GÜNAY TULUN *Ölmeden Mezara Girmek Budur


CANIMIZA KASTETTİLER
Rezalete bakın!
Türkiye, "Deli Dana" adıyla bilinen ölümcül hastalığa yakalanmış hayvanları ithal etmiş!
Bunu, olayın baş müsebbibi olan “A Kal Pe Hükûmeti”nden değil de o etleri bize satan “Polonya Devleti”nin yöneticilerinden duyuyoruz. Adamlar “Size sattığımız hastalıklı etler için burada soruşturma başlattık, siz de orada aynı işi yapıp sorumlularını tespit edin!” diye Türkiye’yi yönetenleri uyarıyorlar. 
Acı, gerçekten acı, çok  çok acı. 

Bu makaleyi 19 gün önce yayınlayacaktım ama sabredip yetkililerin, uzmanların, özellikle de bakanların ne diyeceklerini görmek ve sizlere de ulaştırabilmek için bekledim. Buna da değdi. Adamlar, trajedi tiyatrosundan (!) yeni mezun olmuş çaylak komedyen gibiler.  

Biliyorum, bu iktidarları kendi ellerimizle seçip başımıza getiriyoruz ama onların yaptıklarının ve yapmadıklarının zararını halk olarak bizler çekiyoruz. Allah; çoluk çocuğumuzu hem bu tür hastalıklardan hem de görevini yapmayan, halkının

GÜNAY TULUN *Atatürk ve Fatih

Geçen gün gözüme ilişti. Türk ordusunun “26. Genel Kurmay Başkanı” İlker Başbuğ; yeni kitabının tanıtımı için verdiği bir röportajda, Sultan Fatih Mehmed* adıyla bildiğimiz II. Mehmed için şunları söylemiş: 
Mustafa Kemal Atatürk'ün, kendisine örnek aldığı liderlerden biridir. 

Bu söze karşı söyleyeceğim bir şeyler olmalıydı elbette... Oldu da...
Atam Cephede
Ben, sen, o hiç farketmez, sözüm herkese... Çok iyi araştırmadan, sonuçtan iyice emin olmadıktan sonra sağdan soldan duyulanlarla tarih yazmak, hele hele kamuyu etkileyebilecek makam sahiplerince buna tevessül etmek, zincirleme yanlışlara neden olabilir. Atam Atatürk'ün söylediği şu sözler, yukarıda yazdıklarımın en güzel açıklayıcısıdır. "Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.". Ne kadar doğru! Değil mi?

BİR ÇAKMA TARİHÇİ ve SULTAN FATİH MEHMED
Fatih'le ilgili o fikir, oturduğu yerden tarih üretmekle ünlenen çakma tarihçi Mustafa Armağan’ın süper (!) buluşlarından biridir. Bu iddiayı, aynı zamanda hocası da olan Fetullah Gülen’in gazetesi “Zaman”da ve kendisine kucak açan benzer ideolojideki televizyonlarda da dile getirmiştir. Söze konu yazı ve programlarda; önce Atatürk’ün Fatih konusundaki güzellemelerinden söz açar, hemen ardından da “ama böyle yaptı” diyerek Atatürk’e hakaret ve küfür salvosunu başlatırdı.  

Atam Cephede
Atatürk'ün bu zavallı faniye ne yaptığını bilmiyorum. Adamcağız, atam Atatürk'e karşı öylesine kin dolu ki, kininin girdabında hayatını tüketip duruyor. Cizreli bir Ermeni olduğu söyleniyor. Olabilir. Kafatasçı olmadığım için bence önemi yok. Yalnızca soykırımcılığı belirlenmiş olanlarla uğraşırım. Ben de Türk olmayabilirdim. Bir gerçek Türk ve tahrif edilmemiş din olan İslam'a mensup olmam Yüce Rabb'imin bana lütfudur. 
Atam Cephede

Kıtırcılığıyla ünlü bu adamın Ermeniliği 
gerçekse bu da Atatürk'e karşı duyduğu hınçla kini açıklamaya yetmez. Çünkü atam Atatürk'ün, Ermenilere karşı yanlış hiçbir eylemi yok. Yok ama Ermeniler, onun hakkında küfürlerle süslü (!) masallar düzmeyi pek severler. Yıllar önce yazdığım ve hâlen yayında olan bir makalede anlattığım gibi bu işi üstlenmiş "rock grupları" bile var. Seviyelerine uygun şekilde Atatürk'e küfredip durmaktalar.

Bu çakma tarih uzmanı, atamın ölümünden yirmi yıl ve üzerine ekleyeceğiniz üç buçuk ay sonra doğmuş. Bu da demek ki hayat boyu karşılaşmamışlar. Kininin nedenini bulamadım ama Fatih’in sırtına binip Atatürk’e yüklenme işini çok iyi becerdiğini söylemezsem hakkını yemiş olurum. 

Bu tür madrabazlar suçlu da hasbelkader öğretmen olmuş insanlar suçsuz mu?  Doğru oturup yalan konuşmak ülkemize zarardan başka hiçbir şey vermiyor. Bir bizleri yetiştiren öğretmenlerin, bir de sonradan gelenlerin kalitesine bakıyorum da aradaki farka şaşıyorum. Bu iş önce sağ sol çatışmaları, ardından da öğretmen okullarında hızlandırılmış eğitimin yaşandığı 1975-1980 dönemiyle birlikte iyiden iyiye bozuldu. Türkçe konuşamayan Türkçe öğretmenleri, tarih bilmeyen tarih öğretmenleri bu ülkenin hüznüdür. Hele o tarihçiler yok mu! Sanal dünyada yaptıkları uyduruk tarih paylaşımlarını gördükçe kahroluyorum. Tarihe aykırı o saçmalıkları nereden bulup ortalığa çıkarıyor ve zaten tarih bilinci çok zayıf olan insanımıza pompalıyorlar. Dehşetengiz bir hâl! Bence onlar da en az vatan düşmanı Mustafa Armağan'la vatan düşmanı Fesli Deli Kadir ve avaneleri kadar vatanımıza ve tarih bilimine zarar veriyorlar.     
Atam Cephede

İLKER BEY O YANLIŞLARI NASIL YAPTI 

Kanım odur ki, İlker Bey; Cumhuriyete, Türkiye’ye, Türk’e düşman bu provokatörün iddiasından etkilenmiş olsa da niyeti mutlaka safçadır*, temizdir. Örneğin, Osmanlıyı Atatürk’ün yıktığını sanan padişahlık âşıklılarıyla Cumhuriyetçileri birbirine yakınlaştırmak istemiş olabilir. Aynı röportajdaki 
"II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü ve devamını korumayı amaçlamış bir sultandır." gibi kökten yanlış yorumu da aynı saflığın ürünü değil mi? Acaba ülkemin kozmik odasını AKalPe FETÖ ortaklığına da bu yakınlaştırma merakı yüzünden mi teslim etti? Ne dersiniz? 

Tam burada şunu söylemeliyim ki, Osmanlı Devleti’ni Atatürk değil, Osmanlı yıkmıştır. Bununla ilgili makalelerim hâlâ yayında... Dileyen ulaşabilir. Yıkılışın nedenleriniyse hemen bir çırpıda şöyle sıralayabilirim. 
Buyrun:
- Tüm yetkinin tek adamda toplandığı padişahlık yönetimleri, 
- Kifayetsiz sultanlar, 
- İstibdata dayalı rejimler, 
- Bilimden uzak hatta okuma yazma bile bilmeyen cahil bırakılmış halk, 
- Matbaanın kullanımı için Müslümanlara izin verilmemesi,   
- Özgür düşüncenin engellenmesi, 
- Bilimin safsatayla yer değiştirmesi ve hurafelerin ön plana çıkarılması, 
- Her şeye egemen olmaya çalışan softa sınıfı, 
- Liyakatsız yöneticiler,  
- Dünyada milliyetçilik hareketleri başladığında önlem alacak aklı sergiliyememek, 
- Politik beceriksizlikler
- Savaş üstüne savaş yapma ahmaklığı, 
- Savaşta kazanılan yerleri anlaşma safhalarında kaybetmeleri, 
- Savaşlar nedeniyle azalan insan gücüne bağlı olarak tarımsal alanların verimli işletilememesi ve açlıkla yoksulluk, 
- Ticaretin neredeyse bir tek azınlıklar eliyle yapılması,
- A Kal Pe'nin aynen 18 adamız ve 1 kayalığımızı Yunan'a verdiği gibi vatan topraklarını kendi malları saydıklarından ona buna hediye adı altında peşkeş çekmeleri, 
- Afrika, Asya ve Avrupa'daki topraklar ihya edilirken Anadolu'yu her türlü imkândan mahrum bırakmaları, 
- Sanayi devrimine sırt çevirmeleri, 
- Debdebeli yaşamlarını sürdürmek amacıyla saray, kasır, köşk, konak gibi içi ve dışı gereksiz lükse boğulmuş yapılar için yüksek faizlerle büyük borçlar almalarıdır. 
Sultan Fatih Mehmed

Tüm bunların ceremesini de Cumhuriyet Hükûmetleri çekmiştir. Cumhuriyet hükûmetleri; Osmanlı borçlarının tasfiyesi için, koskoca imparatorluğu ölüme sürükleyen II. Abdülhamid'in padişahlığı döneminde tepemize çöken Düyun-u Umumiye’ye, tek kuruş bırakmamacasına tüm borçları ödemiştir. Konunun ne kadar vahim olduğunu anlatmak için tarih de vereceğim. Millet ihtiyaç içinde sürünürken, "Osmanlı" sultanlarının ihtişamlı yaşam arzuları, sarayları ve beceriksiz yöneticilikleri nedeniyle aldıkları borçların ödenmesi 5 Mayıs 1954 günü bitmiş, hesabın kapanmasıysa 1980 yılında gerçekleşmiştir. Biri almış "gumu gumu yemiş", diğeri ise "fedakârca" ödemiştir. Evet evet, Osmanlının tüm borçları, onurlu bir devletin yapması gerektiği gibi, kuruşu kuruşuna Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmiştir. Şu şataraban şaklaban tarihçi mukallitleri buna da bir dolu kılıf uydururlar ama ne yapsalar aptallardan başkasını kandıramazlar. Çünkü tarihî kayıtlar ortada ve bu kayıtlar "arşivler yok edildi" iftiralarına nanik yaparcasına duruyorlar. Yalan tarih üreticilerinin Atatürk Osmanlıyı reddetti savını boşa çıkaran gerçeklerden biri de budur.  

ATAM ATATÜRK ve II. MEHMED 
Yine Fatih meselesine dönersek…
Bir insanın yaptığı bazı şeyleri beğenmek bazılarınıysa beğenmemek kadar normal bir eylem yoktur. Aksi, ya kölece bir aşkın akılları kör etmesi ya da kinden kararmış akılların nefretidir. Bu çirkinliği bir metot olarak uygulayan hastalıklı kafalar yüzünden ölüp gitmiş insanların ardından, duyabilselerdi çok üzülüp, utanacakları gerçekleri söylemek zorunda kalmam, bir Müslüman olarak beni üzüyor. 

Aslında Atatürk’ün Fatih’i beğenmesi de beğenmemesi de doğaldır ama iş hayranlık uydurmaya, izinden gitmeye gelince o zaman, bunu söyleyenlere “Hele dur bakalım!” derim. Bunu da kıtırcı tarihçiler gibi boşa söylemem.
Hadi gelin bu konuya bir de gerçekler çerçevesinden bakalım:

- Fatih, bir kısım tarihçilere göre 1352 yılında Venediklilere, bazılarına göreyse 1365 yılında Ragusa Cumhuriyeti'ne verilerek başlatılan kapitülasyon uygulamalarını gelenek hâline getiren kişidir. Atatürk'se onları silip atan.
- Fatih, Anadolu'da dağınık olarak yaşayan Ermeni ve Rumları bir araya getiren kişidir. Atatürkse onların ihanetlerine karşı savaşan...
- Fatih, devletin selameti bahanesiyle baba, kardeş, akraba katlini yasal hâle getirmiş ve bunu, saltanatının başlangıcında gerçek bir Türk olan kundaktaki kardeşi üzerinde uygulamış biridir. Atatürk'se kendisine rakip çıkmasından korkmayan, uygar yasaların geçerli olması için çabalayan gerçek bir devlet adamı.
- Fatih'in anacığı, oğlu tarafından kendisine tahsis edilen Selanik'teki Hristiyan manastırında bir eli yağda diğeri balda yaşamış olan Sırp Despina Hanım'dır. Atatürk'ün anacığı ise yaşamı savaşlar, göçler, yokluklar içinde geçen, çilekeş bir Türk ve Müslüman kadını olan "Molla Hafız Zübeyde Hanım"dır.
- Atatürk'e Rum piçi diye iftira atan soyu bozuk ve ahlaksız Türk düşmanları şunu bilmelidir ki, Atatürk öz be öz Türk, taptıkları Fatih'se hiçbir zaman Müslüman olmamış Hristiyan bir Sırp'ın çocuğudur.
- Fatih; diktatörden de öte astığı astık, kestiği kestik bir tirandır. Atatürk'se yasalara bağlı bir insandır. Üstelik insancıldır da... Bunu Anzak analarına yazdığı mektupta da gösterir.
- Fatih, saldırgan ve işgalci bir devleti temsil eder. Atatürk'se elden gitmiş bir ülkenin kurtulmasını ve Türklüğün yeniden doğmasını sağlayan kişidir.
- Fatih, bugün emperyalizm nitelemesiyle insana karşı işlenen bir suç olarak aşağılanan "yayılmacı düşünce"nin peşinde savaştan savaşa koşmuştur. Atatürk'se düşmanları yurdumuzdan sürdükten sonra derhâl barışa yönlenmiş biridir.
- Fatih, hanedandandır, Atatürk'se milletinin bir ferdi...
- Fatih, bir anlamda çok eşlilik olan harem hayatı yaşamıştır, Atatürk'se tek eşlidir.
- Fatih, devlet hazinesini kendi malı saymıştır, Atatürk'se yalnız maaşını almıştır.
- Fatih, kendi malı olarak gördüğü devleti çocuğuna bırakmıştır. Atatürk'se neyi var neyi yok hepsini milletine...
- Fatih, savaşları koruma altındaki otağından yönetmiştir. Atatürk'se defalarca bilfiil savaşmış, cephede yatmış, süngü savaşlarına katılmış bir Türk subayıdır.
- Fatih, emperyalisttir, Atatürk'se milleti adına devrimler yapan bir devrimci...

Hangi birisini yazayım ki...
Atatürk'le Fatih arasındaki benzerlik, örnek alınacak olgu ve hayranlık, laf ola beri gele türünden söylenmiş saçma bir sözden ibarettir. Zaten gördünüz. İkisinin de birbirinden örnek alacakları yönler yok denecek kadar az. Çünkü ikisi de farklı dünyaların farklı zihniyetlerin farklı kültürlerin insanı... Konu, örnek almak değil de gerçekten de dinci ve Osmanlıcı basının empoze etmeye çalıştığı türden bir hayranlığı içerseydi, kahkaha dolu bir yorumum olurdu. İnsanız, herkesin geçmişi hatalarla dolu, bu hatalar geleceğimizde de olacak ama yine de Harbiye'den yetişmiş birinin böylesine yanılgıya düşmesi çok üzücü...

Allah'a hamdedelim ki, Atatürk gibi bir insanı milletimize armağan etmiştir.
Hem de en umutsuz günlerde... 
Bir de feyzalmayı becerebilsek!


BİLGİ NOTU 
- Dehşetengiz: Ürkünç, dehşet verici, korku verici...
- * Fatih Sultan Mehmed: Osmanlı padişah isimlerinde lakabın öne alınarak
söylenmesi yanlıştır. II. Mehmed, Fatih Sultan Mehmed değil "Sultan Fatih
Mehmed"dir. Kral Demirbaş Şarl, Çar Deli Petro, İmparator Deli Neron (Ne-
ro), Çar Korkunç İvan, Sultan Deli İbrahim, Sultan Genç Osman ve benzer-
lerinde olduğu gibi... Bu yanlışı doğru kabul ettiğimizde örneklersek; şöyle
yazmamız gerekir: Deli Sultan İbrahim, Genç Sultan Osman...
- Hasbelkader: Tesadüf eseri, rastlantısal olarak, kaderin cilvesiyle...
- İstibdat: Despotizm-despotluk; hak,özgürlük tanımayan sınırsız monarşi...

- Kıtırcı: 
Çok yalan söyleyen kimse... 
- Liyakat: 
Yeterlilik, değim, yaraşırlık durumu, işe uygun olup olmama hâli.
- Safça: Kolaylıkla aldatılabilecek şekilde, safdillice, bönce, art niyetsizce... 

Günay Tulun

GÜNAY TULUN *Bandırma Vapuru'nun Üç Öyküsü: I Giriş


"Kurtuluş Savaşı"mızın ilk adımının atıldığı 19 Mayıs 1919 günü, Ata'm Atatürk'ü Samsun'a götüren gemiyle ilgili tartışmalar yıllardır sürüp gidiyor. Din tacirleri ve Dilipak türü yazarlar, o geminin neredeyse transatlantik olduğunu yazacak kadar kendilerinden geçmişler. Onların ne yeyip içip o hâllere düştüklerini bilemem ama bazıları da pusulası bile olmayan, kaptanı acemi, çürüğün de çürüğü bir gemiden söz eder. "Veda" filminde yiğit komutanlarımızdan Kâzım Karabekir'i canlandıran Sunay Akın'sa daha farklı bir öyküyle karşımıza çıkar. Onun yazıya döktüğü bu öyküyü, yazıya değil ama birkaç nokta, virgül ve tırnak işaretine dokunarak aşağıda yayınlayacağım. Yalnız, bu konuyu bir tek Sunay Akın'ın öyküsüyle sonlandırmam doğru olmaz. Aynı konuda benim de araştırmalarım var.
Sıra onları yayınlamaya geldiğinde şaşıranlarınız çıkacaktır.

Nizami bir futbol sahasının yarısından da
küçük olan ünlü "Bandırma Vapuru"
Yazıyı okumaya başlamadan önce, Karadeniz'in hırçın dalgalarını hayalinize taşıyın. Bir de 47,7 metrelik uzunluğun nereden nereye kadar uzanabileceğini...

İstanbul'da işletilen Dolmahçe ve Fenerbahçe bile Bandırma'nın iki katına yakındı. Uzunlukları tam 76,8

ÖMER SAĞLAM *Tamam


"Millet tamam derse..." demiş reis,
Tamamdır bre vallahi tamam.
Bizim için yoktur hiçbir beis,
Tamamdır bre  vallahi tamam.

"Adalet" deyince umutlandık,
"Kalkınma" deyince komutlandık,
On beş senedir kavrulduk, yandık,
Tamamdır bre vallahi tamam.

Ali, Veli, Hüseyin, Hasan'dık,
Peşine düştük; bir şey var sandık,
Yeter be, gına geldi; usandık,

GÜNAY TULUN *Ebüvee Efendim

- Alo! 
- Emredin efendim! 
- Sen de kimsin be? Bana başkanını ver! 
- Efendim, kendileri şu an yoklar. 
- Neredeyse bul, iki dakika içinde beni arasın.
* 
- Efendim beni emretmişsiniz. 
- Tatil etmek de neyin nesi? 
- Efendim... Iıııııı... Güvenlik... Yani mecburen ta...
- Ağzında geveleme... Ne mecburu?
- Haklısınız efendim!
- Ne haklısı be! Daha

İDİL TULUN *Kurumsal TV Kanalıyla Olmayanın Farkı

Ülkemizdeki, kurumsal olduğu imajı yaratılmış birçok şirkette sıkça yaşanan ve kurumsallığı "başla emri"ni almadan işe başlamamak sanan çalışanlarla onlara bu fikri aşılayan yöneticiler için, yaşanmış örneklerden belki de en basitini anlatan bir yazı... Tabii ki yorumsuz!.. 

KURUMSAL BİR KANALDA SEZON BAŞI "Uzay Büroksasisi" (Adı saklı)
Birinci gün:
- Merhaba biz "..." programının yapım ekibiyiz. Odamızdaki masa altlarında çöp kovası yok! Nasıl temin ederiz?
- İdari işlere telefon açın getirirler.
- Teşekkürler! 

İdari işlerin dâhilisi bulunur ve aranır.
- Alo! Merhabalar! Sizi "..." programından arıyorum. Odamıza 2 adet çöp kovası gerekiyor.
- Bize Mail atın, aynı zamanda "cc"ye de bina temizliği diye yazın. 

GÜNAY TULUN *Cumhurbaşkanı Adaylarım

Hatırladığıma göre, sıfır sözcüklü Yrd. Doç. Dr. Devlet Bahçeli’nin Ülkeme ve Türk Milliyetçiliğine Yaptığı Değerli (!) Katkılar adlı makale dışında, çok fazla kısa yazım olmamıştı. Çok kişi gibi ben de internetin verdiği geniş imkândan yararlanarak anlatmak istediklerimi bir çırpıda yazmaya çalışıyorum. Bu yazıyla ilgili niyetimse kısa tutmak ama dipnot hariç sıfır sözcüklü Bahçeli makalesi kadar kısa olamayacağını itiraf etmem gerek. Aslında bir itirafım daha var. Mantığımla gönlüm bir olmuş, üstüme üstüme geliyorlar. Diyorlar ki: 
"Tavır, icraat ve deneyimleriyle yeni seçimlerde Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı makamını taşıyabilecek yapıda çok vatandaşımız var. Bunlar arasından, insana yakınlıkları nedeniyle şu anda kulağına fısıldamakta olduğumuz değerlerimizin 
aday olmasını istiyoruz. Bunlardan bazılarının adaylığı Cumhurbaşkanlığı için gerekli eğitim şartlarında değişiklik yapılmasına bağlı ama sen bu listeyi açıkla
  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

Google'da Webler Arası ve Site İçi Arama

*TATİL ve DİNLENME
Marmara Adası
DAVRAN MOTEL

*HASTANE RANDEVU SİSTEMİ
182 Merkezi Hekim Randevu Sistemi ile RANDEVU ALMA

FotoğrafımGrup Kimliğini Görüntülemek İçin Tıklayın




HABERCİDEN, "Yazarlar ve Ozanlar" ile "Sessizliğin Sesi" Gruplarına Ait Özgün Bir Kanaldır.