Sayfalar

30 AĞUSTOS’UN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Gelen tebriklere bakıyorum da 30 Ağustos'u kutlayan bir biz bir de Tema Vakfı kalmış gibi... Belki sağda solda birkaç kişi daha...
Bizi hepiniz biliyorsunuz: “Sessizliğin Sesi Grubu”…

Çocukluğumda, “Kurtuluş Savaşı”mızla ilgili her şeyi okur, tartışır; gazilerle konuşur, o gün söylenen marşları bile ezbere bilirdik.
Bir kesimin olağanüstü çaba ve propagandaları sonucu, Kurtuluş Savaşı; önce önemsizleştirildi sonra da toplumun hafızasından atılabilmesi için, önüne Çanakkale Savaşları kondu.
Sanki tüm tarihimiz "Çanakkale Savaşları"ndan ibaretmiş; ondan çok daha kapsamlı, tüm ulusun kaderini çizecek kadar büyük savaşlar zinciri yaşanmamış, Kurtuluş Savaşı

İMAMLARIN GÖREVİ FİTNE FÜCUR MUDUR?

Bugün orucun son günü. Hayırlısıyla bir Ramazan’ı daha uğurlamak üzereyiz. Terör saldırıları sebebiyle içimiz cayır cayır yansa da, Allah sebebini verdi ve bu Ağustos ayı oldukça serin geçti. Ve oruç tutmakta hiç zorlanmadık. Allah, cümlemizin tutmuş olduğu oruçları kabul etsin.

Ancak her sene olduğu gibi, bu sene de bilgisiz veya art niyetli din adamlarının sayesinde içimiz dışımız fitne-fücur ve şüphe ile dolup taştı. Televizyon ekranlarında arzı endam eden ve kimisinin isminin başında profesör, kimisinin isminin başında cemaat lideri ve kimisinin isminin başında da emekli müftü yazan din adamlarımız, sağ olsunlar yapmış oldukları abuk sabuk açıklamalarla Müslümanları bol bol şüpheye düşürüp, toplumumuzu fitneye sürüklediler.

Yaşar Nuri Öztürk ve Aziz Bayındır’ın, Teravih Namazı ve imsak vakti konularındaki çıkışları bir tarafa, televizyonlarda program yapan diğer din adamları da bol bol gaf yapıp çam devirdiler. Bunlardan birisi de benim aziz dostum olan İstanbul Emekli Müftü Yardımcısı Yusuf Kavaklı’dır. Geçen sene olduğu gibi bu sene de sahur vakitlerinde nedense aile olarak Yusuf Kavaklı’ya takıldık. Bunun en önemli sebebi, Yusuf Kavaklı ile

TARİH ÖĞRETMENLERİNİN FERYADI


Türkiye’nin iç ve dış sorunlarına, köşe yazılarımda elimden geldiğince özen göstererek yer vermeye çalışıyorum. Son günlerde Somali Çıkarması (!), Suriye ve Libya’daki gelişmeler ile şehitlerimizi yazmayı düşünüyordum. Ne var ki, pek az kişinin ilgilendiği tarih bölümlerini bitiren öğretmen adaylarının feryadı hepsini bir anda geriye itti. Bu nedenle Tarih Eğitimi Almak Suç mu? başlıklı yazımın devamı niteliğindeki bu yazımı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Kanayan yaraya bir nebze merhem olursa ne mutlu

FENERBAHÇE’YE SAHİP ÇIKMA ADINA TÜRKİYE’NİN MARKA DEĞERİYLE OYNUYORLAR

Ülkelerin marka değerini tespit etmek mümkün müdür bilmem. Örneğin “Milli* Güç” kavramı bu konuda bir anlam ifade eder mi ondan da emin değilim. Ancak konu Türkiye olunca, benim için Türkiye’nin marka değerini ölçmek ve bunu rakamsal olarak ifade etmek kesinlikle mümkün değildir. Şair Türkiye için boşuna dememiştir, “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” diye. Ancak gelin görün ki; Türkiye’mizi yöneten bazı bedhahlar ve bedbahtlar, ülkemizin marka değerini düşürmek değil ama ülkemize marka değeri verdirmek ve sonra da verdirdikleri bu marka değerini zedelemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bilindiği gibi, şike iddialarıyla hakkında soruşturma açılan Fenerbahçe futbol takımı hakkında karar verme konusunda Türkiye Futbol Federasyonu sudan bahanelerle ayak sürüyünce devreye UEFA girdi. UEFA Türkiye’ye Pierre Corno adında bir müfettişini

MEN DAKKA DUKKA


‘’Değişim, değişim!’’ dedik; daha ne olduğunu anlamadan, bir girdabın içinde bulduk kendimizi.
Hakikaten görmediğimiz, alışmadığımız olaylar; gün be gün hepimizi şaşkına çeviriyor.
"Ne, ne kadar doğru" anlayamıyor, basın organlarının ilettikleriyle yetinmek zorunda kalıyoruz.
Zannedersem, onların ilettikleri de aldıkları izinle sınırlı.
Güvendiğiniz, yıllarca yazılarını okuduğunuz yazarlar; daha önce yazdıklarının tam tersini söylemekteler. 
Onları okuyunca inanamıyor, yıllarca savundukları düşünceleri nasıl da bir çırpıda bırakabildiklerine şaşıyorsunuz.
Peki, sağlıklı mı bu?
Asla!
Ancak meslektaşlarının durumunu gördükçe, 180 derece dönüş yapmak zorunda kalıyorlar. Evde bekleyen eş var, çocuk var.
Ne zaman mahkemeye çıkacağını bilmeden, yıllarca hapiste yatması var!!!

ÇUKURCA SALDIRISINI BİR HAFTA ÖNCE HABER VERMİŞTİM

9 Ağustos 2011 günü yazmış olduğum ve görmüş olduğum bir rüyayı konu ettiğim Hayrolsun: Atatürk Rüyalarımıza Girmeye Başladı başlıklı yazımda demiştim ki;
“…Bir müddet sonra, alttaki yolda tamamı asker elbisesi giymiş, tabur ya da alay büyüklüğünde bir grup beliriyor. Askerlerin tamamı, koyu yeşil renkte ve kamuflajlı eğitim elbisesi giymiş vaziyetteler. Bunlar, bildiğimiz Mehmetçik türü asker değiller. Hepsi olgun yaşta kişiler. Sanki tamamı subaylardan oluşan büyük bir grubu andırıyorlar. Rahat adımlarla, ancak sessiz ve vakur biçimde bize doğru ilerliyorlar. Alayın ortasında askerlerin omuzlarında taşınan bir tabut göze çarpıyor. Tabutun kapağı bulunmuyor. Kapak yerine gelişigüzel yeşil bir örtü örtülmüş. Örtü, tabutun kenarından sarkmıyor, içeridekinin üstüne öylesine örtülmüş gibi duruyor."
"Şimdi bazı şom ağızlılar çıkacak ve beni ırkçılık, milliyetçilik ve elbette Atatürkçülük adına hayal kurmakla ve kıçımdan bir şeyler uydurmakla itham edeceklerdir. Hayır, asla. Oruç ağzımla, abdestli halimle ve Allah adına yemin ederek söylüyorum ki;

İSLAM KARDEŞLİĞİ BAHANE DİN SÖMÜRÜSÜ ŞAHANE ya da AKP'nin SÜRRE ALAYI

Okuyanlar mutlaka hatırlarlar; Somali'ye yardım konusunun abartıldığını, hatta iyiden iyiye sulandırıldığını daha önce de dile getirmiştim. 1 Ağustos tarihli "Diyanet İşleri Başkanı'na Ramazanlık Damar Sorular" başlıklı yazımızda Diyanet İşleri Başkanı’na hitaben şöyle demiştik:
“-Mü’minler ancak kardeştir...- ilahî hükmü çerçevesinde başlattığınız Afrika’ya fitre ve iftar parası gönderme kampanyanız kesinlikle afaki... ayakları tam olarak yere basmamaktadır… Bu kampanyalar çerçevesinde belki bir miktar fitre ve zekâtı Somali’ye, Etiyopya’ya, Eritre’ye, Gazze’ye ve Kenya’daki mülteci kamplarına aşırabilirsiniz… Ancak şunu bilin ki; bu tür çalışmalarınızın hiçbirisi (elbette doğrusunu ancak Allah bilir) Allah’ın rızasını kazanmaya matuf çalışmalar değildir… Bana kalırsa siz, bırakın Afrika’yı filan öncelikle Yunus’un “Yunus miskin der: hoca/ İster bin kez var hacca/ Hepisinden iyice/ Bir gönüle girmektir. sözü gereğince, yıkmış olduğunuz gönülleri tamir etmeye bakın. Cenneti, Somali ve Habeşistan sahralarında aramayın, sizin cennetiniz kesinlikle buradadır. Siz cenneti Afrika çöllerinde değil, Türkiye’de

DÜNYANIN EN PAHALI YEMEĞİ TBMM'DE YENİLİR


Öteden beri Türk kamuoyunda ve medyada söylenen şey, TBMM’deki yemeklerin sudan ucuz olduğudur. Gazeteci Murat Çelik, Vatan gazetesinde 4 Temmuz 2011 günü yazmış olduğu “Arınç: Çukurambar’dan haber bekliyorum başlıklı yazısında bulunan Menüye alışma günleri” ara başlığı altında bu durumu şöyle dile getirmiştir:
TBMM Üyeler Lokantası, yeni parlamenterleri ağırlıyor. Meclis Lokantası’nda ödenen hesaplar ise ilk kez vekil olan siyasetçileri şaşırtıyor. Hemen hepsi, burasının, Türkiye’nin en ucuz lokantası olduğunu bilerek gelmiş ama yine de hesap öderken küçük bir şaşkınlık yaşanıyor. Hesap geldiğinde, “Ben ödeyeceğim” mücadelesine, “Dışarıda sen ödersin” esprisi eşlik ediyor. Bu durumun nedeni çok açık... Mesela; çorba, Ankara tava, salata ve tatlıdan oluşan bir yemeğe ödenen toplam miktar, ekmek ve su dahil 7 TL. (Yazıyla, yedi lira.) Bu satırları okuduğunuz saate göre ağzınızın sulanması riskini göze alın ve menüden bazı yemeklerin fiyatlarına bir göz atın derim... Çorbalar (mesela dün ıspanak ve mercimek vardı) 50 kuruş. Pilavlar 50 kuruş. Mantı 2 TL. Ankara tava, et sote, kuzu şiş 4’er TL. Köfteler 3 TL. İç pilavlı piliç dolma 2 Lira 50 kuruş. Kuru fasulye, patlıcan musakka 1 TL 50’şer kuruş. Türlü güveç 1 TL. Cacık 50 kuruş. Yoğurt 75 kuruş. Salatalar 50 kuruş. Tatlılar 1 Lira 50 kuruş ve kuver (ekmek - su), kişi başı 50 kuruş. Çayın durumu bu dönem biraz farklı; limitsiz, aylık 40 TL. Yemeklerin; lezzet, porsiyon, kalite ve servisinin birinci sınıf olduğunu söylememize gerek yoktur herhâlde...


Murat Çelik’in anlattıkları kesinlikle doğrudur. Çünkü geçtiğimiz ay içinde yaklaşık 15 gün süreyle şu ya da bu şekilde TBMM’de bulunduğum için bunu yakından biliyorum. Yani TBMM’deki yemekler kesinlikle sudan ucuzdur! Mesela 4-5 TL’yi gözden çıkardınız mı TBMM lokantasında karnınız fevkalade doyar. Hem de etli, sütlü ve tatlıdan müteşekkil mükellef bir yemek yemek kaydıyla. Ancak TBMM’deki yemeklerin sudan ucuz olması, sadece milletvekilleri ve belki biraz da TBMM’nin resmî kadrolarında görevli üst düzey bürokratlar için geçerlidir. Bu iki grubun dışındakiler, hele de sıradan insanlar için TBMM lokantasında yenilen yemek, belki de dünyanın en pahalı yemeğidir. İsterseniz anlatalım.

HAYROLSUN: ATATÜRK RÜYALARIMIZA GİRMEYE BAŞLADI


Umum Müslümanların Hz. Peygamber’i rüyalarında görmek için can attığı bu mübarek "Ramazan Ayı"nda, böyle bir rüyayı anlatmak akıllıca bir iş midir bilmiyorum. Ne yapalım ki; biz de diğer Müslümanlar gibi rüyamızda Hz. Peygamber’i görmeyi umarken, kısmetimize Mustafa Kemal Atatürk çıktı. Neyse buna da şükür. Her ikisinin adı da Mustafa olduğuna göre bizim için fark etmez. Bu sene Türklüğümüzü esas alarak en büyük Türk Atatürk’ü rüyamızda bize gösteren Allah, umarım seneye de Müslümanlığımızı esas alarak Müslümanların şefaat penahı olan Muhammed Mustafa’yı (s.a.s) gösterir, inşallah…

Efendim uzatmayalım; 09.08.2011 günü ailecek sahurumuzu yaptıktan sonra sabah namazımızı da kılarak uykuya dalmıştık. Rüyamda, köyümüzün mezarlığına yakın bir yerde, "Büyüktarla" denilen bir mevkide bulunuyorum. Mevsim kış. Sahipleri akrabamız olan bir tarlada kara ve çamura dala bata köye doğru güç bela yürümeye çalışıyorum. Gidiş yönümde, yani bulunduğum nokta ile köy arasında bir yerde köyün mezarlığı

FAİZ YASAĞI ve DİYANET'İN BU KONUDAKİ İKİRCİKLİ TUTUMU

Açık söylemek gerekirse; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cevap vermekte en çok zorlandığı ve ister istemez takiye yaptığı konuların başında İslam’daki faiz yasağı gelmektedir. Zira Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri, bu konuda kendilerine yöneltilen sorulara hep kaçamak cevaplar vermeyi tercih ede gelmişlerdir. Konuya ilişkin Kur’an ayetlerinden ve sahih hadislerden hareketle her ne kadar genelde “Faiz haramdır” demek zorunda kalsalar da bir şekilde faize bulaşmaktan ve faiz geliri elde etmekten bir türlü kendilerini alamamışlardır. Bu konuyu, aşağıda örnekleriyle açıklamaya çalışacağız.

Öncelikle söylemek gerekirse; Kur’an’da “Faiz” yerine kaim olmak üzere “Ribâ” kelimesi geçmektedir ve “Riba”nın haram olduğu ve kesinkes yasaklandığı birçok ayette açıkça dile getirilmektedir. Örneğin Kur’an’da ikinci sure olan Bakara suresinin 275. ayetinde açıkça “…Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır…” denilmektedir. (1) Hz. Peygamber’in de konuya ilişkin pek çok hadisi vardır ve Hz. Peygamber, ünlü “Vedâ Hutbesi”nde faizi cahiliye dönemi uygulaması olarak

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI'NA RAMAZANLIK DAMAR SORULAR

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez, giymiş olduğu sırmalı kaftanın hakkını gerçekten de hakkıyla veren bir Diyanet İşleri Başkanı’dır! Kaftanın vermiş olduğu havayla olacak, Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı gibi değil de sanki imparatorluk Türkiye’sinin şeyhülislamı gibi hareket etmektedir Sayın Başkan. Bu manzarayı en son 28 Temmuz 2011 günü Ankara’da Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda gördük. Zira Sayın Görmez, sıradan bir basın toplantısıyla duyurması gereken ve kendisinden önceki başkanlar döneminde de benzerleri düzenlenen bir kampanyayı, binlerce kişinin katılımıyla ve tamamen bir şov ortamında gerçekleşen kapalı salon toplantısıyla dünya âleme duyurmayı tercih etmiştir. Neymiş efendim,