar ve kişilerde farklı farklı tezâhür etmiştir. Bunu, kendi çevremizde ve diğer toplumlar üzerinde şöyle görebiliriz: Câhil ve fakirler bütün inanç sistemlerinde dindardırlar. İbâdetlerini aksatabilirler ama inançları kusursuzdur. Orta sınıflarda biraz gevşeme görülür. İnanç hâlâ geçerli olsa da ibâdet ihmâl edilir. Eğitim ve refah düzeyi yukarılara çıktıkça din duygusu zayıflar, ibâdetler bırakılır. Hele felsefe gibi derin konulara dalınır, bir de muhakeme yürütülürse, sonuç inkâra kadar gidebilir. Nitekim, yukarıda Batı’daki varlığından söz ettiğimiz inançsızlar böyle kişilerdir.

Yazımızı bağlarken başa dönelim. Ülkemizde açılan kiliselere günde üç beş kişi başvuruyorlarmış. Bunların Hristiyan olmaları için her türlü kolaylık gösteriliyormuş. Tanıyanların ifâdelerine göre, bu gibi kişilerin önce refahları değişmekteymiş! Sonra da ortadan kayboluyorlarmış. Burasını anlayamadık: Acaba semt mi değiştiriyorlar, yoksa ülke dışına mı çıkıyorlar? Biz şu sonuca varıyoruz ki, mesele din değil ticârettir. Ekonomilerini kurtarmak için din değiştirmektedirler! Doğrusu bunda biraz da züppelik sezilmektedir! Belki bu kişiler, Batı’nın refahını Hristiyanlıkta görmektedirler. Eğer böyleyse yanılmaktadırlar. Çünkü... İsrâil ve Japonya dünya zenginiyseler, bir yeni zengin de Güney Kore’dir. Buralar Hristiyan değildirler. Fakat; İsrâil, Japonya ve Güney Kore’yle birlikte Batı dünyâsı lâiktir, lâik! Oralarda, din ve dünyâ işleri artık bir birlerinden ayrılmışlardır. Kişiyle Yaradan’ı arasında kimse yoktur. “Dünya dönüyor!” diyen Galile’nin yargılandığı o karanlık dönem artık çok gerilerde kalmıştır. Din, günlük politikalara âlet ve fedâ edilmemektedir. Oralarda disiplinli, düzenli, verimli okullar, fabrikalar ve laboratuarlarla dahası vardır. Esaslı eğitim, çalışan bedenler, düşünen kafalar vardır. Hîle hurda, yalan dolan gene geçerliyse de hem bizden azdır hem buna uygulanan mutlaka bir yaptırım vardır.

İşin sırrı ve sihri de Hristiyanlıkta değil, işte buradadır!..



Mete Esin